1- Uzun iddianame ne anlama gelir, başarı mıdır, başarısızlık mıdır?

2- Savcının özgürlük alanı nedir, yetkisine müdahale edilebilir mi? Amaç, maddi hakikate ve adalete ulaşmaksa ve savcı da ancak 1000 sahife yazarak suçlamayı ortaya koyabilmekte ise, savcı uzun iddianame yazamaz mı?

3- Savcı dilediği gibi yönlendirme yapabilir mi, işi nedir, soruşturmayı iyi yapmak mı, yoksa kamuoyunda algı oluşturmak ve mahkemeyi anlam güçlüğüne düşürmek mi?

4- Uzun iddianamelerde CMK m.176 ve 190/2 nasıl uygulanır?

5- Uzun iddianamenin makul sürede yargılanma hakkı ile savunma hakkına herhangi bir etkisi var mıdır? Bu haklardan bahsederek, savcının uzun iddianame yazması önlenebilir mi?

6- Savcı, iddianamede genel geçer konulardan, örneğin suçun tarihçesinden veya maddi vakıa ile irtibat kurmaksızın malumun ilanını yapabilir mi? Bu tür bir iddianame, CMK m.170 ve 174 gereğince iade edilebilir mi?

7- Uzun iddianamede asıl amaçlanan nedir? Maddi hakikate ve adalete ulaşmak mı, yoksa gerçeğin üstünü örtmek mi veya “dava konusu ağır, iş ciddi, tutuklamalar meşru” algısı oluşturup, mahkeme üzerinde baskı ve kamuoyu nezdinde etki oluşturmak mıdır?

Belki örgüt veya karmaşık kaçakçılık davalarında uzun iddianame; genel bilgi vermek veya somut olayı karmaşık hale getirmek için değil, maddi vakıaları her bir sanık bakımından somutlaştırmak, deliller ile her bir suçu ve sanığı ilişkilendirmek, soyut suç tanımını ve unsurlarını somut vakıaya uygulamak, hukuki nitelendirme yapmak için, yani şüpheli/sanığı yargılamanın tüm süjeleri ve kamuoyu tarafından tam manası ile anlaşılabilir, öngörülebilir şekilde ortaya koyabilmesi için mümkün olabilir. Kanunda iddianame ve eklerinin sahife sayısı ile ilgili bir sınırlama yoktur ve olması da fiilen isabetli değildir. Ancak savcının da; iddianamenin kısalığından veya uzunluğundan ziyade iddiasını delilleri ile net bir şekilde ortaya koyması, itham sistemine uygun düşecek biçimde sanığı suçlaması, yani her bir maddi vakıa, delil ve şüpheli/sanık bakımından tanımlama ve ayrıştırma yapması gerekir. Her bir şüpheli/sanık yapılacak tanımlama, bireyselleştirme, ayrıştırma, inceleme ve araştırma yapılmayan kısa bir iddianame ne kadar sakıncalı ise, uzun, genel bilgiler içeren, suçlama açısından somutluk taşımayan iddianameler de bir o kadar sakıncalıdır.

İtham edilen kişi, yargılamanın koşulları itibariyle itham edenle aynı haklara sahip olmaktan uzaktır. Bu sebeple davanın tarafları, yargı organının üyesi olan cumhuriyet savcısı tarafından ileri sürülen tüm görüş ve delilleri öğrenmek zorundadır. Savunma hakkını kullanabilmesi için, sanığa yazılı cevap imkanının tanınması gerekmektedir. Bu savunma usulünün etkin bir şekilde işletilebilmesi için de, sanığın savunma hazırlığı aşamasında dava dosyasını ve suç ithamı niteliğinde olan iddianameyi incelemesine yeterli olanakların temin edilmesi gerekmektedir.

