Kıyı’da bir 68’li

Kıyı dergisinin 2012’de yayımlanacak son sayısını aylar öncesinden Harun Karadeniz’e ayırmayı kararlaştırdık.

Kıyı bir sanat edebiyat dergisi, Harun Karadeniz, 68 gençliği önderlerinden biri…

Harun Karadeniz, yazın alanında olmasa da sol hareketin teori ve pratiğine değgin önemli yapıtlara imza atmış; onlara son anına değin yaşamından ve savaşımından söz eden kitaplar eklemişti.

Harun Karadeniz, eli kalem tutan bir devrimciydi, yazdıklarıyla çağına tanıklık etmesini bilmişti.

O, gençlik eylemleri içinde kararlılığı temsil ediyordu. Düşünen bir beyin, iyi bir örgütçü, yönettiği kitleyi sonuna değin dengede tutabilen, serüvenden çok aklı savunan, ileri görüşlü, hayata diyalektik pencereden bakabilen bir öğrenci önderiydi.

Bağımsızlık savaşlarının önemini, gerekliliğini kavradığı kadar, ülkemizin kurtuluşunu kapitalizme ve sömürüye karşı verilecek savaşımla kurulacak sosyalizmde gören bir yurtseverdi.

Harun Karadeniz, kararlı, direşken, savaşımdan yılmayan, her türlü baskıya karşı dirençli bir yüreğin sahibiydi.

O inanmış bir sosyalistti. 

33 yaşında çekip gitti bu dünyadan ve daha söyleyecek çok sözü vardı. Bırakmadılar 12 Mart faşizminin işkencehanelerinden, her türlü iğrençliğin boy verdiği hapishanelerinden geçerken sağlığı bozuldu. Tedavi olmak istediyse de izin vermediler; kolunu, bedeninin diyeti olarak sırtlanların suratına fırlatmasına karşın karşısındakilerin öfkesini dindiremedi. Hayatını istediler ondan.

Bu hayat, 15 Ağustos 1975 günü bin bir acıyı taşıyarak dünyaya veda etti.

Büyük bir trajedidir Harun’un hayatı.

Şair Şükran Kurdakul onun ölümü üzerine yazdığı şiirini şu dörtlükle bitiriyordu:

 

Dalgalanır bunca ses evrende

46’dan, 51’den, 72’den

Koşup gelen ellerin güzelliği

Ölümsüzlüğü ölümünde yaratır gibi

Yürüdük Harun arkadaşın direncinde.

 

Uğur Mumcu’nun “Sesleniş”inden

Uğur Mumcu’ya “Sesleniş”i yazdıran da onun ölümünün bu yürek yakan görüntüsüdür. Harun’unun ölümünden 10 gün sonra 25 Ağustos 1975’te Uğur Mumcu’nun Cumhuriyet’te yayımlanan “Sesleniş’inin ana ekseni “Vurulduk ey halkım unutma bizi”ydi.

Bu metnin Harun’a düşen diliminde şunlar yazılıdır:

Kanserdik. Ölüm her gün bir sinsi yılan gibi, dolaşıyordu derilerimizde. Uydurma davalarla kapattılar hücrelere. Hastaydık. Yurtdışına gitseydik kurtulurduk belki. Bir buçuk yaşındaki kızlarımızı öksüz bırakmazdık. Önce kolumuzu, omuz başından keserek, yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak fırlattık attık önlerine. Sonra da otuz iki yaşında, bırakıp gittik bu dünyayı ecelsiz.

Bir daha dünyaya gelmesi olanaksız olan bu kuşağın saygın bireylerinin yürekleri gencecik yaşlarında bu yurdun bağımsızlığı, bu yurdun özgürlüğü için çarptı. Tam bağımsız ve gerçekten demokratik bir ülkeyi var etmek için onlar hayatlarını ortaya koydular. Öldürülmelerinin üzerinden onlarca yıl geçse de onlar hiçbir zaman unutulmadılar, hep genç kaldılar.

Harun da bu gençlerden biri olarak selamlıyor sevenlerini.

 

İstanbul’da Beyazıt Meydanı’nda

Bu yazıyı yazarken aklım 25 Temmuz 1968’in İstanbul’una kayıyor. Beyazıt’ta bir mitingteyim. Çetin Altan ve İdris Küçükömer konuşmacı.

