SAVCILAR ÖZERK VE BAĞIMSIZ OLMALIDIR


*En sonda söyleyeceğimi, en başta söylemek istiyorum: 

SAVCILAR ÖZERK VE BAĞIMSIZ OLMALIDIRLAR. 

Bunu ironik bir şekilde söyleyecek olursam: Yargıçlar özgür olmalı, ama savcılarsa olabildiğince özgür olabilmelidir.

****Adalet için uğraş veren adli organların başında savcılar gelmektedir. Başka bir deyişle savcılar adalete dair görevleri olan kişilerdir. Bu kapsamda savcılar, hukuka ve yasalara aykırılıkları ve bu aykırılıkları gerçekleştiren failleri ve fiillerini tespit etmek, tespit ettiğinde kamu davası açarak bu davada iddia makamını temsil etmek, muhakeme faaliyetine katılarak yargılamanın diyalektik bir çerçevede yapılmasını sağlayıp, kolektif hüküm verme faaliyetine katılmak ve en nihayetinde de sanığın mahkemece cezalandırılması halinde cezanın infazını sağlamak gibi görevleri yerine getirirler. Bu görevlerin önemi ve adalete dair oluşu dolayısıyla, savcıların hukuki statülerini derinlemesine ele almak gerekmiştir. Zira günümüz koşulları için diyebiliriz ki, ceza adaletinin gerçekleştirilmesinde savcılarında en az yargıçlar kadar önemi vardır.


Bilindiği üzere sağlam bir binaya sahip olmak için sağlam bir temel olması gereklidir. Kovuşturma safhasını bir binaya benzetecek olursak, bu binanın temeli de soruşturma safhasıdır diyebiliriz. İşte burada da temel sağlam olmalıdır ki, kovuşturma binası da sağlam olabilsin. Bu bakımdan kovuşturma safhasının, soruşturma safhası temeli üzerinde yükseleceğini söylemek pekâlâ mümkündür. O halde soruşturma safhasının sağlam şekilde oluşturulması bir zorunluluktur. Soruşturma safhasının asıl görevlisinin ve tek hukukçu görevlisinin savcılar olduğu göz önünde bulundurulduğunda, SAVCILARIN DA TIPKI YARGIÇLAR GİBİ ÖZERK VE BAĞIMSIZ ŞEKİLDE HAREKET EDEBİLMELERİ SAĞLANMALIDIR.


****Mevzuatımızdaki (pozitif hukukumuzdaki) düzenlemeleri özetle ve alt alta sıralayıp, genel değerlendirmeye tabi tutacak olursam:

Öncelikle söylemeliyiz ki, ülkemiz özelinde pozitif hukuk normları göz önünde bulundurulduğunda, savcılık makamı hazırlık soruşturmasının tek yetkilisidir diyebiliriz. Kolluk görevlileri adli soruşturmaya ilişkin olarak yaptıkları bütün iş ve işlemleri Cumhuriyet savcısı adına ve ondan aldıkları emir, talimat ve yetkiyle yaparlar. 5271 sayılı Ceza yargılama yasası'nın 161. maddesinde bu durum açıkça ortaya konulmuştur. Buna göre:

“(1) Cumhuriyet savcısı, doğrudan doğruya veya emrindeki adlî kolluk görevlileri aracılığı ile her türlü araştırmayı yapabilir; yukarıdaki Maddede yazılı sonuçlara varmak için bütün kamu görevlilerinden her türlü bilgiyi isteyebilir. Cumhuriyet savcısı, adlî görevi gereğince nezdinde görev yaptığı mahkemenin yargı çevresi dışında bir işlem yapmak ihtiyacı ortaya çıkınca, bu hususta o yer Cumhuriyet savcısından söz konusu işlemi yapmasını ister. 

(2) Adlî kolluk görevlileri, elkoydukları olayları, yakalanan kişiler ile uygulanan tedbirleri emrinde çalıştıkları Cumhuriyet savcısına derhâl bildirmek ve bu Cumhuriyet savcısının adliyeye ilişkin bütün emirlerini gecikmeksizin yerine getirmekle yükümlüdür. 

(3) Cumhuriyet savcısı, adlî kolluk görevlilerine emirleri yazılı; acele hâllerde, sözlü olarak verir. Sözlü emir, en kısa sürede yazılı olarak da bildirilir.

(4) Diğer kamu görevlileri de, yürütülmekte olan soruşturma kapsamında ihtiyaç duyulan bilgi ve belgeleri, talep eden Cumhuriyet savcısına vakit geçirmeksizin temin etmekle yükümlüdür.”

İşte bu düzenleme Cumhuriyet savcılarını soruşturmanın tek yetkilisi konumuna yükseltmiştir. Savcıların bu önemli görevleri sonucunda topladıkları kanıtlar çerçevesinde işin mahkemeye intikalinin gerekip gerekmeyeceğini belirleyen, başka bir deyişle İŞLENEN BİR SUÇUN BAĞIMSIZ MAHKEME ÖNÜNE GÖTÜRÜLÜP GÖTÜRÜLMEYECEĞİNİ BELİRLEYEN SAVCILARIN KENDİ İÇİNDE ÖZERK VE DIŞARIYA KARŞI DA BAĞIMSIZ OLMALARI BİR ZORUNLULUK OLARAK KENDİNİ DAYATMAKTADIR. Bu zorunluluğun temelinde yatan nedense, artık savcıların şüpheliler lehine ve aleyhine olan tüm kanıtları araştırmak zorunluluğunun gerektirdiği TARAFSIZ HAREKET EDEBİLME GEREĞİDİR.

5235 sayılı yasanın 18/1. fıkrasının 2. bendi gereğince başsavcılar, başsavcılığın verimli, uyumlu ve düzenli bir şekilde çalışmasını sağlamak, iş bölümünü yapmak ve başsavcılığı temsil etmekle görevli kılınmakla savcılar üzerinde hiyerarşik bir amir pozisyonunda değil, fakat, iş ve işlemlerin düzenli bir şekilde yerine getirilmesi bakımından koordinatör pozisyonunda görevli kılınmışlardır. Başka bir deyişle madde başlığındaki deyimle söyleyecek olursam, bu durum başsavcılar için bir yetki değil, görevdir. Dolayısıyla savcılar üzerinde (uygulamada farklı yönde gelişmiş olsa da) hiyerarşik bir yetki doğurmaz/doğurmamalıdır.

5235 sayılı yasanın 18/2. fıkrası gereğince, ağır ceza mahkemesi Cumhuriyet başsavcısının; ağır ceza mahkemesinin yargı çevresinde görevli Cumhuriyet başsavcıları, Cumhuriyet başsavcıvekilleri, Cumhuriyet savcıları ile bağlı birimler üzerinde gözetim ve denetim yetkisi ile 18/3. fıkrası gereğince asliye ceza mahkemesi Cumhuriyet başsavcısının o yer yargı çevresinde görevli Cumhuriyet savcıları ile bağlı birimler üzerinde gözetim ve denetim yetkisi olması, başsavcıların hiyerarşik amir pozisyonunda olması anlamına gelmemektedir. Lakin uygulamada özellikle bu fıkralar göz önünde bulundurularak, başsavcıların savcıların yaptıkları hem yargısal hem de yönetsel iş ve işlemlerinde hiyerarşik amir pozisyonunda oldukları yönünde bir teamül oluşmuşsa da, bu durum açıkça olmasa da zımni olarak hukuka aykırıdır. Zira gözetim ve denetim yetkisi diğer bölümlerde ayrıntısıyla açıkladığım üzere, savcıların iş ve işlemlerini hukuka ve yasalara aykırı olarak yapıp yapmadıklarını denetlemek ve başsavcılığın düzenli bir şekilde işleyişini sağlamak görev ve bu görev dolayısıyla kendilerine tanınmış olan yetkiyi içerir. Başka bir deyişle savcılar iş ve işlemlerinde hukuka ve yasalara aykırı olmamak koşuluyla kendi düşünüş, görüş ve vicdanlarına göre hareket edebileceklerdir.