Duruşmanın bir celse olması esasına hizmet eden “duruşmada delil toplanamayacağı” ilkesinden hareketle; tüm delilleri her bir fiil ve fail özelinde tasnif etmeyen, delilleri araştırma ve toplama faaliyetini mahkemeye yükleyen, isnadını somutlaştırmayan, yani soruşturma genişletilip eksiklikler tamamlanmaksızın düzenlenen iddianamenin CMK m.170 ve 174 uyarınca iadesi mümkündür. Sanık sayısının fazlalığı, isnat edilen suçun ağırlığı, delillerin hukuka uygun olup olmadığına dair yapılan zorunlu açıklamalar veya davanın karmaşıklığı sebebiyle hazırlanan uzun iddianamenin; sırf sahife sayısının fazlalığı sebebiyle iadesi edilmesi, CMK m.170 ve 174 bakımından geçerli bir iade sebebi olmayacaktır. Bunun yanı sıra; uzun, yani sahife sayısı çok fazla olan iddianamenin, CMK m.191/3’ün (d) bendi uyarınca duruşma salonunda tümünün okunmasını zorlaştıracağı ve duruşmanın makul sürede tamamlanmasını engelleyeceği bir gerçektir.

İddianamenin uzunluğunun; yalnızca yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmasını zorlaştırması açısından değil, sanığın kendisini savcılık makamı ile eşit şartlarda savunabilmesini, isnada konu eylem hakkında sanığın bilgilendirilmesi usulünü, sanığın yargılamayı gerçekleştiren mahkeme huzurunda yapacağı savunması ile davanın seyrini etkileme fırsatını olumsuz etkileme ihtimali de bulunmaktadır. Duruşmadan (en az) bir hafta önce tebliğ aldığı iddianamenin uzunluğu sebebiyle, savunmasını yeterli zamanda hazırlayamayan sanığın, CMK m.190/2 uyarınca “duruşmaya ara verilmesini isteme” hakkı da hatırlatılmadığı sürece, dürüst bir yargılamada savunma makamına asgari ölçüde tanınan hak ve güvenceleri etkin şekilde kullandığı da ileri sürülemeyecektir.

İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 6. maddesinin 3. fıkrasının (b) bendinde tanımlanan ve dürüst yargılanma hakkı kapsamında değerlendirilen“savunma hazırlamak için gerekli/yeterli zaman ve kolaylıklara sahip olma hakkı” uyarınca; sanığın itham edildiği suç hakkında bilgilendirilmesi şarttır. Yine İHAS m.6/3’ün (a) bendi uyarınca; sanığın suçlamalardan en kısa zamanda ve anlaşılır dilde haberdar edilme hakkı bulunmaktadır. Sanığa suçlamanın yöneltildiği zamanda veya en azından yargılamanın başlangıcında bilgi verilmesini amaçlayan bu hüküm, İHAS m.5/2 ile yakından ilgilidir. İlgili hükme göre; yakalanan her kişiye, yakalanma nedenlerinin ve kendisine yöneltilen her türlü suçlamanın en kısa sürede ve anladığı dilde bildirilmesi zorunludur[1].

Savunma hazırlığı için hangi sürenin yeterli sayılacağı, somut olaya özgü şartlara bağlıdır. Elbette karmaşık ve ağır suçların yer aldığı iddianamelerin kısa veya yalın olması beklenemez. Ancak somut olaya ilişkin araştırma veya sonuç içermeyen iddianamenin, hukuki dili olduğu da kabul edilemez. İddianamede, hangi eylemin hangi delille suç vasfı kazandığı ve hukuki niteliğinin ne olduğu ortaya koyulmalıdır. İddianame, iddiaya ilişkin delilin hangi şüpheli ile bağlantısının kurulduğunun veya hangi suçun delili olduğunun tespitine elverişli olmalıdır. İspata ilişkin bu gereklilik, savunma hakkının korunması adına zorunluluk arz eder.