Binlerce insan bir genç devrimcinin bir haftalık ölüm kalım savaşımını yitirmesinin acısı içinde.

Kim bu devrimci?

Harun’un yakın arkadaşı, hukuk fakültesi öğrencisi Vedat Demircioğlu.

Bir hafta önce İTÜ Öğrenci Yurdu basılmış aldığı darbeler sonunda komaya girmiş Vedat. Üniversiteliler, yüzlerce yurttaşla birlikte sevgili arkadaşlarının acısını paylaşmak, yaşanılan vahşeti lanetlemek için Beyazıt’talar.

Vedat Demircioğlu öğrenci eylemlerinin ilk kurbanı olacak ve onun anısı ve acısı dalga dalga bütün gençliğin yüreğinde bir bayrak gibi dalgalanacaktır.

Vedat, yıllar sonra yüz yüze tanışma olanağı bulduğum, sevgili öğretmenimiz, değerli şair Halim Uğurlu’nun yeğeniydi.

Halim Uğurlu, 8 Ağustos 1968’de Cumhuriyet’te sevgili yeğeni Vedat Demircioğlu’nu “Yeğenim Vedat Demircioğlu” başlıklı yazısında uzun uzun anlatacak, 1974’te basılan Türke Destan adlı şiir kitabını da gencecik yaşta öldürülen bu gence adayacaktı.

Vedat Demircioğlu Konya’nın Taşkent’indendi. Halim Uğurlu, Vedat için söz konusu yazısında “1968 yılının Temmuz ayında İstanbul’da muhtar bir üniversitede güneş doğmadan biraz önce, ülkenin asayiş kuvvetleri, görevi suçluyu yakalamak olan kuvvetler tarafından bir üniversite öğrencisi coplanarak öldürüldü.” diye yazmıştı.

Yaşar Kemal, bu olayı dönemin saygın dergilerinden biri olan Ant’ta uzun uzun anlatmıştı.

Vedat Demircioğlu’nun ölümü, İstanbul’un bütün üniversiteleriyle yüksekokullarının ilerici ve devrimci öğrencilerinin sahip çıktığı, eylemlerine bayrak yaptığı, savaşımını onun bıraktığı yerden sürdürmeye kararlı bir kitle yaratmıştı.

Demircioğlu, 68 Kuşağı’nın simgesi olduğu kadar, uzun yıllar türkülere, şiirlere, yazılara konu olmuştu. O yıllarda çoğu mitinge Vedat’ın anısına saygı duruşuyla başlanmış, görüntüsü bir bayrak olarak Beyazıt kulesine çekilmişti.

Vedat Demircioğlu, Harun Karadeniz’in yitirdiği koluydu. Bu kol iki kez acıyla iç içe olmuştu.

 

Harun Karadeniz, özgeçmişinde belirtildiği gibi Giresun’un Alucra ilçesinin Armutlu köyünde doğmuş, savrulan bir yaşamın içinden geçerek Bulancak ve Samsun’da tamamladığı ortaöğreniminden sonra 1962’de İTÜ İnşaat Fakültesi’ne girmişti.

Samsun 19 Mayıs Lisesi, onun bilinçlenme döneminin başlangıcı sayılır.

Okuyan, araştıran, pek çok konuyu aklın verileriyle yorumlamaya çalışan bir genç, eğitim yolunda ilerlerken ülkenin gerçeklerine de kafa yormaya başlamıştı.

Lise öğretmenlerinden birinin “öğüt”ünü anılarından okuyalım:

“Çocuklar artık lise bitiyor, seneye üniversiteye gideceksiniz. Üniversitede mutlaka ve mutlaka komünistler sizin de yanınıza gelecekler ve eşitlik vaadi ile sizi aldatmaya kalkacaklar, sakın ha sakın aldanmayın.”

Harun, bu öğüdü şöyle yorumlar: “Bu sözler kafama o kadar yer etmişti ki üniversitenin ilk yıllarında beni kandırmaya gelecek adamı bekledim durdum. Üstelik içim öyle doluydu ki bu gelecek komüniste karşı, dolu mavzer gibi hazırdım…”

1962’nin Türkiye’sinde, 27 Mayıs ve onun getirdiği 1961 Anayasa’sının temel hak ve özgürlükleri gözeten esintisi bütün yurtta kendini duyumsatıyordu.