5235 sayılı yasanın 20. maddesindeki düzenlemeden de anlaşılacağı üzere Cumhuriyet savcılarının iş ve işlemlerinin büyük kısmı yargısaldır. (yasanın deyimiyle adli göreve ilişkindir.) O halde yargı sistemimiz içinde Cumhuriyet savcısı asla yürütme organına bağlı asayiş ve güvenlik görevlisi değildir. O tarafsız olması gereken bir adalet insanıdır. Cumhuriyet savcılarının, bahsettiğimiz bu yargısal görevleri dolayısıyla tarafsız olmaları gereği göz önünde bulundurulduğunda, mevcut pozitif hukuk normlarımız bakımından yönetsel görevleri açısından olmasa da, yargısal görevleri açısından, savcılık organının iç işleyişinde özerk, dışarıya karşı ise bağımsız olması gerektiği ortadadır. BU YARGISAL BAĞIMSIZLIK BAŞSAVCILARIN ADALET BAKANINA KARŞI BAĞIMSIZLIĞINI DA KAPSAR. 

2802 sayılı hakimler ve savcılar yasası'nın 5.maddesinde de 5235 sayılı yasanın 18/3-3 fıkralarındaki düzenlemeye paralel bir düzenleme söz konusu olup, bunun dışında 2802 SY'nın 5/3. fıkrasında, yargısal görevler dışındaki görevler bakımından (her türlü yönetsel görevler bakımından) adalet Bakanı'nın yargıç ve savcılar üzerinde “gözetim” hakkı olduğu ifade edilmiş olmakla, hem yargıçlar ve hem de savcılar yönetsel yönden Adalet Bakanı'na bağlı kabul edilmişlerdir. Aynı yasanın 5/4. fıkrasında da bahsettiğimiz bu bağımlılık ilişkisi “yargıçlar ve savcıların yönetsel görevleri yönünden Adalet Bakanlığına bağlıdırlar.” denilerek pekiştirilmiştir. 

Yine Anayasa'nın 140/6 ve 144. maddelerinde savcıların yönetsel yönden Adalet bakanı'na bağlı oldukları ifadesine yer verilerek savcıların yönetsel olarak bağımsız olmadıklarına değinilmiş olmaktadır. Özellikle Anayasa’nın 159. maddesindeki, yargıç ve savcılar ile ilgili olarak araştırma ve gerektiğinde haklarında inceleme ve soruşturma işlemlerinin, ilgili dairenin teklifi ve Yargıçlar ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanının (adalet bakanının) oluru ile Kurul müfettişlerine yaptırılacağı şeklindeki düzenlemedeki Adalet Bakanının yetkisi 140/6 ve 144. maddelerle birlikte düşünüldüğünde savcıların bağımsızlığı adına ortada vahim bir durumun olduğundan söz edilebilir. Anayasa’nın 159.maddesinde Adalet Bakanlığının merkez, bağlı ve ilgili kuruluşlarında geçici veya sürekli olarak çalıştırılacak yargıç ve savcılar ile adalet müfettişlerini ve hâkim ve savcı mesleğinden olan iç denetçileri, muvafakatlerini alarak atama yetkisinin Adalet Bakanına ait olduğu ifade edilerek “adalet müfettişlerini” Adalet Bakanı’nın atayacağı belirtilmek suretiyle savcıların bağımsızlığı yönetsel işlemleri açısından ve yönetselin de sorumluluk doğuracağı gerçeği karşısında yargısal işlemler açısından da savcıların bağımsızlığı büyük bir yara almıştır. özetle söylemek gerekirse, Anayasa’nın 159. maddesi dolayısıyla mevcut teftiş sistemi, yargı-yürütme etkileşiminin yoğunlaşmasına olanak tanımakta ve BU DURUMDA YÜRÜTME ERKİNİN YARGISAL ALANA MÜDAHALE POTANSİYELİNİ ARTIRMAKTADIR. 

Fakat 5235 sayılı yasanın 18. maddesi ile ilgili kısımda belirttiğim nedenlerle, buradaki bağımlılık ilişkisi hiyerarşik bir ilişki sonucunu doğurmaz. (Uygulama bakımından da doğurmamalıydı) Başka bir deyişle Cumhuriyet savcıları yönetsel görevleri yönünden de memur olarak öngörülmemişlerdir. Bunun en önemli kanıtlarından birisi de Anayasa'nın 139.maddesinde yargıçlara tanınan teminatlar aynı zamanda aynı madde ile savcılar içinde tanınmıştır. YİNE ANAYASA'NIN 140. MADDESİNDE YARGIÇLIK VE SAVCILIK MESLEĞİNİN NİTELİKLERİ ARASINDA BİR AYIRIMA GİDİLMEYEREK SAVCILARIN MEMUR OLMADIKLARI İFADE EDİLMİŞTİR. 

1982 Anayasası’nın 144. maddesinin kenar başlığı 5/2010 tarihli ve 5982 sayılı Yasa’nın 14. maddesiyle değiştirilmeden önce “Yargıç ve savcıların denetimi” olarak düzenlenmiş olmasına rağmen, değişiklikten sonra bu maddenin kenar başlığı ““Adalet hizmetlerinin denetimi” olmuştur. Bu maddede adalet hizmetleri ile savcıların idarî görevleri yönünden Adalet Bakanlığınca denetimi öngörülmüş olup, dolayısıyla yasakoyucu irade savcıların denetimiyle yargıçların denetimi arasında fark öngörmüş, sadece yargıçların bağımsız olduğunu vurgularcasına madde başlığında değişikliğe gitmiştir.


****SONUÇ: 

****Savcının görevi devletin menfaatini değil, adaletin menfaatini gözetmektir.
Savcının devletin menfaatlerini korumak için varolduğu iddiası krallık dönemlerinden kalma bir anlayıştır. Yönetenlerin yargılayanların faaliyetlerine müdahil olabilmek için savcılık kurumu gibi bir formülü bulmuş olmaları görmezden gelinemez. Ancak bu durum günümüzde savcının iddia faaliyetinin de tıpkı, yargıçların faaliyeti gibi adalete dair faaliyet olduğu gerçeğini değiştirmez.

**** Savcılık kurumunun hukuki niteliğinin belirlenmesi, savcılık kurumunun bağımsızlığı ve içinde yer alacağı erkin belirlenmesi bakımından önemlidir. Teoride savcılık kurumunun niteliği konusunda çeşitli görüşler vardır. Bir kısım yazarlar savcılık kurumunu yürütme erki içinde bir organ olarak gördüklerinden faaliyetlerinin yargısal değil yönetsel olduğunu öne sürmüşlerdir. Diğer bir kısmı da savcılık kurumunun faaliyetlerinin yargısal olduğunu ve dolayısıyla yargı erki içinde bir makam olarak düşünmüşler, bunun sonucunda da bağımsız olmaları gerektiğini savunmuşlardır.

Güçlü olan zayıfı ezer, ezmek ister ve ezmiştir de. O nedenle hukuk her zaman için güçlünün zayıfı ezmesini önlenmeyi amaç edinmiştir. Bu durum insanlar arasında olduğu gibi toplumlar arasında ve hatta kurumlar arasında da geçerli bir prensip olmuştur. Zaten bu prensip gereği erkler ayrılığı prensibi kabul görmüş ve iktidar gücünü en çok elinde bulunduran erkin diğerlerini ezmesine, başka bir deyişle diğerlerinin fonksiyonlarına müdahale etmesi önlenmek istenmiştir.

