Günümüzde yargının hiçbir zaman tam olmayan bağımsızlık ve tarafsızlık sorunu ağırlaşarak devam etmektedir. Yargının bağımsızlık ve tarafsızlık sorununun yanı sıra ağır iş yükü, özlük hakları gibi birçok sorunu mevcuttur. Hukuk fakültelerinin sayısının 100 ü aşması, eğitimdeki kalitesizlik yargının önemli bir sorunu olarak ortada duruyor. Tabi yargı, paralel yargı iddiaları bütün bu sorunların üzerine tuz biber ekiyor. Yargıya güven dibe vurmuş.

Yargıya güven % 25

Türkiye Sosyal-Siyasal Eğilimler Araştırması’na göre yargıya güven azalıyor. Yüzde 59.7 yargının bağımsız olmadığını, yüzde 52.5 yargının siyasallaştığını düşünüyor; araştırmaya katılan her 4 kişiden sadece 1’i yargıya güveniyor

Ekonomik içerikli suçlar

Yukarıda anlatılanlar açısından ekonomik suçlar önem arzetmektedir. Sermaye şirketlerinin TTK ve diğer hukuk kurallarına göre yönetim ve idaresinin nasıl olduğu, yöneticilerinin nasıl seçildiği, müdürlerinin nasıl tayin edildiğini bilmeden bu şirketler ile ilgili doğru bir yargılama yapmak mümkün değildir. Bütün bu konulardan habersiz, resmi belgede sahtecilik, nitelikli dolandırıcılık, vergi suçları, SMİYB( sahte muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge düzenlemek) suçlarında sağlıklı hüküm verilemez . Bu suçlarda failin tespiti önemlidir, ilk aydınlatılacak konu; kim fail olabilirin cevabıdır. Örnek:

Atılı suç SMİYB, savcı anonim şirketin yönetim kurulu üyelerini sanık olarak göstermiş..  Bu yargılama; anonim şirketlerde yönetim kurulu üyelerinin ve müdürlerin işlevlerini, sorumluluklarını hem yasaya göre ve hem de somut olaya göre bilmeyi gerektirir. 6762 sayılı Türk Ticaret Yasasına göre anonim şirketin yönetim kurulu üyeleri en az üç kişi olmak zorundaydı, 5, 7, 11 v.s de olabilirdi. Belki de  bu yönetim kurulu üyeleri görev süreleri boyunca şirket merkezine hiç uğramamışlardır. Sayı doldurmak için şeklen yönetim kurulu üyesidirler. Yasada  yönetim kurullarının ayda bir toplanması öngörülse de toplanmamanın bir müeyyidesi olmadığından bu kurala genellikle uyulmuyordu. Kaldı ki yönetim kurulu ayda bir toplansa bile günlük işleri görüşmek zorunda değildir, fiilen de bu mümkün değildir. Şirketleri şirket müdürleri temsil ve ilzam ederler, günlük işleri müdürler, hatta müdürlerin tayin ettiği seksiyon müdürleri yönetirler. SMİYB den müdürlerin bile haberi olmayabilir.

Böyle bir davada avukat savunma yapıyor:

“ Efendim müvekkilim şirket müdürü değildir, şirketin 5 yönetim kurulu üyesinden biridir, atılı suçtan sorumlu değildir.”

Hakim kükrüyor:

“Ne yani yönetim kurulu üyesi ya..”

Sanık ne yapsın? Heyete yumurta mı atsın?

Gerçi eski zaman kabadayıları mahkemelerde bundan daha ağır protestolar yaparlardı. Eski ceza avukatlarının böyle çok ilginç anıları vardır.

SMİYB gibi, sermaye şirketlerinin konu olduğu hileli iflas, resmi belgede sahtecilik, nitelikli dolandırıcılık suçlarında da aynı şekilde faillik sorunu söz konusudur.

Ekonomik suçlarda bilgisizlik sadece failin tayini ile sınırlı değildir. Kastın belirlenmesi, nedenselliğin aydınlatılması bu davalarda özel bilgi ve ihtisas isteyen bir iştir. Resmi belgede sahtecilik, nitelikli dolandırıcılık suçlarında genellikle müşteki banka veya finans kurumudur. Bir ticari kredinin nasıl oluştuğunu, bir gerçek veya tüzel kişiye bu kurumların çek karnesini nasıl verdiğini, hangi prosedürlerin uygulandığını bırakınız bir kısım hakimleri bilirkişilerin bile kahir ekseriyeti ve avukatlar bilmez.. Bütün bunları az çok bilen hukukçuların önemli bir bölümü de ticari yaşamın doğal akışını bilmezler ve bütün bu hukukçular; hakim, savcı ve avukat olarak bu davalarda hükmün oluşmasına katkı verirler.

Peki, Yargıtay ne yapar?

Yargıtay  bu davalarla ilgili çok güzel kararlar veriyor; içtihat olarak yayınladığı kararlarında, ama Yargıtay seçilmiş kararlarını yayınlıyor, bütün kararlarını değil. Yargıtay’ın ceza dosyalarına ayırdığı zaman 4-6 dakika arasında.. Yargıtay’ın yayınladığı kararları ile yayınlanmayan ve büyük çoğunluğu oluşturan kararlarının birçoğunun birbiriyle çeliştiğini düşünüyorum. Yargıtay üzerinde durduğu, hatasız kararlarını yayınlıyor, diğer seri kararlar ise yayınlamıyor. Yargıtay bütün dosyalara yeterli zamanı ayırabilse büyük ölçüde adaletsizliklerin önüne geçilebilecektir, ama fiilen ve fiziken buna imkan yoktur. Yargıtay’ın içtihat olarak yayınladığı örnek kararlarının ise çoğu mahkemelerin kalın duvarlarını aşıp kararlara yansıyamıyor..