Harun önce İTÜ İnşaat Fakültesi Talebe Cemiyeti’ne kaydolur. Ardından bu cemiyetin başkanı olur. Üniversitede çıkan “Oturum” dergisi, dönemin ilerici yazarlarına sayfalarını açıyor, bu da öğrencilerin gelecek umutlarını yeşertir.

Atatürk’ün Bursa Nutku’nda istenilen kararlılık, hiç kuşkusuz ilerici gençliğin eylem alanını genişletiyordu.

İleride ülkenin yönetiminde görev alacak o günün yurtsever öğrencileri, yaşadıkları yılların birer tanığı olarak her türlü haksızlığın, baskının ve sömürünün kaynağını bulup çıkarma ve bu alanda kararlı bir tavır sergileme yarışındaydılar.

Onların bu savaşımı karşı güçler tarafından kesilmeye çalışılıyor, dönemin siyasi iktidarına sırtını dayayan şer güçleri, bu yurtsever gençliğin üzerine her türlü saldırıyı gerçekleştiriyordu.

Üniversite gençliğinin tarihindeki kırılma an’ı 28 Nisan, bir ay sonra askeri harekâtla yerini coşkuya bırakırken, Atatürk ve Atatürkçülük de bütün boyutlarıyla yükseköğrenim kesiminin gündemine oturuyordu. Nitekim dönemin gençlik örgütleri bu alandaki bildirileriyle geçmişte yaşanan olayların ülkenin duyarlı insanına nasıl zarar verdiğini bir güzel sergiliyordu

1961’de TİP’in kurulması, 1965 seçimlerinde 15 milletvekiliyle parlamentoda grup kurup dönemin iktidarına kök söktürmesi, bunu izleyen süreçte TÖS ve DİSK’in varlığı demokrasi cephesinde önemli bir adım olmuştur.

Harun Karadeniz’in üniversite öğrenciliği bu süreçte kendini gösterir.

İlk eylem petrolün millileştirilmesi üzerinedir. Gençlik, yabancı petrol şirketlerinin ülkemizdeki etkisini kırma görev ve sorumluluğunu kendisine dert edinmiştir.

Gençlik örgütleri bu konuda kararlı tavır sergilerken. Bir basın mensubu:

-           Yani siz Rusya’dan da petrol alalım mı demek istiyorsunuz?” diye sorar.

Nereden nereye!

 

6. Filo’ya Hayır

68 Gençliğinin simge eylemi hiç kuşkusuz 6. Filo’ya karşı yapılmıştır.

1967’nin Haziran sonlarında Amerikan 6. Filosu İstanbul limanına demirler. Filo komutanının çelengi parçalanır. Filo 1967’in Ekiminde yeniden istanbul’dadır. Bu kez de Dolmabahçe’de oturma eylemi yapılır.

Bu eylemleri İstanbul-Ankara yürüyüşü izleyecek, gençlik özel yüksek okulların kapatılması için bütün gücüyle haykıracaktır.

14 Mayıs 1968’de NATO’nun amblemi yakılarak büyük eylem başlatılacaktır.

O günlerde İTÜÖB Başkanı Harun Karadeniz, İTÜTOTB Başkanı Çetin Uygur’la ortaklaşa kaleme aldıklarını bir metni dönemin cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a gönderirler.

Metin aynen şöyledir:     

 

Sayın Cevdet Sunay

Cumhurbaşkanı

Florya-İstanbul 

İstanbul, 17 Temmuz 1968

 

Amerikan 6. Filosunun her gelişinde İstanbul’un lüks otelleri Amerikan genelevleri şeklinde çalışmaktadır

Görevi, bu tür yerlerdeki Amerikalıları yakalamak olan polis Amerikan genelevleri olarak çalışan otellerin kapısında nöbet tutmaktadır.

Amerikalıların bu tür rahatını sağlayan polis, devrimci Türk gençliğini tutuklamakta ve gençliğe saldırmaktadır. Saldırılarının sonuncusunu bugün saat 04.00’te Teknik Üniversite yurdunda yaptılar. Yataklarında uyumakta olan öğrencileri copladılar. Silahlarını ateşlediler. Ölü ve yaralı sayısı belli değildir.

Bu kimin polisidir?

Bazı kişiler döviz krizini, genelev gibi işleyen oteller ve gece kulüplerinde ulusumuzun onurunu satarak gidermek düşüncesi içinde midirler?