Hep derler yargıç ve savcıların yönetsel yönden yürütme erkine bağlanmasının ne sakıncası olabilir diye. Oysa en büyük sakınca da buradadır. Düşünsenize bir makamın kendi kendini yönetemediğini ve başka bir makamın yönetiminde varolduğunu. Böyle bir makamın, rüzgârın yön verdiği bir gemiden ne farkı kalır. Rüzgâr gemiyi nereye sürüklerse gemide oraya gideceğinden, o geminin varmak istediği bir liman olmasının bir anlamı olabilir mi? İşte adalet gemisi de öyledir. Eğer varmak istediği liman adalet limanıysa kendinden başka bir erkin yönetiminde adalet hedefine varması mümkün değildir. O halde yargı erki gerçek bağımsızlığına yönetsel ve mali anlamdaki bağımsızlığıyla ulaşabilir. Aksi takdirde hep başka erklerin belirlediği çerçeve içine hapsedilmiş kararlara imza atmak zorunda bırakılan elsiz, kolsuz ve bacaksız bir “söz de bütün” olacaktır.

Unutmayalım ki savcılık organı da nihayetinde adli sonuçları olan kararlara imza atan bir organdır ve adli sonuçlar doğuran kararlara hiyerarşik müdahale demek, yargısal işleyişe yönetsel işleyişin karışması demektir.

Savcılar, adaletin, yargıçlardan farklı ve bağımsız bir organının temsilcisi olarak, yargısal görevlerine ilişkin olarak kimseden emir ve talimat almazlar/almamalıdırlar.

Savcıların dış organlara karşı bağımsız, kurum içi işlerinde ise özerk olması demek, siyasi ve bürokratik müdahalenin önlenmesi demek olacaktır. Savcının yürütmenin gözetim ve denetiminde olması demek, yargıya daha başlangıç safhasında müdahale demektir. Yargı yetkisini kullandığı durumlarda savcılara telkinde dahi bulunulamamalıdır. Neyin yargı yetkisi olduğunu anlamamız için hangi savcı işlemlerinin tıpkı bir yargıç kararı gibi itiraza tabi olduğunu bilmek yeterlidir.

****Doğada ve toplumsal yaşamda hiçbir şey birdenbire ortaya çıkmaz. Zamanla evrilerek mevcut halini alır. Yaşanan tarihsel süreç de göstermiştir ki, bu gelişme yasasına kurumlar, organlar ve makamlarda tabidir. Diğer bütün kurumlar gibi savcılık kurumu da, üretim ilişkileri temelli toplumsal ihtiyaçların bir dayatması sonucu ortaya çıkmıştır. 

Bu bakımdan toplumsal kültürün ve buna bağlı olarak da insan hak ve özgürlüklerine verilen değer ve önemin gelişmesiyle orantılı olarak kurumların gelişmesi söz konusu olmuştur. Savcılık kurumu da bahsettiğimiz gelişme sonucunda ortaya çıkmış ve gelişerek günümüzdeki halini almıştır. Bu gelişmenin de süreklilik göstermesi üretim ilişkilerinin sürekli değişmesinin doğal bir sonucudur. 

Çıkar ilişkilerini tetikleyen iktidar mücadelelerinin bir sonucu olarak bahsettiğimiz bu gelişme seyri her zaman kesintisiz ve tutarlı bir şekilde ilerlememiş olsa da, hep iyiye yönelmiş bir program gibi olan “insan türü”, değer üreten bir makina gibi sonuçta iyiye, doğruya, hak ve özgürlüklere yönelmesini bilmiş, kendine yol ve yöntem gösteren bir felsefe üretmesini başarmışlardır. Bu bakımdan saydığımız değerlere yüzünü dönmeyen her değişim, tersine bir gelişme olarak gerileme olarak nitelendirilmelidir. 

İyiye, doğruya, hak ve özgürlüklere yönelmemiş her değişim evrensel gelişme yasasına aykırı olacağı gib, değer ifade etmeyen bir niteliksizliği de beraberinde getirecektir. O halde savcılık kurumunun değer ifade eden bir değişme yasasına, başka bir deyişle evrensel gelişme yasasına uygun bir şekilde tarihsel süreçte ilerleyebilmesi için, iktidar kavgalarının aracı olmayacak şekilde, iyiye, doğruya, hak ve özgürlüklere yönelmiş olması sağlanmalıdır. Bunun aksi yönde ilerleyecek bir kurumsal gelişme tersine gelişmeyi başlatacaktır. İşte bu tersine gelişmenin önlenmesi için her şeyden önce savcıların özerk (kendi iç bünyesinde bağımsız) ve bağımsız (diğer organlara karşı bağımsızlık) birer görevli olmaları sağlanmalıdır. Bu şekilde savcılar hak ve özgürlük üreten, gerçeğe götüren, kısaca değer üreten kişiler olacak ve savcılık kurumu da bu değerleri üreten bir kurum olabilecektir.

****Yürütme erki kendisini adalet organı içinde temsil ettirebilmek için, savcılık kurumunu yargısal faaliyette de bulunsa yürütme erki içinde bir organ olarak görme eğilimindedir. Bunda şaşılacak bir şey yoktur. Zira her üç erk de diğer erklerin faaliyet alanına doğru genişlemek eğilimindedir. Savcılık kurumu yargılama faaliyetinin sav-savunma ve karar diyalektiği için zorunlu olduğuna göre, savcılık kurumunun anayasal bir organ olarak düzenlenmesi zorunludur. Fakat savcılık kurumunun yürütme erki içinde düzenlenmesi demek, savcılığın yargısal faaliyetlerde bulunduğunu kabul etmemiz durumunda (ki yargısal faaliyetlerde bulunduğu inkâr edilemez bir gerçektir.) yargısal faaliyet alanına yürütme erkini davet etmiş olursunuz. Kısaca ifade edecek olursam, savcılık kurumunun yürütme erkinin yargı erkine müdahalesinin bir aracı olması isteniyorsa, savcıların bağımsız olması istenmeyecek, aksi durumda ise savcıların bağımsızlığı savunulacaktır. Savcıların bağımsızlığı içinde (en azından yargısal faaliyet alanları için) tıpkı yargıçların tabi olduğu bağımsızlık statüsünün geçerli olması zorunludur.

Suçları soruşturup, kanıt toplama faaliyetine girişip, yeterli kanıt topladığında dava açan, toplayamadığındaysa KYODK verebilme yetkisinin suçun mağdurlarına ya da diğer başka kişilere verilmeyip, devlet denilen bütün halindeki toplumsal organizmaya ait olması ve bu faaliyeti de devlet adına savcıların yürütmesi, savcıyı yürütmeye bağımlı ve bağlı kılmamalıdır. Zira Devlet demek, yürütme organından ibaret bir oluşum demek değildir. Devlet demek yasama, yürütme ve yargıdan oluşan yaşayan bütün halindeki bir toplumsal organizmadır.

Savcıların bir zamanlar kral/devlet adına soruşturma yaparak dava açtığı kabul edilirdi ve dolayısıyla yürütmeyi temsil ettiği kabul edilirdi. Oysa günümüzde savcılar gerçeği ortaya çıkarıp, haklı ile haksızın, suçlu ile suçsuzun ortaya çıkarılması ve suçun işleniş şekline göre sanığın en adil bir ceza ile cezalandırılabilmesi için, kısaca söylemek gerekirse adalete hizmet için soruşturma yapar ve dava açarlar. O halde eskiden kalma ve ezberci alışkanlıklarla savcılığın yürütme erki içinde bir organ olduğunu söylemek hiç de mantıklı değildir.


