İlerde tarihçiler ülkemizin bugünlerini tanımlarken şöyle bir deyiş kullanacaklar: “Cehalet Yıllarında Türkiye.” Hegel okuduğunu söyleyen, muhtemelen Karl Marx’tan da haberi olan bir Başbakan, “işverenlere”, “İşçinizin hayatını garantiye almadan elde ettiğiniz kazanç size mutluluk getirmez” diye sesleniyor. İşverenler, özellikle de vahşi kapitalizmin sürek avına çıktığı şu dünyada hiç işleri güçleri yok, işçilerinin hayatlarını, çocuk çocuğunun nafakasını düşünecekler. Hey buna kargalar bile güler. Bir arkadaşım şöyle dedi: “Ama Işıl metresimize bir elmas kolye daha alacağız, oğlan Porche marka bir araba bekliyor.” Başbakan’a duyurulur.
Tarihçiler şöyle yazacak: Cehalet döneminde, bilgisizlik ve sorumsuzluk öyle bir şaha kalmıştı ki, örneğin dünyanın her yerinde, artık verimli olmadığı saptanan kömür madenleri tek tek kapatılıp termik santrallar de devre dışı bırakılırken, Türkiye gibi güneş, rüzgâr ve dalga enerjisinin inanılmaz boyutlarda olduğu bir ülkede, en ilkel koşullarda kömür çıkarılmaya devam edilmiş ve akıllı ülkelerin terk ettiği teknoloji satın alınarak ülkenin her yanını termik santrallarla doldurulmuş ve bu termik santrallar, ülkenin cömert doğasını bozmuş, tarımın ölmesine neden olmuştur.
Doğası gereği kârdan başka bir şey düşünmeyen vahşi kapitalizm, en kolay yoldan para kazanmayı kendine şiar eylemiş ve üç kuruşluk elektrik üreten HES’lerin yapımı oyuncak haline getirilmiş, bu nedenle bir zamanlar su cenneti olarak bilinen bu ülkenin dereleri kurumuş, toprakları çorak kalmıştır.

Cehalet döneminde hiçbir plan, program ve inceleme yapılmadığından, tarım ve hayvancılık alanında yoksullaşan köylerden insanlar akın akın büyük kentlere gelmişler ve kentler birer köy görüntüsüne bürünmüştür. Bu arada, ülke ahalisinin “hangi iş para getiriyorsa ben de yaparım” dürtüsü, kentleri AVM denilen canavarlarla doldurmuştur. Bunun sonucu AVM’deki dükkânlar kentin geleneksel alışveriş mekânlarında satılan mallardan daha düşük kalitede malları satmaya başlamışlar ve gene de ahali yeme içme mekânları dışında dükkânlara adım atmaz olmuştur. Zengin Arap turistlere ve kentin kaymak tabakasına hitap eden birkaç AVM dışında, bu büyük binalar hastane ve üniversite kampusu olarak kullanılmaya başlanmıştır.
Cehalet döneminin en önemli gelir kaynağı, “Kentsel Dönüşüm” başlığıyla kentlerin yıkım projesi olmuştur. Temelde bir zamanlar kent dışına kaçmış zenginleri ve yeni zenginleri kentlere yerleştirme projesi olan bu proje, tek varlığı bir apartman katı olan makul gelirliler tarafından alkışlarla karşılanmış ama daha sonraları görülmüştür ki makul gelirliler, kapısında güvenlik bekleyen, yüzme havuzlu sitelerin aidatını ödeyemez duruma düşmüşlerdir. Ayrıca benim de bir evim olsun, ben de banka kredisi alabilirim rüyasına kapılan pek çok dar gelirli, bir süre sonra aldıkları bu faizli paraları ödeyemedikleri için, bir cehennem olduğu bilinen kömür madenlerine inerek çalışmaya başlamışlar, mevsimlik işçi olarak çocuklarıyla birlikte en sefil koşullarda işe koşmuşlardır.
Bütün bunlar olurken, kentlerin, kasabaların ve sahil köylerinin altyapısı asla değişmediğinden, ülke bok kokan ülkeler sınıfında birinciliğe değer görülmüştür.
Cehalet döneminde, her mahalleye bir üniversite açılmış, böylece kadavra görmeden tıp fakültelerinden mezun olanlar, bir çocuğun doğuştan gelen yarık ağzını bile görmeyecek durumda güya iş yapmaya başlamışlardır.
Ülkede ahlak, utanç gibi duygular dumura uğradığından, her işkolunda, herkes yapabildiğince yolsuzluk yapmaya başlamıştır. Bunu beceremeyenler kendilerini aşağılanmış hissetmiş ve ahlak ve utanç duygularından, bir de vicdan duygusundan arınmak için açılan kurslar her meslekten insanla tıklım tıklım dolmuştur.
Cehalet döneminde ülkede özellikle cep telefonları satışı patlamış, üç kuruş parası olanlar bile en son model telefonları almak için deliye dönmüşlerdir. Buna bağlı olarak teşhircilik artmış, insanlar her dakika, hatta tuvalete bile giderken, başkalarına bunu duyurmaya başlamışlardır.
Sonuçta cehalet döneminde, insanların büyük oranda delirdiği, hiçbir inançları kalmadığı, umutlarını yitirdikleri gözlemlenmiştir. Bu nedenle intiharlar ve uyuşturucu kullanımı artmış, Bonzai denilen üç kuruşluk bir uyuşturucu her derde deva hale gelmiştir.
İnsan canının değeri ise yoktur. Ve bu dönemde insanlar yaşama hakkı diye bir hakları olduğunu ancak çok yakınları öldükten sonra anlamaya başlamışlardır. Eskiden pek çok acıyı hafifleten, insanlara sabır ve vicdan duygusunu anımsatan din, özellikle etkisini yitirmiş, şarlatanların ellerinde bir oyuncağa dönmüştür. Ve ülkede başlarında huni, ellerinde uyduruk bir direksiyon dolaşanlar çoğalmıştır. Yolları açık olsun.  



Işıl Özgentürk/ Cumhuriyet