Öldürdükleri kişilerin hesabı bile sorulmayan ülkemizde, gençliğin bu soruşturmayı çok geniş tutacağının da bilinmesi gerekir.

Görevinize başlarken anayasa uyarınca Türk ulusunun şeref ve namusunu korumak için ant içtiniz

Sizi göreve çağırıyoruz.

 

        İTÜTOTB                                                İTÜÖB

 

 Başkanı Çetin Uygur                          Başkanı Harun Karadeniz    

 

 

Üniversite işgalleri belki de dönülmez yolun kilometre taşlarını döşeyecektir.

Vedat’ın öldürülmesinin doğurduğu büyük acı tepkilere yol açar.  Türkiye’nin ABD Büyükelçiliğine atanan Kommer’in arabası yakılır.

6. Filo yeniden karasularımızdadır.

1969’un 7 Şubat’ında dönemin İstanbul Valisi Vefa Poyraz her kesimden örgüt temsilcilerini toplantıya çağırır.

İşin ilginci Harun ve arkadaşları valiliğe vardığında sağcı örgütlerin temsilcileri içerden çıkmaktadırlar. Poyraz, “dost ve müttefik bir devletin donanması şehrimize gelmiştir.” deyince, Harun:

-Amerika’nın dost olduğuna inanmıyorum. Amerika’yı dost ve müttefik olarak kabul etmiyoruz.” diye yanıt verir.

10 Şubatta Taksim-Harbiye yolundaki yürüyüşte bu kez Harun Atatürk’e olduğu gibi komutana da ülkenin içinde bulunduğu durumu şikâyet edecekti. Komutanın tavrı serttir:

“Orduevi giriş kapısını derhal boşaltın. Ben görevli bir asker olarak size bunu söylüyorum. Hemen çekilip gitmezseniz müdahale ederiz.”

Harun Karadeniz’in öğrenci önderleri arasında apayrı bir yeri vardı. Her şeyden önce cuntalar aracılığıyla yapılacak hareketin öğrenci gençliğe de halka da bir yararı olamazdı. O gelişen olaylardan kuşku duyarken:  “Öteden beri bizi rahatsız eden bir yönelim, cunta darbesine ortam hazırlayacak kanlı çatışmalar çıkarılmak isteniyor olmasıydı.”diye görüş bildiriyordu.

 

60’lı Yıllar ve Türkiye

16 Şubat 1969 Kanlı Pazar gösterisi, yüzlerce yaralıya iki ölünün eklenmesiyle sona erer: Duran Erdoğan ile  Turgut Aytaç yaşamlarını yitiririler.

Asıl düşmanın emperyalizm ve onun yerli işbirlikçileri olduğu bilen Harun, Dolmabahçe Camisi’nden çıkıp devrimciler üzerine saldırmaya hazır kitleler için de ilginç yorumda bulunur: “Bunlar bizim insanlarımız ve sömürülenlerimiz. Yani 6. Filo ve müttefiklerinin sömürdüğü fakir ve dindar insanlar. Bu insanlar kandırılıp bir araya toplanmış, bize saldıracak zamanı bekliyorlar. Samimiler, inanmışlar sonuna kadar ve ölümü göze alarak kalkıp gelmişler buraya…”

Harun, bütün bu olaylardan sonra yine de sağduyuyu elden bırakmaz ve şöyle yazar: “o günlerde ortaya atılan görüşlerden anlaşılıyor ki,  “Güç Birliği”nin yönetiminde bulunanlar birtakım formlarla çağdaşlaşmaktan bir başka deyişle 1965 yıllarında yetersizliği görüldüğünden dolayı aydınlarca benimsenmeyen duruma gelmiş soyut bir kalkınmadan 27 Mayıs düzeyinde söz ediyorlardı. Bu geri çizgiden ötürü biz devrimcilerin bu harekete katılmasını yanlış buluyorduk. Geri bilinç düzeyindeki kadrolar, bizi sosyalizme götüremezlerdi.”

Devrimci savaşımın ne anlama geldiğini, toplumsal sınıfların bu savaşımdaki yerinin ne olduğunu iyi bilen Harun Karadeniz,  “1970 ve sonrası olayları, 1969’da gençlerin girdiği yolun doğal sonuçları oldu. Çünkü 1968, 1969 iktidar ortaklığına çağrılan gençler bir iki yıl bekledikten sonra kendi başlarına iktidar mücadelesine başladılar gerçi bu yönelmenin yine de kendi başlarına değil bazı cunta ilişkileri içinde olmuşluğu da söz konusu.