****Özgürlük bir orman gibidir. Ormandaki ağaçların özgürlüğü ormanın özgür olup olmamasıyla ilgili bir şeydir. Birkaç ağacın özgürlüğünü yitirmesi ormanın özgürlük yitimi anlamına gelmeyeceği gibi, özgürlüğünü yitirmiş bir ormanda hiçbir ağaç özgür olamaz. İşte muhakeme faaliyetine katılan sav-savunma ve karar makamlarının özgürlüğünü de bu örnekteki gibi düşünebiliriz. Yani, muhakeme makamlarından her biri ormandaki bir ağaç gibidir. Orman yani muhakeme makamı özgür değilse, savcı da özgür olmaz, yargıç da avukatta. O halde, muhakeme faaliyeti alanının özgürlükler ormanı olabilmesi sağlanmalı ve bunun içinde muhakeme faaliyetine katılan her üç süjenin de tam manasıyla özerk ve bağımsız olması sağlanmalıdır. Başka bir deyişle söylemek gerekirse, çağdaş yapıya kavuşturulmuş özgür muhakeme süjeleriyle, çağdaş ve özgür bir muhakeme faaliyeti yapılır. Sonuç olarak muhakeme süjelerinin tek tek özgürlüklerinin sağlanmasıyla, bağımsız kararlara ulaşılan bir muhakeme faaliyeti garanti altına alınacaktır.

****Başsavcıların gözetim ve denetimi (eğer olacaksa da), yetki ve görev olarak düzenlenmelidir. Bu görev ve yetki, soruşturmaların yargı etiği kurallarına uygun şekilde ve özellikle tarafsızlıkla ve hukuka uygun şekilde yürütülüp yürütülmediği noktasında olmak kaydıyla esasa inebileceği gibi, usul hükümlerinin yasalara, hukuka ve insan hak ve özgürlüklerine aykırı şekilde uygulanıp uygulanmadığını kontrol noktasından öteye gidememelidir. Başka bir deyişle gözetim ve denetim yetki ve görevi, savcıların hukukun uygulanmasına ilişkin kararlarını (İddianame, kovuşturmaya yer olmadığına dair karar, mütalaa, yetkisizlik gibi) ve hukukun uygulanmasına ilişkin tali işlemlerini (tutuklamaya sevk, gözaltına alma, zorla getirme kararı verme gibi) başsavcının kendi düşüncesine göre şekillendirmeleri yönünde emir ve talimat şeklinde anlaşılamaz. Her ne kadar savcılık teşkilatı, tabiri caizse bir kül (bir bütün olarak kabul ediliyor) ise de, yargı bağımsızlığına gölge düşürecek bir yetkiyi içinde barındırması, (en azından ülkemiz kültürel yapısı ve hukukun ülkemizde algılanışı ve yargının ülkemizdeki bağımsızlık anlayışı izdüşümünde düşünecek olursak) hukukun genel ilkelerine aykırı olacaktır.

İşte savcılığın bu kül oluşu, savcıların, hem bağımsızlığını ve hem de iç ilişkilerindeki özerkliğini olumsuz yönde etkilemektedir. Bağımsızlığını olumsuz yönde etkilemektedir, çünkü kendi görüş ve düşünceleri olmayan/olamayan savcılardan oluşacak bir teşkilatın, yürütme erkine karşı (özellikle Adalet Bakanı’nın HSYK da ki etkili konumu dolayısıyla) tam bağımsız hareket edebilmesi daha da zor olmaktadır/olacaktır. Bu kül oluş, özellikle savcıların özerkliğini olumsuz etkilemektedir ki, bu da başsavcıların savcılığın beyni gibi düşünülmesinden kaynaklanmaktadır. Başka bir deyişle savcılar, başsavcı adına işlem yaparlarken, onun görüş ve düşüncelerinden farklı bir işlem yapamayacaklarından, verdikleri her karar ve yaptıkları her işlem aslında başsavcının iradesini yansıtmış olacağından, özerk hareket edebildikleri asla söylenemez. Her ne kadar uygulamada bir savcının gerek bilgisi ve gerekse de dirayetiyle kendi görüş ve düşüncesini farklı da olsa yansıtabiliyorsa da, bu istisnai bir durumdur ve en küçük bir inatlaşmada, içinde savcıların (sicil, terfi vb. yönlerden) zarar görme potansiyelini taşımaktadır. O nedenle savcılık makamı kül olmamalıdır.

Başka bir yaklaşımla değerlendirecek olursak, savcılık teşkilatının bir bütünlük oluşturması, savcılık teşkilatında yönetsel anlamda hiyerarşik bir düzeni zorunlu kılmaz/kılmamalıdır. Her savcı hukuk fakültesi mezunudur ve bir vicdanı vardır. Dolayısıyla her hukukçunun ve insanın olduğu gibi her savcının da farklı bir düşüncesi ve vicdanı vardır. O halde Savcılık teşkilatında sırf bütünlük var diye, her savcının olaylara aynı perspektiften bakmasının beklenmesi, bir dayatma olarak nitelendirilebilir. Her dayatma da demokrasi kültürüne ve düşünce özgürlüğüne aykırı olduğuna göre, savcıların, özellikle adli (yargısal) iş ve işlemlerini yerine getirirken, hem her hukukçunun farklı bir hukuki düşüncesi ve vicdani bakış açısı olabileceği hem de demokrasiye ve düşünce özgürlüğüne saygının bir gereği olarak her türlü vesayet ilişkisinden uzak bir şekilde hareket edebilmeleri sağlanmalıdır. Başka bir deyişle bir savcıya, yürüttüğü soruşturmanın sonucunda nasıl karar vereceğine, duruşmadaki nasıl mütalaada bulunacağına, kimi, ne zaman ve neden sorguya sevk edeceğine, hangi hallerde arama ve el koymaya ve gözaltına almaya karar vereceğine dair emir ve talimat vermesinin önüne geçilmelidir. Bağımsız ve tarafsız bir muhakeme faaliyetinin oluşturulabilmesi için, bu saydığımız görevler açısından savcıların tamamen hukuka, yasalara ve vicdanlarına göre hareket etmesinin güvencesi mutlaka oluşturulmak zorunluluğu vardır.


****Başsavcıların Gözetim Ve Denetim Hakkı Ve Bağımsızlık:

2802 sayılı Hâkimler Ve Savcılar Yasası’nın “Gözetim Ve Denetim Hakkı” kenar başlıklı 5. maddesinde:

“Yargıtay, bütün adalet mahkemeleri üzerinde, Danıştay, bütün idari mahkemeler üzerinde yargı denetimi ve gözetimi; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Yargıtay Cumhuriyet savcıları üzerinde, Danıştay Başsavcısı, Danıştay savcıları üzerinde, ağır ceza Cumhuriyet başsavcıları, merkezdeki Cumhuriyet savcıları ile bağlı ilçe Cumhuriyet başsavcıları ve Cumhuriyet savcıları üzerinde, gözetim ve denetim hakkına sahiptir.

Mahkeme başkanlarının, yargılamanın düzenli bir şekilde yürütülmesine ilişkin olarak görevli oldukları mahkeme dairelerindeki hâkimler üzerinde gözetim hakkı vardır.

Adalet Bakanı, yargı yetkisinin kullanılmasına ilişkin görevler hariç olmak üzere hâkim ve savcılar üzerinde gözetim hakkını haizdir.

Hâkim ve savcılar idari görevleri yönünden Adalet Bakanlığına bağlıdırlar.”

Denilmiş olup, bu düzenlemenin bağımsızlık ve özerklik bakımından incelenmesinde: 

Buradaki düzenlemenin içeriğinin tam olarak anlaşılabilmesi için her şeyden önce “gözetim” ve “denetim” ve “yargı denetimi ve gözetimi” kavramlarının açıklığa kavuşturulması gereklidir.