Eylem ile suç isnadı arasında fiili bağ kurulamadığı müddetçe, yani objektif isnadiyetin koşulları var olmadığı sürece, ispatlanamamış iddialar üzerinden sübjektif kanaatle hukuki nitelendirme yapılması ne derece kabul edilebilir? O halde; davanın yol haritası olarak adlandırdığınız iddianamenin de, yalnızca somut olaylara yönelik deliller ile suça konu eylemleri tasnif etmesi, iddiasını fiili ve hukuki dayanakları ile ortaya koyması, özetle isnadını, savunma makamı tarafından anlaşılabilir kılması gerekmez mi?

Bu hususta, iddianamenin hukuki niteliği ve içeriğine dair, Ceza Muhakemesi Kanununda öngörülen usuli şartları aşağıda sıralayabiliriz;

- CMK m.170/3’e göre görevli ve yetkili mahkemeye hitaben düzenlenen iddianame, sınırlı sayıda belirlenen şu unsurları taşımak zorundadır;

a) Şüphelinin kimliği,

b) Müdafii,

c) Maktul, mağdur veya suçtan zarar görenin kimliği,

d) Mağdurun veya suçtan zarar görenin vekili veya kanuni temsilcisi,

e) Açıklanmasında sakınca bulunmaması halinde ihbarda bulunan kişinin kimliği,

f) Şikayette bulunan kişinin kimliği,

g) Şikayetin yapıldığı tarih,

h) Yüklenen suç ve uygulanması gereken kanun maddeleri,

i) Yüklenen suçun işlendiği yer, tarih ve zaman dilimi,

j) Suçun delilleri,

k) Şüphelinin tutuklu olup olmadığı; tutuklanmış ise, gözaltına alma ve tutuklama tarihleri ile bunların süreleri.

- CMK m.170’in son üç fıkrasında belirtildiği üzere;

•             İddianamede, yüklenen suçu oluşturan olaylar, mevcut delillerle ilişkilendirilerek açıklanmalı,

•             İddianamenin sonuç kısmında, şüphelinin sadece aleyhine olan hususların değil, lehine olan hususlar da ileri sürülmeli,

•             İddianamenin sonuç kısmında, işlenen suç dolayısıyla ilgili kanunda öngörülen ceza ve güvenlik tedbirlerinden hangilerine hükmedilmesinin istendiği açıkça gösterilmelidir.

- CMK m.225/1 uyarınca hüküm, ancak iddianamede unsurları gösterilen suça ilişkin fiil ve faili hakkında verilir. 25.03.1999 tarihli ve 25444/94 sayılı Pelissier ve Sassi - Fransa kararında, sanıklar sadece hileli iflas ile itham edilmiş, ancak hileli iflas suçu işlemek için komplo kurmaktan hüküm giymişlerdir. Yüksek Mahkeme; bu iki suçun unsurları farklı olduğundan, “Kişinin hüküm giydiği suçun, itham edildiği suç olması esastır” ilkesi uyarınca başvurucunun dürüst yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

- CMK m.202/4 uyarınca sanık;

a) İddianamenin okunması,

b) Esas hakkındaki mütalaanın verilmesi,

Üzerine sözlü savunmasını, kendisini daha iyi ifade edebileceğini beyan ettiği başka bir dilde yapabilir. 19.12.1989 tarihli Kamasinski - Avusturya kararında İHAM; mahkemede konuşulan dili bilmeyen sanığa, iddianamenin anladığı bir dilde yazılı tercümesi verilmediği sürece, bu durumun sanık için dezavantaj oluşturacağını belirtmiş ve İHAS m.6/3’ün (a) bendi ile güvence altına alınan “suçlamalardan en kısa zamanda ve anlaşılır dilde haberdar edilmek” hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