 

“Olaylı Yıllar ve Gençlik”

Harun Karadeniz’in “Olaylı Yıllar ve Gençlik” başlıklı çalışması, Cumhuriyet gazetesinin 6 Mayıs 1975 günkü sayısından başlayarak 13 günlük bir dizi yazı olarak yayımlanır. Karadeniz, bu çalışmasında 50’li yılların ikinci yarısından 1970’lere uzanan süreci kendi yaşamından derin kesitlerle sunar okuruna. Burada onun bir mücadele adamı kimliğinin yanı sıra bilgi ve aklı son derece özenli kullanan devrimci portresini de yakından görürüz.

İkinci çalışması Yaşamımdan Acı Dilimler’e aynı gazetede 12 Ağustos 1975 günü tefrika edilmeye başlanır. Osman Saffet Arolat, dizi yazının önsözünde “… 12 Mart işkencecilerinin “hastalığı işkence aracı olarak kullanmaları” yurtdışındaki “geç” müdahalenin de tedavi için yeterli olmaması sonucunu doğurmuştur. Harun bugün günün birkaç saati dışında dayanılmaz acılar içindedir.

Genç ve üretken bir kişi olan Harun’un ışıklı yarınları işkenceciler tarafından yok edilmiştir. Zamanı yok edilmiştir. İşkenceciler onun ömrünü çalmışlardır.

Ama bütün bunlar Harun’u baskıcıların istediği yıkılmış, çözülmüş; vazgeçmiş adam haline getirememiştir. Sağlık durumunu açıkça bilmesine rağmen Harun, bu dizide okuyacağınız “yiğit direnme”nin yazarıdır yine de. Okuyacaklarınız bugün çektiği acılar içinde yazılmıştır... ben yazdıklarının Harun’u bizlerle birlikte uzun bir gelecekte yaşatacağına inanıyorum.

Harun ise bugün şöyle diyor hasta yatağında : “yeniden dünyaya gelsem, mutlaka aynı şeyleri yapardım.

Doğudur, yapardı.”

 

Bu dizi yazının yayımının 4. gününde Harun yaşamını yitirir. Dizi yazı ölümünün ardından 9 gün daha sürer.

Zaman içinde her iki çalışma da kitaplaşır.  Öncelerde yayımlanan Kapitalsiz Kapitalistler emek - sermaye çelişkisini son derece özgün anlatan bir yapıt olarak varlığını kururken bu emeğe Eğitim Üretim İçindir adlı yapıtı eklenir.

Harun’un devrimciliğinde önderlik, bilgi ve dünyayı tanıma gücü yatar.

O nedenle hep tehlikeli görüldü, suçlu görüldü, öldürülmek istendi.

Harun Karadeniz’in toplumsal tanıları zaman içinde doğru çıkacak 68 öğrenci gençliğinin kazanımları 12 Mart askeri cuntasıyla yok edilmeye çalışılacaktır.

12 Martla birlikte ülkede büyük bir insan avı başlatılacaktır.

Harun da bir ihbar sonucu yaşamının sıradan günlerinden birinde yakalanacak değişik cezaevlerinde acıların en büyüğüyle karşılaşacaktır.

 

Hapishaneden hapishaneye

Harun, öncelerde sağ kolundan birkaç kez ameliyat edilmiş, bir türlü de iyi olamamıştır. Bu konuda elinde raporlar vardır. İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nden Maltepe Cezaevi’ne gönderildiğinde ilgililere verdiği dilekçede belirttiği durum, hâkim Yarbay, Yrd. A. Savcı Nevzat Çizmeci tarafından şöyle yanıtlanır:

“Tutuklu sanıkların hastalık sebebiyle tahliyelerini mümkün kılan mevzuat mevcut olmadığı kadar, Harun Karadeniz’in re’sen tahliyesine mucip cihet bulunmadığı da göz önünde tutularak, As. Savcılıkça, bu konuda yapılacak bir işlem bulunmamaktadır.”

Harun Karadeniz, bu yanıta “Hastalık nedeniyle tahliye, kanser için olmuyorsa, pek merak ediyorum hangi hastalık için söz konusudur?” diye karşılık verir.