Bir örnek:

Yargıtay belgede sahtecilik suçlarında kastın oluşmasını zarar verme kastı olarak tarif ediyor ve zarar verme kastının başlangıçta mevcut olmasını yeterli görüyor, sonuçta bir zararın doğması gerekemediğini belirtiyor. Yargıtay’ın bu yerleşik içtihatları çoğu mahkeme hükmüne yansımıyor.

Örnekler çoğaltılabilir, sonuç olarak Yargıtay’ın yayınladığı içtihatlar çok az hata içerse de yayınlamadığı kararlarında hata oranlarının yüksek olduğunu düşünmekteyim. 1. Derece mahkemelerinin Yargıtay’ın bu içtihatlarını gereği kadar takip edebildiğini sanmıyorum.

Bütün bu anlattıklarımızı doğrulayan İstanbul Üniversitesi  Hukuk Fakültesi Dekanı, Prof. Dr. Adem Sözüer’in bir Tweet’in den söz etmeden geçemeyeceğiz. Sözüer’in Tweet’i:

Prof.Dr.Adem Sözüer@AdemSozuer

100ü aşkın hukuk fakültesi 1.000TLye çalışan avukat Yargıda mensubiyet/misyon çatışması Barolarda siyaset kavgası Tümü yeniden yapılanmalı!

 

İİK Suçları

Adem Sözüer’den söz etmişken onun İİK ile ilgili bir paneldeki sözünü de analım:

“TCK’dan sanık olun ama sakın İİK’dan sanık olmayın”

İİK suçları Ceza Hukukunun temel prensiplerine, modern hukuka aykırı düzenlemelerdir. Ne demek borç ödemeyi taahhüt edip ödemeyene ceza vermek, Tüzel kişi temsilcisine ticareti terkten ceza vermek ve benzeri suçlar. Bütün bunların hiçbiri AB ülkelerinin ceza sistemlerinde yoktur.. Bu suç tanımları ortaçağa aittir. Yargıtay 12. Ceza Dairesi tüzel kişi temsilcilerinin ticareti terk suçunu işleyemeyeceği konusunda çok güzel, hukuka uygun bir karar verdi ancak karar Ceza Genel Kurulundan döndü. Ceza Genel Kurulu kararında çok ilginç bir bölüm var ki güldüm; “son yıllarda ticareti terk ederek borç ödemeyenlerin sayısı arttı” şeklinde bir gerekçe..

Yargıtay’ın görevi kişilerin borç veya alacaklarının bekçiliği mi, adaleti sağlamak mı? TCK’da dolandırıcılık suçları varken bu gerekçenin ne anlamı var? Yeri gelmişken hocaların hocası Prof. Dr. Hayri Domaniç’i rahmetle ve saygı ile anıyorum. Hoca, 2003 yılında Anayasa Mahkemesi’nin çek kanununun iptalini ret etmesi üzerine Kur’andan örnekle mahkemeye “Zalumen cehula” demişti. Anayasa Mahkemesini ağır bir hata yapmakla ve cehaletle suçlamıştı. Karşılıksız çeke ceza kalktı ancak hoca bunu göremedi.

Bütün bu çağdışı düzenlemelerin TCK’dan çıkarılacağı kesin ancak bugün hapishanelerde yatmakta olan onbinlere yapılan adaletsizlikleri kim nasıl karşılayacak?

Genel Af ve Barış Süreci

Yeni ve adil bir Türkiye için silahların susması, akan kanın durması, köklü bir yargı reformu ve genel af şarttır ancak genel affın barış sürecine bağlanması haksızlıkları ve adaletsizlikleri çoğaltacaktır.

Eninde sonunda PKK için bir af çıkarılması kaçınılmazdır.  Öcalan ve arkadaşları hapisteyken gerçek bir barışın mümkün olamayacağını bilmek için kahin olmaya gerek yoktur. Kim ne derse desin, ne düşünürse düşünsün artık hükümetin gerçek muhatabı Öcalan’dır. Bunun aksini savunmak komiktir.

Barış sürecinin ne kadar süreceği, barış sürecine bağlı affın ne zaman çıkacağı bilinmez, süreç yılları alabilir, tamamen kesilebilir çünkü Ortadoğu, İŞID, Kobane ve Ilımlı İslam’ın çökmesi ile birlikte yeni bir sürece girdi. Sürecin nereye eğrileceğini kestirmek zordur, süreç,birçok dış ve iç koşula bağlıdır.

Bu nedenlerle yargıda yapılacak büyük reformu; kaliteyi yükseltmek, adil yargılanmayı sağlamak, yargı sistemini reforme etmek barış sürecine bağlanamaz. Hapiste yatan onbinlerce masum varsa, Türkiye kötü yargılamada dünya üçüncüsü ise, ceza sistemimizde orta çağ suç tanımları varsa, bizzat hükümet yargıda kumpas yapıldı derse, İİK çağdışı ise, sistemin borca batırdığı insanlar mezara kadar borçlu kalıyorsa; hemen şimdi köklü bir yargı reformu ve genel af zorunludur.