Yargı bağımsızlığı ruhuna aykırı bir kavram olan “gözetim ve denetim hakkı” kavramı, “askeri vesayet” dönemlerini hatırlatan bir kavramdır.

Bir yerde gözetim ve denetimden bahsediliyorsa, orada bu yetkiye sahip birimin otoritesinin olduğu kabul ediliyor demektir.

Gözetim ve denetim, en kısa tanımıyla yönetsel vesayet olarak tanımlanabilir ve dolayısıyla yargısal alanda değil de yönetsel alanda yer alması gereken bir kavramdır. Bu nedenle yargısal alanda kullanılması, başta yargılamanın diyalektiği ve kolektifliği ilkelerine ve en nihayetinde de yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkelerine aykırıdır.

Burada önemli bir noktada gözetim ve denetim yetkisini elinde bulunduran başsavcıların bağımsızlıklarının yeterli düzeyde olup olmadığıdır. Eğer başsavcının bağımsızlığı tehlikedeyse, başsavcının gözetip denetlediği savcıların bundan etkilenmemesi olanak dışıdır. O halde başsavcısı özgür olmayan savcı da özgür değildir.

Cumhuriyet savcılarının görevleri yargısal, başsavcıların görevleri ise özde yönetseldir. Dolayısıyla görevi yönetsel olan başsavcının yönetsel vesayet ve hiyerarşi içinde Adalet Bakanı’na bağlı olarak çalışması bile düşünülebilir. Fakat savcıların görevleri yargısal olduğundan burada yönetimin bütünlüğü ilkesi ve dolayısıyla yönetsel vesayet ve hiyerarşi geçerli olamaz. Başsavcıların savcılar üzerinde yargısal gözetim ve denetim hakkı da olamayacağından, başsavcıların görevi savcıların uyum içinde çalışmasını temin bakımından iş bölümü yapmak ve görevlerini yürütürken yargı etiği kurallarına aykırı davranıp davranmadıkları yönünde tavsiye niteliğinde görüş açıklaması ve durumu HSYK’ya bildirmek şeklinde çerçevesi çizilmelidir.

Unutmayalım ki, savcıların bürokratik vesayet altında (hiyerarşi zinciri içinde) adalete hizmet etmesini beklemek hayalciliktir. Bürokratik vesayete tabi savcıların, sırf bu vesayet dolayısıyla mahkemeye götüremediği her bir haksızlık adaletsizlik tohumu olarak hukuk tarlasına ekilmiş sayılacaktır.

Gözetim ve denetime ilişkin temel prensiplerinin belirlenmesi ve bu prensiplerin ülkenin tüm savcılık birimlerinde ortak olması koşuldur.

Gözetim ve denetim yetkisini elinde bulunduran başsavcıların bu yetkilerinin açıkça tanımlaması yapılarak, yetkinin sınırlarının yargı etiği kuralları ve bunlar içinde de özellikle yargı bağımsızlığı açısından çerçevesinin objektif bir kesinlikte çizilmesi sağlanmalıdır. Bunun yanında bahsettiğimiz bu objektif kesinliğin çerçevesinin yargı denetimine olanak sağlayacak şekilde en az yönetmelik düzeyinde, olmadığı takdirde HSYK genelgesi ile sağlıklı bir yapıya kavuşturulması sağlanmalıdır.

Eğer mutlaka yapılacaksa, öyle bir düzenleme yapılmalıdır ki, başsavcıların gözetim ve denetim hakkı istisna, savcıların bağımsız hareket edebilmesi esas olmalıdır. Başka bir deyişle arzu edilen tam bağımsız bir savcılık kurumu oluşturulmak olmakla beraber, mevcut hukuki düşünüş tarzı içinde savcıların özerkliğini esas olan bir gözetim ve denetim sistemi öngörülmelidir ki, yargı bağımsızlığı bütün unsurlarıyla gerçekleşebilsin.

Sonuç itibariyle böyle bir yetki olacaksa, bu yetki savcıların,

1-Hukukun genel ilkelerini gözetip gözetmedikleri,
2-Karar ve mütalaalarında AİHM kararlarına atıf yapıp yapmadıkları,
3-Yasal yükümlülüklere aykırı davranıp davranmadıkları,
4-Soruşturmaya muhatap olanlara karşı tavır ve davranışlarının meslek etiğine uygun olup olmadığı konularının dışına taşmamalıdır.

Bu bağlamda özellikle belirtmeliyim ki, başsavcıların, savcılar üzerinde kullanabildiği yönetme yetkisi, insan türünün, bir sözleşmeyle, kendini bir başkasının yönetmesine izin verdiği şeklindeki hatalı varsayımın devamından başka bir şey değildir.

****Her zaman seçilmişler tarafından yönetilmek demokrasinin gereği oluyor da, savcılık kurumunun yönetiminde neden demokrasi kültürünün gereği ihmal edilerek, yönetme yetkisi atanmışlara veriliyor. Başka bir deyişle mutlaka yönetici konumunda olan bir başsavcı olması öngörülüyorsa, neden bu başsavcın demokratik gereklere göre ilgili Cumhuriyet savcıları tarafından seçilmiyor? Bu bakımdan bin yılları kapsayan kültür tarihinin birikimleriyle biçimlenen özgürlükçü, katılımcı ve eşitlikçi bir yönetim algısına uygun bir savcılık yönetimi oluşturulmamış olması büyük bir eksikliktir.

Savcıların yönetmek ve yönetilmekle işi olmaz. Bu kavramlar, günümüz savcılık anlayışına uzak kavramlar olmalıdır. Çünkü savcılar ne yönetilmek ve nede yönetmek için var değildirler. Onlar, hak, özgürlük, gerçek, gerçeklik ve adalet için vardırlar. Dolayısıyla adeta savcılığın adalet organı olduğu unutularak, hiyerarşik bir yönetim modeline tabi kılınmış olmaları kabul edilebilir bir adalet anlayışı değildir. Dolayısıyla adalet organı olan savcılığın bağımsızlığı, özerkliği ve saygınlığına yaraşır bir yönetim teorisi geliştirmekle en çok da adalete ve adalet bekleyenlere hizmet edilmiş olacaktır.

Günümüzde, yaşamın her alanında başarı için etkin ve katılımcı bir anlayış egemen olmuşken, konumuz anlamında söyleyecek olursam, etkin ve katılımcı bir yönetim en doğru yöntem olarak kabul edilmişken, savcılığın yönetiminde neden illaki tek kişinin liderliğindeki yönetim modeli tercih edilmektedir. Kanaatimce, antidemokratik bulduğum bu eski alışkanlıktan vazgeçmenin zamanı, geldi de geçiyor bile.

Unutmayalım ki, muhatabı ister yargıç, ister savcı ve isterse de avukat olsun, hukukçuların hukuki görüşleri üzerindeki her türlü yönetsel denetimin bir diğer adı yönetsel dayatma olacaktır. Bu yönetsel dayatmanın hukuk dünyasındaki bir diğer anlamı da vicdani özgürlüğün yok sayılmasıdır. Oysa hukuki karar demek vicdani karar demektir. Vicdani olmayan hiçbir karar aynı zamanda hukuki olmaktan da uzak olacaktır.

Kanaatimce, savcıların denetiminin başsavcılar tarafından yapılması, hiyerarşik ilişkinin kuvvetlendrilerek savcıların iş ve işlemlerinin yargısallığına gölge düşürmekten başka bir anlam ifade etmeyecek ve savcıları memurlaştıracağı gibi, muhakeme faaliyetine yagıç ve avukatla birlikte katılan bir muhakeme faaliyeti süjesi olması dolayısıyla yapılan bir muhakeme faaliyetini özünden uzaklaştırıp, adeta bürokratik bir boyuta taşıyacaktır.