Etraf sağır duvarlarla çevrilmiştir.

Duruşmada lise son sınıf mantık kitabını kullanarak oluşturduğu savunma, savcılığın bütün iddialarını çürütecek, iddianameyi savcının yüzüne karşı bir “safsataname” olarak niteleyecektir. TKP davasından beş buçuk ay yatan Harun Karadeniz, içerden çıkışının dördüncü ayında bu kez üyesi olmadığı DEV-GENÇ davasından gözaltına alınacak, önce Selimiye’ye ardından da Davutpaşa’ya götürülecektir.

İfadesini alan savcıyla aralarında geçen şu diyalog ibret vericidir:

-Adın soyadın

-Harun Karadeniz

-Baba adı

-Rıza

-Doğum yeri ve yılı

-Alucra 1942

-Ne iş yaparsın

-İnşaat Yüksek mühendisiyim

Nee?...Seni mezun ettiler ha?

-Anlamadım ne demek yani

-Nasıl mezun ederler seni

-Ne var ki?

-Daha ne olacaktı, memleketi birbirine katarsınız, hocalara karşı gelirsiniz. Sonra onlar sizi mezun eder ha?

Harun bu karşı duruşa tepkisini gösterir ve savcıya şu yanıtı verir:

-Elindeyse mezun etme.        

 

Harun Karadeniz bu engeli aştığı sırada kolu onu iyice rahatsız etmektedir. Haydarpaşa Numune Hastanesi Sağlık Kurulu’na yaptığı başvuruda “yurtdışında tedavi gerektiğine oybirliği ile” karar veren bir rapor alır. Memur, pasaport işlemleri yaptırmaya giden Harun’un eşine önce “Ne yüzle pasaport istiyorsunuz” diyebilme yüzsüzlüğünü göstermiş, bir süre sonra da “Size pasaport vermiyoruz” diyebilmiştir.

Kolunun acısı içten içe işlemekteyken Selimiye’ye götürülür yeniden. Oradan da Ankara’ya.

Burada yaşadığı acılardan komik görüntüler biriktirir:

Savcının

-Laz İsmail sen değil misin sorusuna,

-Bu da nereden çıktı, ciddi olun lütfen diye yanıt verir.

Savcı

-Yoo, biz son derece ciddiyiz. Biz İstanbul’dan Laz İsmail’i istedik, seni gönderdiler.                

Mamak Askeri Ceza ve Tutukevi’ndeki doktorun karşısında yaşadıkları daha da hazindir:

Doktor sorar:

-Nen var?

Harun Karadeniz yanıt verir:

-Kolumda kanser var ve sağlık kurulu yurtiçinde tedavisi mümkün değil, diye rapor verdi.”

Doktor duruma öfkelenir ve yanındaki ere

-Yaz sağlam der.

Harun’un

“Beni muayene etmediniz, sağlık kurulu beni bir hafta inceledi ve hasta, üstelik önemli hasta diye rapor verdi” dedim.

Doktor bir an duraklar ve ere çıkışır:

-Yazsana sağlam diye.

Harun:

-Ben şimdi sağlam mıyım diye sorar doktora. Doktoru yanıtı:

-Evet sağlamsın olur.

 

Harun Karadeniz, tutukluluğunun zor koşullarında tanıdığı “memleketimden İnsan Manzaraları”nın yaşadığı trajediyi kolunu kemiren acıya aldırmadan bilinç ışığıyla bir güzel espriye dönüştürür.

Ankara’nın Kalaba Mahallesinin saf, temiz, yürekli mert ve dünyası kahvesiyle sınırlı kahvecisi Cevat Kabadayı’yı, bir ihbar sonucu sorguya alırlar:

-Söyle bakalım Mao’yu tanıyor musun?

Cevat’ın Mao’dan haberi yoktur. Zaten Mao yerine Mova demektedir. Cevat soruya:

-Tanımıyorum diye yanıt verir.

-Tanırsın, tanırsın…

Cevat sıkıştırılınca yaptığı açıklama ilginçtir:

-Bir gün benim kaveme eli çantalı, foter şapkalı bir adam geldi, iki kahve içip gitti. Olsa olsa odur; çünkü öbürlerini tanımıyorum”

 

Harun Karadeniz Ankara’daki tüm askeri hapishanelerin komutanı Kemal Saldıraner’le de koğuş arkadaşları adına tartışmadan geri kalmaz.