- CMK m.176 uyarınca iddianame, çağrı kağıdı ile birlikte sanığa tebliğ olunur ve çağrı kağıdının tebliği ile duruşma günü arasında en az bir hafta süre bulunması gerekir. Bu süreye uyulmamışsa, CMK m.190/2 uyarınca duruşmaya ara verilmesini istemeye hakkı olduğu sanığa hatırlatılır. Sanığın doğrudan mahkeme huzuruna çıkarılıp sorgusunun yapılması ve savunma yapabilmesi için yeterli süre tanınmaması, iddianamenin uzunluğu sebebiyle sanığa yapılamayan tebliğin, sanığı yüklenen suçu öğrenme hakkından yoksun bırakması, duruşmaya ara verilmeksizin devam edilmesi sebebiyle, sanığa savunmasını hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylıkların sağlanmaması savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuracaktır.

03.10.1972 tarihli ve 4681/70 sayılı Murphy –Birleşik Krallık davasında; adli yardım talebi ile atanan avukatın sanıkla duruşmadan yalnızca birkaç dakika önce konuşma fırsatı bulduğu, bu sebeple savunma hazırlamak için yeterli zaman ve kolaylığa sahip olmadığı ileri sürülmüştür. Yüksek Mahkeme, avukatın talep etmesi halinde duruşmanın ertelenmesini mümkün olduğundan, İHAS m.6/3’ün (b) bendinin ihlal edilmediğine karar vermiştir.

Ancak bu konuda “Ara verme” başlıklı CMK m.190/2’nin daha ileri bir düzenleme olduğu, duruşmaya ara verilmesini isteme hakkı olduğunun sanığa hatırlatılması gerektiğinin hükümde belirtildiği ve bu hükmün “Tanınmış insan haklarının korunması” başlıklı İHAS m.53 gereğince gözetilmesi gerektiği tartışmasızdır.

Yargıtay 10. Ceza Dairesi 10.12.2015 tarihli, 2015/4957 E. ve 2015/33241 K. sayılı kararında; iddianame ve çağrı kağıdının tutuklu sanığa tebliğ edilmemesinin, CMK m.176/2 uyarınca herhangi bir işlem yapılmamasının, iddianame okunarak savunması sorulan sanığa, CMK m.190/2 uyarınca duruşmaya ara verilmesini isteme hakkı olduğunun hatırlatılmamasının, suçlama hakkında bilgisinin bulunmadığını belirtip savunma yapmak için süre talep eden sanığa, dava zamanaşımı süresinin dolacağından bahisle süre verilmemesinin savunma hakkını kısıtladığı gerekçesiyle bozma sebebi saymıştır.

- CMK m.172/1’e göre; “Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının bulunmaması hallerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir”. Suçun Önlenmesi ve Suçluların Uslandırılması Hakkında Birleşmiş Milletler Sekizinci Kongresi’nin 27 Ağustos – 7 Eylül 1990 tarihli toplantısında  “Savcıların Rolüne Dair Rehber Kurallar” başlığı altında kabul edilen ilkelerin 14. maddesine göre; “Tarafsız bir soruşturma, suçlamanın/isnadın temelsiz olduğunu gösterdiğinde, savcılar kovuşturma açmayacak/başlatmayacak ya da kovuşturmayı sürdürmeyecekler veya işlemlerin durdurulması için her çabayı göstereceklerdir”.

- CMK m.191’e göre mahkeme başkanı veya hakim, duruşmanın başladığını iddianamenin kabulü kararını okuyarak açıklar ve sanığa iddianame veya iddianame yerine geçen belge okunur. Kanunda iddianamenin kim tarafından okunacağı yazılı olmamakla birlikte, uygulamada genelde mahkeme başkanı veya hakim, bazı durumda mahkemenin görevlendirdiği bir üçüncü kişinin ve istisnai olarak da savıcının iddianameyi okuduğu, yine birçok halde iddianamenin okunması yerine mahkeme başkanı veya hakim tarafından sanığa özetinin anlatıldığı görülmektedir. Bizce iddianame, iddia eden ve suçlayan makamı temsilen duruşma savcısı tarafından okunmalıdır.

