Oda TV'nin haberine göre, Yalçın Küçük’ün, İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal ile Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’na hitaben kaleme aldığı bu mektup, 20 Kasım 2013 tarihinde, cezaevinde yazıldı. 3 Ocak 2014 tarihinde ise Ümit Kocasakal ile Metin Feyzioğlu’na gönderildi.

Oda TV'de yayımlanan o mektubun önemli kısımları şöyle:

"Efendim,

Sevgilerimi sunuyorum.

İstanbul, Silivri’de ve Ankara, Sincan’da; ayrıca İzmir’de görülmekte olan siyasi davaların sonuna gelmiş bulunuyoruz. Ne yazık ki, iki büyük baro ve barolar birliği bu davalar ile hiçbir şekilde ilgilenmediler. Sizlere, kurumlarınıza, bunu arz etmek üzere yazıyorum. Tabii, saygılarımı bildirmeyi unutmuyorum.

Şunu söylemek istemiyorum, kişisel planda alakanız vardı, içinizin yandığını da hissedebiliyorum, çok güzel demeçleriniz oldu, içimizi serinlettiniz ve hepsine teşekkürler ediyorum. Ancak bunu Turgut Kazan da yapıyordu, Sabih Kanadoğlu da içimize su serpiyordu, Yargıtay eski Başkanı Sami Selçuk da pek nafiz yazılar yayınladılar, bireysel düzeyde yaptılar. Sizler de yaptınız; yalnız, sizler kurumsunuz ve kurum olarak bu mahkemeler üzerinde ve bizler için hiç kımıldamadınız. Teessüflerimi bildiriyorum.

(...)

Daha önce gönderdiğim mektubu ve diğer notlarımı kitaplarımda yayımlayacağımdan kuşkunuz olmamalıdır. Bizimle, bu müthiş mahkemeler ile ilgilenmeyi, demeç vermek ve televizyonlarda görünmek sandınız. Başkasını düşünemediniz. Buna çok şaşırdığımı ve hayli üzüldüğümü tekrarlıyorum.

(...)

Özel hukuk davaları, belge alışverişi üzerinedirler ve Silivri ile Sincan’da cd’ler hakkında büyük meydan savaşları yapılmıştır. Gaflet değilse, dalalettir. Muhakemeler tek isnadlı davalara dönüştürülmüştür. Çok zaman computer bilgisi yarışlarını izler olduk; yararsızlığı belli olmuştur ve ayrıca pek sıkıcı geçtiler. Eğlendirici dahi olmadılar.

Ceza davaları iddianameler üzerinedir, topyekûndurlar. Toptan bir karşılaşma olup, pek çok ülkede nihai kararı yargıçlar değil, halk jürisi vermektedir, “guilty” ve “non-guilty” sonuçtur. Amerika Birleşik Devletleri’nde “O. J. Simpson Murder Case” hatırlardadır, davayı milyonlarca insan televizyonlarda izliyorlardı. Ben de izledim.

Fransa ve Birleşik Devletler’de uzmanlaşmış ve hatta “ünlü” ceza avukatları vardır. Bir yandan ayrıntılı ve diğer taraftan bütünü üzerinde duruyorlar. İddianamenin her noktası, savcılar ve polis şefleri, ele alınıyor ve çürütülüyorlar.

Bizde bunlar yapılmamıştır.

Sanıklar ve avukatların çoğunda, Mahkeme heyetlerine yaranma esas alınmıştır.

Siyasi davalarda ise, çok uçta söylenecek olursa, hukuki savunmaya, nerede ise yer yoktur. Siyasi davalar, mahkemeyi toptan ve siyasi rejime bağlı olarak ele alırlar. Türkiye’de örnekleri çoktur.

(...)

Nazım Hikmet, Harp Okulu ve Donanma Davaları ile uzun hapisliklere mahkum olmuştu, 1938, ve Cumhuriyet’in kurucu ailesinden geliyordu; Hikmet hapiste ve çok yakınları hükümette idiler. Devamlı “af” haberi gönderdiler ve Nazım’ın mektupları bu haberlerin sevinci ile doludur. Olmaz mı, olur; ancak ben kimseye hapisteki günlerini af haberlerinin sevinçleriyle geçirmelerini tavsiye etmiyorum.

Bu tür hapishanelerin ilk haberi çıktığında, 1993, hapiste idim, açlık grevleri yaptık. Nakil başladığında, 2000, hapisteydim, açlık grevleri yaptık, her ikisinden de pek çok ölü verdik. İkisinde de “köpek türünden deliklerden yemek almayız” diyorduk, sözümüz için öldük. O zamandan kalma “köpekhane” diyorum ve eğer kurum iseniz, “gelin” bu hapishaneleri “rapor edin” diyorum. Bilgisayar’da rastlarsak, birbirimize selam vermemiz yasaktır.

Ve 2000 yılında, ölümler ve savaşlar varken ben “af” olarak bilinen erteleme yasası ile çıktım. 35 yıl kesinleşmiş ve 10 yıl, bir kısmı hükme bağlanmış, toplam 135 yılım vardı. Hepsi yardım-yataklıktan, bir veya ikisi “Kürdistan” sözcüğünden ve çıktım. Hep çıkarım.

(...)

Metin Hocam,

Ümit Hocam,

Bunu yazarken icab edeceğiniz konusunda ümidim pek azdır. Aslen hep ümitliyimdir. Yanlış anlamayın, hem de pek metin tanınıyorum.

Hala zamanınız mevcuttur."