AKP’lileşerek olacağına hiç olmasın o başkanlık
İstanbul Baro Başkanlığı’na adaylığı tartışma yaratan Kocasakal sert çıktı: Bağrımıza taş basıp, “Önce İlke”nin ilkelerden sapan yapısını destekleseydik, Cumhuriyet değerlerinin aşınmasına hizmet edecektik
İstanbul Baro Başkanlığı’na adaylığını açıklayan Doç. Dr. Ümit Kocasakal’ın bir “tasfiye operasyonu”nun parçası olduğunu iddia eden de var, mevcut Başkan Muammer Aydın’a katılarak “Brütüs” diye tanımlayan da…  7 Kasım 2010 günü yapılacak İstanbul Barosu seçimlerine kadar “tartışmasız” kabul görecek yegane tespit, bu adaylığın daha çok “tartışılacağı”dır herhalde…
Ataşehir’de kendisi gibi akademisyen olan eşi ile birlikte ev-ofis olarak tasarladıkları mekanda buluştuğumuz Kocasakal’la HSYK’dan girdik Silivri’den çıktık; “statükonun kibirli memurları”ndan başladık ayna tutmaya, “tahliye ettiğimiz gibi yeniden tutuklamayı da biliriz” tehdidi savuran Bakan’larla kapattık “yargı” penceresini… Ama bugünkü sayfanın mevzuu kendisini sebeb-i ziyaretimiz; yani Baro Başkanlığına
adaylığı…

‘Her sandığa güvenmem’
Karşılaştığı hemen herkes aynı soruyu soruyormuş:  “Neden?”
Uzun uzun anlattı aslında ama finalde söylediği bir tek cümle ile de özetlenebilir hepsi:  “Biz biz olarak kalalım diye…”
“Biz” dediği Önce İlke Çağdaş Avukatlar Grubu. Mevcut Baro Başkanı Muammer Aydın da aynı grubun adayı olarak girmişti geçtiğimiz Baro Başkanlığı seçimlerine. Zaten Kocasakal hali hazırda Aydın’ın Yönetim Kurulu’nda.
“İçeriden” verdiği bilgilere bakılırsa  “Cumhuriyetin kuruluş felsefesini, niteliklerini, hukukun üstünlüğünü savunmak ve mesleğin sorunlarını çözmek…” üzere yola çıkan grup yaşanan süreçte, hemen bir çok kurum gibi “dönüşüm” tehdidi altında. Gruba “sızmalar” olduğuna dair ciddi kaygıları var Kocasakal’ın. Nitekim Baro Yürütme Kurulu’nun “sağlıklı olmayacağına karar vermiş olmasına rağmen” gidilen önseçimin de bunun delili olduğuna inanıyor:  “Bizi sandıktan kaçmakla suçladıkları ön seçimde, listeyi delen iki kişi oldu. Bu ”sızma“ iddiamızı doğruladı.”
Sandığın her zaman “iyi sonuç” vermediğine dikkat çeken Kocasakal’a göre “dürüstlüğü, güvenliği ve adilliği sağlanamamış”sa, sandığın “en tehlikeli gelişmelerin kapısı” olma ihtimali de yüksek.

Kişisel bir kavgamız yok
Muammer Aydın’la yollarının da burada ayrıldığını ifade ediyor.  “Kişi olarak Muammer Aydın’la derdimiz yok” dedikten sonra ekliyor:  “Siz, ilkelerinizi zedeleyecek, onlara zarar verecek sızmaları gördüğünüz halde, iktidar uğruna bu durumu  kabulleniyorsanız… -Siz böyle olmayabilirsiniz- ama bunu kabullenerek yola devam ediyorsanız bundan çok da rahatsız olmadığınız anlamına gelir. Bu grup, adından da anlaşıldığı gibi ilkelerini muhafaza ederek, cumhuriyetle ilgili hassasiyetlerini koruyarak, üniter, laik, sosyal, hukuk devletini savunarak bir yerlere gelirse anlam ifade eder.  Bize rengini veren şeyler, üniter devlet, cumhuriyet ve Atatürk… Bunlarda aşınma olursa biz biz olmaktan çıkarız. Terminolojik olarak kullanıldığı için söylüyorum; ”AKP’lileşerek“ iktidar olmanın çok bir anlamı yok. Biz aday çıkmamış olsaydık, ”Önce İlke“nin ilkelerden sapan yapısını, bağrımıza taş basıp destekleseydik, bu şekilde seçimlere girip yeniden bu şekilde yönetimi alsaydık, artık ilkelerinden kopmuş bir iktidar olarak bir anlam ifade edecek miydik? ”