Bu noktada son olarak şunu söyleyebilirim ki, şimdiki savcılık yönetim modeli, başsavcı otoritesine dayalı, antidemokratik bir yönetim üslubuyla işleyen ve sonuçta itaati yücelten bir sistemdir.


**** Başsavcıların İşbölümü Yetkisi ve Bağımsızlık: 

Birden fazla Cumhuriyet savcısının olduğu yerde, savcılar arasında iş bölümü yapmak elbette bir zorunluluktur. Burada önemli olan nokta iş bölümünün kim ya da kimler tarafından, hangi usullerle yapılacağı olduğu kadar adaletli olarak yapılmasıdır. 

5235 sayılı Yasa’nın Başsavcıların görevlerinin sayıldığı 18. maddesinin 1.fıkrasının 2. bendinde başsavcıların, başsavcılığın verimli, uyumlu ve düzenli bir şekilde çalışmasını sağlamak ve iş bölümünü yapmak görevleri olduğu belirtilmiş olup, bu durumda mevcut pozitif hukuk normlarımıza göre savcılar arasındaki iş bölümünü yapmak görevi (aslında yetkisi) başsavcılara verilmiştir. Başsavcılar bu yetkiyi kullanırken hakkaniyet duygularının dışında hiçbir yere hesap vermek zorunda değillerdir. Her ne kadar bu yetkinin kötüye kullanımı durumunda teoride itiraz hakkı olduğu düşünülse de, uygulamada bugüne kadar böyle bir itiraz ne görülmüş ve ne de duyulmuştur. Hiçbir itirazın olmamamsının sebebi elbette ki bütün başsavcıların hak ve adalete uygun vicdani bir iş bölümü yapmalarından değil, savcıların başsavcılara karşı bağımsızlıklarının (özgürlüklerinin) olmamasından kaynaklanmaktadır. Zira bir savcının mesleki kariyeri bakımından en önemli unsurlardan birisi olan başsavcı sicilinin, savcıların itiraz haklarını kullanmalarına engel teşkil ettiğini söylemek mümkündür. Bu bakımdan mevcut hukuksal düzenlemeye göre başsavcılar tarafından yapılan iş bölümüne savcıların itiraz hakkı mutlaka tanınmalıdır.

Bununla birlikte başsavcıların iş bölümü yetkilerinin tamamen takdirlerinde olması, her zaman için içinde sakıncalar barındıran bir durumdur. Pozitif hukuk normlarında başsavcıların iş bölümü yetkisinin olduğu gibi korunması düşünülüyorsa da, bu yetkinin sınırlarının kesin çizgilerle belirlenmesi gereklidir. Örneğin, akademik olarak kendisini örgütlü suçlar konusunda geliştirmiş olan bir savcının bulunduğu yerde, bu tür soruşturmalara bakma görevinin iş bölümü ile başka bir savcıya verilmesi takdir hakkının kötüye kullanılması olacaktır. O nedenle iş bölümünün esaslarının belirlendiği bir yönetmelik ya da genelgenin düzenlenmesi kaçınılmazdır. Keyfiliği önlemenin en önemli yollarlından birisi savcılara itiraz hakkını tanımaksa, bir diğeri de iş bölümü esaslarının yönetmelik ya da genelge ile belirlenmesidir.

İş bölümünün belirlenmesiyle ilgili bir diğer nokta da, iş bölümünü kimin yapacağı kadar önemli bir nokta olan, iş bölümünün belirlenmesinde izlenecek yöntem sorunudur. Günümüz dünyasında demokrasi ve demokrasi kültürü, modernliğin ve uygarlığın bir ölçütü olduğuna ve demokrasi filizlerinin her düşünüşte, her eyleyişte ve her oluşumda boy verdiği/boy vermesi gerektiği bir ortamda, ceza yargılaması bakımından önemi yeni yeni kavranan savcılık kurumundan demokrasinin ve demokrasi kültürünün esirgenmesi düşünülemez. Kaldı ki, demokrasinin, toplumsal gelişmeyi sağlayan sorgulayıcı bir araştırma izlencesi olduğu hususu da göz önünde bulundurulduğunda önemi daha da fark edilecektir. Bunun yanında demokrasi denilen olgu, öyle kitaplardan ya da kulaktan duyma bilgilerle öğrenilemez. Her an, her işte ve her durumda yaşanarak, hissedilerek ve hissettirilerek öğrenilen bir şeydir. Başka bir deyişle demokrasi yaşarken öğrenildiği gibi, öğrenilirken yaşanılır. İşte bu nedenlerle savcılar arasındaki iş bölümünün yapılmasında da demokrasi kültürünün bir gereği olarak, ilgisi olan bütün savcıların iş bölümünü belirlemede irade açıklamasına izin verilmeli ve bu iradelerinin de en azından bir oy değeri olmalıdır. Bunun aksi her yöntemin birer dayatma olacağı unutulmamalıdır.

İş bölümünün belirlenmesinde yukarıda ortaya attığım demokratik kültür yönündeki yönteme yöneltilecek eleştirinin, “ama kurumsal disiplini ve uygulama birliğini sağlamak için bir otoriteye ihtiyaç var ve bu boşluğu da başsavcının doldurması zorunludur” şeklinde olacağını görür gibiyim. Buna da şöyle yanıt vermek isterim: Savcıların da diğer insanlar gibi, bir otoriteye ihtiyaç duymaksızın kendi özgür iradeleri ile doğruyu yanlıştan ayırma güçleri vardır. Onlarda diğer insanlar gibi monolog içinde bir iş yaşamını istemezler. Çok sesli ve diyalog içinde bir iş yaşamını tercih ederler. Bunun iyiliğini ve faydasını kavrayacak akıl, sezgi gücü ve kabiliyete sahiptirler. Savcıların hukuki düşünce tarzlarına, sorgulanamaz hiyerarşi düzeni üzerine kurulmuş, lidere biatı emreden bir düşünce tarzı olamaz. Çünkü onların işi gerçekledir. Çünkü onlar sadece adaletin otoritesine boyun eğerler. 

Üzerinde durmak istediğim bir okta da, savcıların iş bölümünün başsavcı tarafından yapılmasından ziyade, başsavcı tarafından yapılan iş bölümünün, yine başsavcı tarafından uygun görülen bir zamanda ve hiçbir itiraza tabi olmaksızın değiştirilebilmesinin savcıların bağımsızlığı ve özerkliğini zedeleyen esaslı bir nokta olduğudur. Zira iş bölümünün başka bir organ tarafından (örneğin HSYK tarafından) belirlenmesi halinde dahi savcıların bağımsızlığı garanti edilmiş olmayacaktır. Fakat merkezi bir otorite tarafından iş bölümünün belirlenmesi halinde, İşbölümünü belirleyen makam ile her gün birebir şekilde çalışılmadığından ve dolayısıyla müdahale riski daha az olacağından, bağımsızlığa olumsuz yönde etkisi daha az olacaktır. Bu nedenle iş bölümü gibi yönetsel tasarrufların merkezi otorite (HSYK) tarafından ve objektif ölçütler esas alınarak yapılması daha sağlıklı sonuçlar doğuracak, sonuçta savcılar üzerinde en azından gündelik ve birebir baskı oluşturmayacaktır.


**** Savcılar İle Başsavcılar Arasında Hiyerarşik Yapı Ve Bağımsızlık:

Uygulamada görülen başsavcı yetkileri, başsavcı ile savcılar arasında hiyerarşik bir yapının doğmasını kaçınılmaz kılmaktadır. Dolayısıyla bu türden yetkiler mevcut olduğu takdirde, savcıların bağımsız olması sağlansa da özerk olmaları sağlanamayacağından içi boş bir bağımsızlık söz konusu olacaktır.