Harun:

Mahkeme kararı olmadan hiç kimse hürriyetinden yoksun bırakılamaz. Kanun açık”

Komutan:

-Ne hürriyetinden bahsediyorsun sen? Kanunlara karşı gelirsiniz sonra da kanundan, hürriyetten bahsedersiniz.

-Kanunları çiğneyen sizsiniz

-Çok konuştun sus bakayım.

-Ne susacağım, benim hayatım tehlikede böyle giderse zaten öleceğim. Daha ne susacağım?”

-Ölürsen öl, zaten birkaçınız ölüyor.”

 

Harun Karadeniz sağlığını büyük ölçüde yitirdiği bir anda tahliye edilir.

O içerdeyken eşi Hülya Karadeniz İstanbul Sıkıyönetim Adli Müşaviri Turgut Akan’a çıkar ve

-Kocamı hangi suçla tutuyorsunuz? Sağlığı iyi değil, hayati tehlike söz konusu. Sağlık kurulları ve klinik raporları bu durumu belirtiyor” der.

Adli müşavirin yanıtı ise içler acısıdır:

-Ölsün istiyoruz. O eline silah almadı, eğer alsaydı işini bitirmek çok kolaydı. O bizim için eline silah alanlardan daha tehlikeli ve onun için de ölsün istiyoruz.

 Harun, bu bilgiyi eşinden öğrendiğinde şu yorumu yapar:

-Bu sözler 1972 sonbaharında söylendi. Şu an yıl 1975 ve aylardan şubat. Benim sağ kolum kesildi ve fakat ölmedim.

Bunun arkası Londra’da geçen sıkıntılı ayları içerir. Londra-İstanbul köprüsü acılar, sıkıntılar, gerilimler, hüzünlerle doludur.

Londraki doktor Hülya Karadeniz’e “Altı ay önce neden gelmediniz, çok geç kaldınız” der.

Hülya Karadeniz’in yanıtı nettir:

Siz sıkıyönetim nedir bilir misiniz 18 aydır pasaport almaya çalışıyoruz buraya gelmek için. Siz ise altı ay önce niye gelmediniz diyorsunuz. Bunu nasıl dersiniz?”

İki genç insanın parasız kalışı, Londra’daki Türk konsolosluğundaki gördüğü ilgisizlik, azalan umutlar ve verilen raporların ardından Türkiye’ye dönülür.

 

33 Yaşın Güzelliğinde

Sözü Harun’a bırakalım.

-11 Temmuz 1975 cuma günü doktorlarımız “Elimizden başka bir şey geliyor, ışın tedavisinden de yeterli sonuç alamadık, nasıl isterseniz öyle yapalım” dediler.

Biz güldürü ve acıyla yine de Anadolu insanının canlılığı içinde geri dönmek istedik yurdumuza.

Yaşantımızın son bölümüyle, son bölümünü, son günüyse son gününü, son dakikasıyla son dakikasını yurdumuzda gün, dakika, saniye olarak yaşamak istedik.”

Ve pırıl pırıl bir beyne sahip 33 yaşındaki som yürek genç, beş kitabını, hayli broşürünü gazetelerde kalan yazılarını, dostluklarını, arkadaşlıklarını, büyük sevgilerini, sosyalizme olan inancını, yüreği kanayan bir eşi ve avukatı Gülçin Çaylıgil’in adını taşıyan bir buçuk yaşındaki kızını geride bırakarak 15 Ağustos 1975 günü sevenlerine veda eder.

Refik Durbaş’ın “Harun Karadeniz Düşünceleriyle yaşıyor” şiirinin son dizelerini görelim:

 

bir mermi daha sürüyorsun ve basıyorsun tetiğe

bir dağ yamacında, yüreğinde tarifsiz bir telaş

ölüm de tükenmiş ölümsüzlük de, kolun kesik değil ama...

 

Harun Karadeniz, onurlu yaşamıyla 68 Kuşağı’nın ipi erken göğüsleyenlerden biri olur.

Ve hiç unutulmaz.

Hapishane arkadaşı Vedat Günyol’un deyişini ölümünün 38. yılında 70. yaşını kutlarken biz de yineleyelim:

Harunlar Tükenmez