Yargıtay 6. Ceza Dairesi’nin 11.04.2007 tarihli, 19665/4552 sayılı kararına göre; iddianame ve iddianamenin kabulü kararı okunmadan, okunmuş ise, bu husus tutanağa geçirilmeden, sanığın sorgusunun yapılması suretiyle CMK m.191’e aykırı davranılarak savunma hakkının kısıtlandığına karar verilmiştir[2].

- CMK m.174’de iddianamenin iadesi sebepleri sayılmış ve maddenin ikinci fıkrasında ise, suçun hukuki nitelendirilmesi sebebiyle iddianamenin iade edilemeyeceği belirtilmiştir.

Yukarıda sıraladığımız ilgili hükümler dikkate alındığında; eylem ile suç isnadı arasında fiili bağ kurmaktan öte; yalnızca isnat edilen suçun ağırlığı ön planda tutularak, mahkeme, sanık veya kamuoyu üzerinde baskı kurmak, uzun tutukluluk sürelerini görünürde meşrulaştırmak veya toplumda “suçlu” algısı uyandırmak kastıyla, davanın karmaşıklığı, sanık sayısının fazlalığı, isnat edilen suç sayısı gibi, dava özelinde çoğaltılabilecek unsurların varlığından bahisle, fiil ve fail özelinde anlaşılır kılınmayan ve suçu hukuken nitelendirmeyen ve/veya nitelendiremeyen iddianamelerin CMK m.170 ve 174 uyarınca iadesi mümkün müdür?

Ceza Muhakemesi Kanunu'nun yukarıda belirtiğimiz hükümleri uyarınca, iddianamenin tebliği ile duruşma arasında yedi günden az sure bulunmamalıdır. Bu süre zarfında, iddianamenin uzunluğu ve sanığın şahsi durumu gibi her somut olayın özellikleri dikkate alınarak bazı sonuçlara varılması mümkün olabilecektir. Ancak “ilgili” ve “yeterli” olamayan, yani maddi vakıa ile irtibat kurulmaksızın gereksiz derecede uzun tutulan iddianamelerin, İHAS m.6’da güvence altına alınan makul surede yargılanma hakkını ihlal edeceği de ortadadır[3]; zira yargılamanın makullüğüne dair değerlendirme yapılırken dikkate alınan kriterlerden birisi de, adli makamların yargılamanın sürati bakımından ne derece özenli davranıp davranmadığı, dolayısıyla yargılamanın gecikmesine sebebiyet verip vermedikleridir. Aşırı uzun iddianamelerin yargılamaların makul surede yapılmasını engellememesi ve birey aleyhine sonuç doğurmasına sebebiyet verilmemesi gerekmektedir.

İddianamenin sahife sayısının fazlalığı, iddiaların karmaşıklığı veya hukuki dayanaktan yoksunluğu karşısında, savunmaya tanınan hakların icrasının zorlaştığı ortadadır. İç hukukta veya uluslararası hukukta, iddianamenin sahife sayısına, yani uzunluğuna veya kısalığına ilişkin kısıtlayıcı bir hüküm veya ilkeye yer verilmemiştir. Ancak hak arama hürriyeti, makul sürede yargılanma hakkı, savunma hazırlamak için gerekli/yeterli zaman ve kolaylıklara sahip olma hakkı gibi İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 6. maddesinde çerçevesi çizilen dürüst yargılanma hakkının, savunma yararına tanınan usul güvenceleri adına uygulamada karşılığını bulması gerekmektedir. Aksi ihtimalde, silahların eşitliği prensibinin sözde varlığı; savunmanın etkinliğini, sanık yararına korunan değerleri, yargılamanın dürüstlüğü ilkesi uyarınca kurulan dengeyi zedeleyecek ve savunma makamınca üstlenilen yükümlülüklerin ifasını zorlaştıracaktır.