Bordeaux Bildirisi’nde bu konu ile ilgili olarak “Hukukun üstünlüğü ilkesi ile yönetilen bir devlet de, savcılık hiyerarşik bir yapıya sahip ise, Cumhuriyet savcılarına ilişkin olarak savcılığın etkinliği yetke, hesap verebilirlik ve sorumluluğun saydam çizgileri ile sıkı bir bağlantı içindedir. Birey olarak savcılara verilen talimatlar yazılı olmalı, tatbik kabiliyeti bulunan yerlerde kamunun ulaşabileceği savcılık ilke ve ölçütleri ile uyum içinde olmalıdır. Cumhuriyet Savcısının kovuşturma yapılmasına ya da kovuşturma yapılmasına yer olmadığına ilişkin kararlarının her türlü denetimi tarafsız ve nesnel olarak icra edilmelidir. Her durumda mağdurun menfaatlerine gerekli özen gösterilmelidir.”

Denilmek suretiyle, savcılara verilen talimatların yazılı ve savcılık ilke ve ölçütleri ile uyum içinde olması gerektiği gibi, savcıların kovuşturma yapılmasına ya da kovuşturma yapılmasına yer olmadığına ilişkin kararlarının her türlü denetiminin tarafsız ve nesnel olarak icra edilmesi gerekliliğine işaret edilerek, savcılar ile başsavcılar arasında hiyerarşik yapının bulunduğu hukuk düzenlerinde, mevcut (hiyerarşik) yapının sakıncaları bertaraf edilmek istenmiştir.

İlk bakışta başsavcıların, savcılık iş ve işlemlerinde eşgüdüm sağlaması gayet normal ve bir o kadarda gerekli bir düşünce gibi görünse de, hatta düşünsel ve uygulama yönünden çekici de gelse, hukuk dünyasında eşgüdüm sağlanması adına bir otoritenin uygulamaya müdahalesinin anlamsızlığı ve yargı bağımsızlığı karşısındaki büyük çelişkisini gözlerden kaçıramamaktadır. Hukuk dünyasında yargıç ve savcıların önüne gelen her olay bir diğerinden farklı bir olaydır ve her olayın özelliğine göre farklı bir karara ulaşılması özgür ve bağımsız düşünebilen hukukçunun ve hukuk sistemlerinin en temel özelliğidir. Dolayısıyla başsavcıların, sırf eşgüdüm kaygısıyla benzer olaylarda ne tür bir karar verileceği ya da hangi hukuk yollarına başvurulacağı gibi konularda emir ve talimat vermesi düşüncesinin demokratik hukuk devletinde yeri yoktur. Kısaca söylemek gerekirse, uygulama birliği ve eşgüdüm kaygısı bilinçaltına yerleşmiş otoriter uygulamalardan kalma bir alışkanlıktan başka bir şey değildir.
Bu konuda unutulmaması gereken nokta astlık-üstlük ilişkisinin doğuracağı sonuçların savcıların hukuki statüsünü kesin bir şekilde belirleyeceği gerçeğidir. Eğer başsavcıları, savcıların üstü kabul ediyorsak, üstlerin de astları her zaman denetleyebilme ve yönetme, yönlendirme yetkisinin de olduğunu kabul etmişiz demektir. Bunun için yasal bir düzenlemeye gerek bile kalmaz.

KYODK ve iddianame düşünsel içeriğe sahip olmakla sadece onu yazan savcının görüş ve düşüncelerini yansıtan düşünsel bir faaliyettir aynı zamanda. Her ne kadar başka savcılar ya da başsavcı da aynı düşünce de olsa bile olayların anlatımı, olayın oluşunun kabul şekli, kanıtların takdiri, sevk maddelerinin belirlenmesi, ağırlatıcı ya da hafifletici nedenlere yapılan vurgu ve diğer yönleriyle herkesin aynı iddianameyi yazması beklenemeyeceği gibi, kovuşturmama sebeplerini ve anlatımını da aynı şekilde yazması beklenemez. Bu bakımdan başsavcının savcılara “şu olay hakkında şu şekilde, şu iddianameyi yazacaksın ya da şu şu nedenlerle KYODK vereceksin!” demesi kendi görüşünü savcıya dayatmasının ötesinde yargı etiğine ve pozitif hukuk kurallarına aykırı olacaktır. Kısaca söylemek gerekirse, bir soruşturmada nelerin araştırılıp nelerin araştırılmayacağı, hangi noktalar üzerinde derinliğine inceleme ve hukuki değerlendirme yapılacağı, kanıtların hukuk süzgecinden nasıl geçirileceği ve bütün bunların sonucunda vicdanın hangi oranda devreye girerek bir karara varılacağı gibi konularda başsavcı tarafından savcılara emir ve talimat verilmesi düşünülemez.

Savcının duruşma sırasındaki her türlü iş ve işlemi de düşünsel bir işlem olmakla burada da savcıların tam bağımsız olmaları zorunludur.

Bütün bunların yanında savcıların temyiz ve itiraz gibi yasa yollarına başvurmaları da onların düşünsel faaliyet alanına girdiği gibi yargısal faaliyet alanları kapsamındadır. Dolayısıyla bu alanlarda da başsavcıların savcıların düşüncelerine müdahale niteliğindeki emir, talimat ve telkinleri hem hukuki olmayacak ve hem de yargı etiği kurallarına aykırı olacağı gibi, savcıların özgür iradelerine ve düşünsel faaliyetlerine müdahale niteliği gereği savcıları memur statüsünden de alt basamakta görmek demek olacaktır. Zira devlet memurları yasası ve hatta hiçbir yasa, bir amirin dahi göreviyle ilgili olsa bile, kendi düşüncesini astı konumundaki memura dayatmasına ve memurun düşünsel faaliyetine müdahalesine izin vermemektedir. Bu bakımdan savcının memurdan da memur bir konuma indirgenmesi asla kabul edilemez.

Başsavcıların savcıların hukuki görüşleri üzerinde söz sahibi olması ve (genellikle) uygulama birliğini gerçekleştirmek adı altında savcıların hukuki görüş ve düşüncelerini kendi düşüncesi doğrultusunda tekilleştirmesi, gerçeğin uzağına düşülmesi anlamına gelir. Bu gerçeğe tarafsız bakamamak sonucunu da doğurur. Başka bir deyişle savcılar açısından gerçeği başsavcıların görüş ve düşünceleri arasına sıkıştırmış olur. Bunun yanında dolayısıyla da olsa yargılama hukukunun an ilkelerinden olan çelişme ilkesinin çiğnenmesi söz konusu olacaktır. Zira birbirinden farklı görüş ve düşüncenin özgür bir ortamda birbiriyle yarıştırılmaması durumunda, yani yargılama yaparken adına “çelişme” yöntemi adı verilen ve sav, savunma ve yargılama makamlarını oluşturan süjelerin kendi görüş ve düşüncelerini ileri sürerek tartışmaları sağlanamıyorsa, gerçeğe ulaşmak ancak tesadüflere kalacaktır.

****BAŞSAVCILARIN, SAVCILARLA İLGİLİ PERFORMANS DEĞERLENDİRME FORMU DÜZENLEMESİ gibi bir uygulama mutlaka gerekli görülüyorsa, bu formların en azından ilgili savcı aleyhine sonuç doğurmaması sağlanmalıdır ki, savcılar hukuki düşünceleri konusunda özerk ve bağımsız bir şekilde karar verebilsinler. 

****Daha da önemlisi, savcıların öznel bağımsızlığının sağlanabilmesi için mevcut terfi sistemi ve sicil uygulamasının kaldırılması gerekir.

****Adli kolluğun gerçek manada ve aktif olarak kurulması savcıların bağımsızlığı açısından önemli bir işleve sahip olacaktır. Zira savcıların kendilerine değil de, mülki makamlara (idareye) bağlı kolluğa soruşturma işlemlerini yaptırdığı ortamda, savcıların soruşturmalar üzerindeki etkinliği sorgulanır hale gelmiştir.