Baroya siyaset girmeyecek
Kocasakal, seçimi kazanmaları halinde çalışmalarının iki yolda, “Cumhuriyeti ve hukuku savunmak” ile “mesleği savunmak” üzere at başı gideceğinin altını çiziyor. Meslektaşlarına en önemli vaadi şu: “Seçimi biz alırsak bu baroya siyaset girmeyecek!”
Ama bundan “suya sabuna dokunmayan bir baro” anlıyorsanız o değil kast ettiği. Tersine “Avukatlık kanunun 91. maddesi, bize ”hukukun üstünlüğünü savunmak“ dolayısıyla “anayasanın değiştirilemez ilkelerini savunmak“ görevini yüklüyor. Bu sadece AKP karşıtlığı üzerine oturtulabilecek bir görev değil; biz hukuka saldırı kimden, hangi siyasi görüşten gelirse gelsin buna karşı mücadeleyi, baronun asli görevlerinden biri olarak ortaya koyacağız” diye konuşuyor.

İlla Romalı  biri olmamı istiyorsa Brütüs değil Spartaküs olurum…
Halen Muammer Aydın’ın yönetiminde bulunan Ümit Kocasakal’ın adaylığı iki ismin destekçilerinde de aynı kaygıyı doğurdu: “Oylar bölünür mü?”
“Bu tür korkuların bulunması doğal ama korkular üzerine hiçbir şey inşa edemeyiz” diyor Kocasakal.
Sık sık vurguladığı, sloganlaşmaya da başlayacak gibi duran bir ifadesi var:
“Bölünmenin değil arınmanın adresiyiz…”
“Ayrılık”tan yana olmadıklarını anlatırken Muammer Aydın’a yaptıkları teklifi anımsatıyor: “Siz de tamamen çekilin biz de tamamen çekilelim. Yeni bir liste oluşturulsun bütün olalım ama bu sızmalardan da arınalım dedik. İktidar veya koltuk kavgası peşinde olmadığımızı gösterdik.”
- Sonuç?
Bu isteğimiz kabul görmedi.
“Fizik kuralı olarak hiçbir zaman gövde parçadan ayrılmaz, parça gövdeden ayrılır. Gövde burada” diyor ve “Önce İlke Çağdaş Avukatlar Grubu’nu kuran, bugünlere getiren akil adamlar”la birlikte “bütün” olarak hareket ettiklerini önemle duyuruyor.

İki yıldır muhalif blokta
Muammer Aydın, geçtiğimiz günlerde kendisiyle ilgili olarak “Brütüs” benzetmesi yapmıştı. Ümit Kocasakal ise “Ben seçimi kaybetme pahasına da olsa, sonuna kadar kişisel şeylere girmeme tavrımı muhafaza edeceğim” diyerek bu polemikte yer almayacağını söylüyor.
Ama “Brütüs” benzetmesinin “fikri” analizini yapmaktan da geri durmuyor:
“Seni kontenjandan ben getirdim nasıl olur da bana karşı aday olursun?’biçimindeki yaklaşım tarzı biat kültürünün ürünüdür. Yani şimdi beni Sayın Başkan getirdi diye, ben bütün davranışlarımda ona biat etmek durumunda mıyım?”
Son iki yıldır İstanbul Barosu yönetiminde “muhalif bir blok” bulunduğunu, tarihinde belki de ilk defa arada divan değişikliğine gitmek durumunda kaldığını anlatıyor Kocasakal:
“Ben iki yıldır zaten muhalif olan bir kişiyim nasıl Brütüs olabilirim? Bana illa Roma’dan bir şey denmesi gerekiyorsa Spartaküs diyebilirler. Çünkü ben hiçbir zaman haksızlığa, hukuksuzluğa karşı susup oturmuş bir insan değilim.”
Mevcut başkanın “Brütüs” reddi…
Başkan adayının temelde “köle ayaklanması”nın lideri olan ve “ezilenlerin özgürlük mücadelesi”ni temsil eden ama sonuçları itibarıyla siyasal bir “dönüm noktası” olan Spartaküs’le kurduğu özdeşlik düşünüldüğünde, 7 Kasım 2010 günü İstanbul Barosu’nun “tarihi” bir seçime de ev sahipliği yapacağını söylemek, sanırım abartılı olmayacaktır…