Bu hususta, 25.03.1996 tarihli ve 1989/15530 sayılı Mitap ve Müftüoğlu – Türkiye kararını konumuza uyarlayacak olursak;

•             Terör örgütüne üye olmak ve silahlı terör eylemlerine katılmak suçuyla, önce sıkıyönetim, sonra da adli yargıda yargılanan başvurucuların davaları toplam 15 yıl sürmüştür. Davada 703 sanık yargılanmakta ve aralarında birçoğu ağır cezaya gerektiren 607 suç itham edilmektedir.

•             18 Ekim 1982 ve 19 Temmuz 1989 tarihleri arasında haftada üç kez olmak üzere bir duruşmaya ilişkin toplam 512 celse yapılmıştır. Bütün sanıkların ifadelerinin alındığı soruşturma beş yıl sürmüştür.

•             11 Kasım 1987’de dosyayı teslim alan savcı, 23 Mart 1988 tarihinde toplam 1766 sayfalık iddianame düzenlemiştir. 11 Mayıs 1988 tarihinde başlayan duruşmada iddianamenin okunması 60 gün sürmüştür. Son olarak, dosya 1000 kadar klasör ve 264 sahife karar özetini içermektedir. Mahkumiyet kararının gerekçesi üç yılda yazılmıştır.

Kararın ilgili paragraflarında özetle;

Hükümetin savunması, davanın karmaşık yapısında toplanmakta ve aralarında başvurucuların da bulunduğu sanıkların yasadışı örgüt çerçevesinde gerçekleştirdikleri faaliyetlerin uzantılarının ve desteklerinin tespit edildiği iddiasına yönelmektedir. Hükümete göre, Sıkıyönetim Mahkemesi yargılamanın hızla sonuçlandırılması için gerekli bütün çabaları yasa dahilinde göstermiştir. Hükümete göre bu şartlar, yargılama süresinin uzunluğunu açıklamakta ve yargı makamlarının ihmali veya yavaşlığından söz edilmesi mümkün değildir.

Başvurucular, sanık sayısının değişik olaylarla kurulan bağlar sonucu ortaya çıkan yapay bir rakam olduğunu ileri sürerek, iddia konusu 607 suçlamanın kendilerini kapsamadığını ileri sürmektedirler. Ayrıca, yetkili makamlar duruşmaları hızlandırabilecek bir takım teknik uygulamaları unutmuşlardır. Komisyona göre de, dava karmaşık bir yapıdadır ve yargılama süresinin uzunluğu askeri ceza yargı makamlarının geniş çaplı bir dava organize etmeye çalışmalarından kaynaklanmıştır. Ancak, bu sürenin içinde Sıkıyönetim Mahkemesinin, kararının gerekçesini yazdığı üç yıl gibi durağan geçen zamanlar da sözkonusudur. Bu sebeple Komisyon, yargılamanın makul süreyi aşmasında yetkili makamların davayı ele alış şekillerinin etkili olduğu sonucuna varmıştır.

Yüksek Mahkeme öncelikle, 19 Temmuz 1989 tarihinde dosyanın re’sen gönderildiği Askeri Yargıtay’da ve sonrasında da Yargıtay’da yapılan yargılamanın 28 Aralık 1995 tarihinde bittiğini, bu durumda altı yıldan fazla sürdüğünü tespit etmektedir. Ancak Mahkeme; davanın karmaşık yapısını kabul etmekle beraber, Yerel Mahkemeler ile soruşturma makamının yargılamanın bu kadar uzun zaman sürmesini açıklayabilecek hiçbir sebep gösterilmediğine, soruşturma evresinin beş yıl sürdüğüne, ayrıca ilk derece mahkemesinde yapılan yargılamanın sekiz yıl altı ay sürdüğüne, bu sebeplerle İHAS m.6/1 uyarınca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