****Savcılar iç bünyelerinde özerk olamıyorlarsa, başka bir deyişle başsavcılara karşı bağımsızlıkları yoksa, en azından başsavcıların kendileri aleyhine giriştikleri her türlü hukuki tasarrufa karşı etkili bir itiraz mekanizmasına başvurabilmeleri veya yargı denetimine taşıyabilmeleri gerekir. Aksi halde, yani adalet dağıtımında çok önemli görevleri olan insanların (savcıların), kendilerine yönelik iş ve işlemlerin adaletsiz olduğu kanısında olduklarında buna itiraz edememeleri, yargı sistemi içindeki büyük bir çelişkiye işaret edecektir.

****Savcılara tanınan güvencelerin Anayasal teminat altına alınması şeklinde düzenleme en ideal olanıdır. Bu türden teminatların anayasal düzeyde şekillenmesi, olası yap-boz şeklindeki düzenlemelerin önüne geçecek ve bu şekilde her siyasi iktidarın savcılarla ilgili keyfi tasarruf yapmalarının önüne geçilmiş olacaktır.

****Savcıların adli ve yönetsel görev ve sorumluluklarının en az yönetmelik düzeyinde belirlenmesi gereklidir.

****Kolektif ceza yargılaması faaliyetine katılan ve adına muhakeme faaliyeti dediğimiz faaliyetin, sav-savunma ve karar üçlüsünden biri olan savcılık makamının, yönetsel bir makam olduğunu öne sürmek, muhakeme faaliyeti içinde yürütme erkine rol biçmek demek olacaktır ki, bu da muhakeme faaliyeti ( adalet uğraşısı) adına kabul edilebilir bir hukuksal durum değildir. O halde muhakeme faaliyeti içinde yürütme erkine rol biçmemek isteniyorsa, savcılığın yönetsel bir makam olduğunu öne sürmemek gerektiği gibi, bu türden öne sürmelerin dayanağını oluşturan argümanlarla ilgili gözden geçirmeler yapılmalıdır.

****Ülkemiz özelinde savcıların hukuki statülerinin belirlenmesi bakımından girişilecek hukuksal düzenleme değişikliklerinde dikkat edilmesi gereken bir nokta da, her ülkenin kendine has bir kültürü olduğu ve bu kültürün hukuki metinlere yansıdığı kadar, hukuksal kurumlara ve bunların işleyişine de yansıdığı gözden uzak tutulmamalıdır. Dolayısıyla A ülkesinde gayet modern şekilde işleyen bir savcılık sistemi, ülkemizde olumsuz sonuçlar doğurabilir. Bu bakımdan Avrupa ülkeleri hukuk sistemlerinde mevzuat da pek de iç açıcı görünmeyen bir savcılık teşkilatlanması, Avrupa’nın ileri demokrasi kültüründe ve ekonomik refah koşullarında gayet güzel sonuçlar doğurabilirken, ülkemiz koşulları nedeniyle bugünkünden daha olumsuz sonuçlar doğurabilir. Kısaca söylemek gerekirse yapılacak her türlü hukuki düzenlemenin ülkenin hukuk, demokrasi ve kültür pratiğinde ne gibi sonuçlar doğurabileceğini öngörmek zorunludur. Ancak böyle düşünülüp, eylendiği takdirde savcılık kurumunun özerklik ve bağımsızlık gen havuzuna katkı yapılmış olacaktır.

****Her ne olursa olsun ve hangi koşulda olursa olsun, yargısal kararlar verirken savcılarında yargıçlar gibi, bağımsız olması, yani hiçbir kişi, kurum ya da organdan emir almaması, yalnızca yasalar, hukuka ve vicdanlarına göre karar vermeleri zorunludur. Aksi takdirde olaylara hukuku uyguladıkları sırada objektiflikten ve eşitlikten uzaklaşarak bir sonuca varmaları işten bile değildir. Bu da adil yargılanma hakkına aykırılıkla sonuçlanan bir durum olacaktır.

****Savcılık kurumunun, erkler ayrılığı sistemini benimsemiş bir anayasal sistem de hangi erk içinde yer aldığının tespitini, pozitif hukuk kuralları dediğimiz mevcut mevzuat hükümleri çerçevesinde yapmak demek, MEVCUT SİSTEMİN SAVCILIK KURUMUNA UYGUN GÖRDÜĞÜ NİTELİĞİ BELİRLEMEKTEN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLDİR. Başka bir deyişle hâlihazırdaki yasaların savcılık kurumunu hangi erk içinde düzenlediğini belirlemektir. OYSA ASIL ÖNEMLİ OLAN NOKTA SAVCILIĞIN İDEALDE HANGİ ERK İÇİNDE DÜZENLENMESİ GEREKTİĞİ HUSUSUDUR. Aksi takdirde bu konuda üretilecek fikirler, yasakoyucu iradenin belirlediği çerçeve dışına çıkmayacak şekil ve içerikte yorum yapmaktan öteye gitmeyecektir. Bu şekildeki yorumlama faaliyeti yasanın dilini sadeleştirmekten başka bir anlam ifade etmeyeceği gibi, bilimsel bir çalışma olduğu ileri sürülse bile asla hukukun felsefik derinliğinde bir faaliyet sayılmayacaktır. Felsefe fark yaratır. Felsefe yarattığı fark kadar da değiştirir. Ve değişim kadar ilerleriz.

****Unutmayalım ki, savcılar, yapacakları hatalı iş ve işlemlerle: Kişilerin özgürlüğünü ortadan kaldırıp, dört duvar arasına girmelerine yol açabilir. Maddi ve manevi pek çok haktan mahrum olmalarına neden olabilir. Masumiyet karinesinin, onur ve saygınlığının çiğnenmesine yol açabilir. Gelecek beklentisinin çalınmasına meydan verebilir. Siyasal ve maddi çıkarlara alet olabilir. Hukuka olan güvenin sarsılmasına yol açabilir. İyimser bakış açılarını kötümsere çevirebilir. Umudun köküne kibrit suyu dökebilir. Yeryüzüne bir çaresizlik tohumu daha ekebilir. Daha da kötüsü öğrenilmiş çaresizlikleri dayatabilir. Nefreti körükleyebilir. Yaraları kanatabilir. Acıyı çoğaltabilir. Cesareti kırabilir. Huzursuzluk kaynağı olabilir. İncitebilir. İçi “cız” ettirebilir. Hırçınlık ve hınç doğurabilir. İrkiltebilir. Şoka uğratabilir. İntikam duygusu yaratabilir ve intikam duygularını çoğaltabilir. Kendini değersiz hissettirebilir. Kahredebilir. Kaygı doğurabilir. Kendine güveni kaybettirir. Hak aramak isteğini sönümlendirebilir. Memnuniyetsiz bir toplum yaratabilir. Pişmanlıkları çoğaltabilir. Kişileri kendine ve adalete yabancılaştırabilir. Suçluluk duygusunu besleyebilir. Kısaca adalet beklentisinin üzerinde grostonlarca bir yük olabilir. Adaleti daha doğmadan öldürebilir.

Savcılar yapacakları güzel işlerle ise, mutlu ve umutlu bir dünya yaratılmasına katkıda bulanabilirler.

*Özetle söyleyecek olursak, savcılar başsavcılık makamı karşısında yönetsel iş ve işlemleri bakımından ne yazık ki özerk bile değilken, yargısal iş ve işlemlerinde ise, tam bağımsız olamasalar da özerk ya da bağımsız olabilmelidirler.
Malatya C. Savcısı 
Kurtuluş Tayanç   Çalışır