Adaylık benim en doğal hakkım
Aydın’ın, “avukatlar fiilen avukatlık yapmayan birini Baro Başkanı seçmezler” iddiasına karşılık, “Madem benim avukatlık yapmamam ciddi bir handikaptı, siz niye beni kontenjandan yönetime getirdiniz? O zaman iyiydi de şimdi mi kötü? Listenizde şimdi de fiilen avukatlık yapmayan, çok değerli bir akademisyen arkadaşımız var. O sorun olmuyor mu?” diyor.
Kocasakal kendisiyle ilgili çoğu kişinin bilmediğini düşündüğü bir ayrıntıyı da
hatırlatıyor:
“Ben akademik kariyerime 1990’da Hukuk Fakültesi’ni bitirip 5 sene yoğun avukatlık yaptıktan sonra başladım. Yani önce avukatım sonra öğretim üyesiyim. Üstelik de mimar veya diş hekimi değilim ki hukukçuyum. Ve bir hukukçu olarak bu adaylık en doğal hakkımdır benim.”
“Fiilen avukat değil” ifadesinin geçerli bir argüman olamayacağını anlatırken İstanbul Barosu’nun geçmişinden iki örnek veriyor:
“Selahattin Sulhi Tekinay ve Yücel Sayman da burada Baro Başkanlığı yaptı…”
Ve tazecik bir örnek:
“Daha yeni Ankara Baro Başkanı seçilen Metin Feyzioğlu ne? O da akademisyen!”

Neymiş, asker beni seviyormuş; sevme mi diyeyim!..
Türkiye Cumhuriyeti’nin “hukuk devleti”kimliğini tehdit eden hemen her gelişmeye karşı sivri çıkışlarıyla gündeme gelen Kocasakal, kaçınılmaz olarak “hedef tahtasında”.

Adamlığın gereğini yapıyorum
“En küçük korku duymuyorum” diyor; “Bilim adamlığımı geçtim adamlığımın gereğini yaptığımı düşünüyorum. İlkelerinize ve düşüncelerinize karşı duyduğunuz inanç, bundan kaynaklanan özgüven ve öz saygı, size ayakta kalma gücünü verir. Ben yandaş medyanın hedefi haline gelmekten ancak gurur duyarım. Demek ki fincancı katırlarını ürkütüyoruz. Vatanı savunmaktan dolayı başımıza bir şey gelecekse başımızla beraber.”
Hakkındaki iddiaların “haksız ve mesnetsiz” olduğunu dile getiren Kocasakal, “Ergenekoncu, darbeci” gibi yakıştırmalara karşı  “Allah kimseye ”yandaş, tetikçi, iktidarın uşağı gibi yaftalamalar vermesin!“ diyor.
İsmi bir takım dinleme kayıtlarında zikredildiği için kendisini ”askerin sevdiği hukukçu“ diye suçlayanların amacının ”mevzileri geriye çekmesini sağlamak“ olduğunu iddia ediyor ve ”bu tuzağa düşmeyeceğini“ söylüyor:
”Evet ismim bir takım dinlemelerde zikredilmiş. Biz de diyeceğiz ki “asla tanımam o kişiyi”.. Yooo kendisini çok  iyi tanırım, çok da severim, benim için iyi bir şey söylüyorsa da bundan ancak şeref duyarım. Efendim neymiş, asker çok seviyormuş beni. “Sevme” mi diyeyim? Askerin beni sevmesinde kötülük nerdedir bunu da çözemiyorum… Ben gece çok rahat uyuyorum. Eşime ve çocuklarıma “Size bırakacağım en büyük hazine şerefli bir hayat ve onurlu bir isimdir” diyebiliyorum. Bugünler de geçer, acılar çekersiniz, onurunuzla tarihe geçersiniz. Ama menfaat uğruna saygınlığından vazgeçen kişilerin aynı rahatlıkla uyuduğunu düşünmüyorum. “

Selcan Taşçı-20/10/2010-Yeniçağ