İddiaların ağırlığı ve uzunluğu ile davanın karmaşıklığından bahisle, savunmaya tanınan sürelerin İHAS m.6/3’ün (b) ve (c) bentleri çerçevesinde değerlendirildiği 1999/46221 sayılı ve 12.05.2005 tarihli Öcalan - Türkiye davasında; idam talep eden iddia makamı karşısında son savunmalarını hazırlayabilmek için bir aylık ek süre talep eden başvurucu avukatlarının talebi, Kanununda belirtilen ek sürenin en fazla 15 gün olduğu gerekçesiyle kabul edilmemiş ve son savunma için en fazla 15 günlük ek süre tanınmıştır. Başvurucu, dava dosyasına etkili bir erişimle güvenli bir ortamda savunmasını hazırlama noktasında yaşadığı zorluklardan dolayı iddia makamı karşısında “silahların eşitliği” ilkesi uyarınca tanınan haklardan faydalanamadığını ileri sürmüştür.

İHAM; yargılamanın başlamasından iki hafta önce 17.000 sahifelik dava dosyasını incelemesi için sanık müdafilerine verilen süreyi, bu sürenin dosya içeriğinin sanığa iletilip incelemesine sunulmasını, dolayısıyla savunma hazırlığına katılmasını imkansız kıldığı, savunmanın yaşadığı zorlukların üstesinden gelmesine yargılamanın izin vermediği, aksine davanın süratle ilerlediği, duruşmalara ara verilmeksizin devam edildiği, yargılamanın geciken aşamasına kadar dava dosyasına doğrudan erişimin sağlanamadığı, savunmanın karşılaştığı bu zorlukların bir bütün olarak etkisinin dürüst yargılamaya esas teşkil edecek ölçüde savunma haklarını kısıtladığı, bu sebeple İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 6. maddesinin 3. fıkrasının (b) ve (c) bentlerinin birlikte ihlal edildiğine karar vermiştir.

Savunmaya tanınan süre hususunda iHAM, 12350/86 sayılı ve 21.09.1993 tarihli Kremzow - Avusturya kararında; 249 sahifelik belgeyi incelemesi için savunmaya tanınan 21 günü yeterli bulmuş ve İHAS m.6/3’ün (b) bendinde düzenlenen “savunma hazırlamak için yeterli zaman ve kolaylıklara sahip olma” hakkının ihlal edilmediğine karar vermiştir.

Benzer içerikli 7909/77 sayılı ve 12.10.1978 tarihli X ve Y - Avusturya kararına konu davada; güveni kötüye kullanma suçundan yapılan yargılama, oldukça karmaşık bir içeriğe sahip olmasına rağmen, sanığa duruşmadan 17 gün önce yapılan bildirimi yeterli görülmüştür.

 KAYNAK: adalet.org

________________________________________

[1] Yakalama sebeplerinin “en kısa zamanda” bildirilmesi koşulu uyarınca; yakalama sebeplerinin yakalama esnasında yakalamayı gerçekleştiren memur tarafından tanımlanan suçla bütünüyle ilişkili olması gerekli olmamakla birlikte, 40451/98 sayılı Kerr - Birleşik Krallık kararında belirtildiği üzere,yakalanan kişinin yakalanma sebepleri hakkında birkaç saat içinde bilgilendirilmesi durumunda da, “en kısa zaman” kavramının getirdiği kısıtlamaya uygun davranılmış olacaktır.

[2] Erhan Günay, Savunma Hakkının Kısıtlanması, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2010, s.263.

[3] “İlgili” ve “yeterli” olma kriterlerine, İHAS m.5’de öngörülen tutuklama tedbirinin gerekçeleri bahsinde de rastlanılabilir. Örneğin, sanığın salıverilmesi durumunda kamu düzeninin fiilen bozulacağını gösteren olayların varlığı “ilgili” ve “yeterli” şekilde gösterilmelidir.