31 Mart 2015 günü tüm Türkiye’de yaşanan elektrik kesintisi ve aynı gün İstanbul Adliyesi’nde gerçekleşen kanlı olayın artçı etkilerini yaşıyoruz bu günlerde.

Ülkede yaşanan her olayda olduğu gibi, bu süreçte de başından beri olayları yöneten veya istediği gibi yönlendiren güç olarak RTE öne çıkmaktadır.

31 Mart öncesi tabloya bakalım. Seçimler yaklaşırken AKP’nin büyük bir oy kaybı yaşayacağı yönünde somut belirtiler ortaya çıkmış, çözüm süreci değil ama AKP’nin çözülme süreci hızlanmış ve altına girdiği taş RTE’ye bile ağır gelmiştir.

Elektrik kesintisinin siyasi değil ama idari bir yetersizlikten kaynaklandığını düşünüyorum. Belki bir aç gözlülükten ya da…

İstanbul Adiyesi’nde gerçekleşen olayın ise tümüyle egemen otorite tarafından planlandığını düşünüyorum. En azından o güç tarafından istenen yöne yönlendirildiğini…

Nedenine gelince…

İlk olarak Berkin Elvan olayı kullanılarak, Gezi’den kalan son direniş halkası da etkisizleştirilmiştir. RTE’nin Gezi fobisi biraz olsun hafifletilmiştir.

17/25 Aralık sonrasında cephe daraltmak zorunda kaldığı için barıştığı askeriye ve vatan cephesinin artık zararsız hale gelmiş olduğu gerçeği karşısında, başlı başına bir olgu olan Kürt sorunu dışında, RTE için; bazı sol gruplar, kısmen Aleviler, meslek örgütleri ve her şeye rağmen CHP rahatsız ediciydi. Eylemi gerçekleştiren örgütün niteliği ile İstanbul Barosu Başkanı ve CHP’den bir milletvekilinin arabulucu olarak istenmiş olması birlikte değerlendirildiğinde, tam da bir taşla kaç kuş avlamak istendiği apaçık ortadadır.

CHP milletvekili doğru bir tutumla daveti kabul etmediği halde, eski Adalet Bakanı’nın kendisine verilen görevi ifa ederken bu gelişmeyi dikkate almadan TBB ile CHP’den birinin kapanması gerektiğini söylemesi planı deşifre eden bir gaf olmuştur.

Sıcağı sıcağına ve savcının bedeninin neresine kaç kurşun isabet ettiğinden tutun eylemcilerin içeri nasıl girdiğine dair detaylı açıklamalar ile eylemcilere ve savcıya kurşun yağdırarak “başarılı” bir operasyon gerçekleştiren polisi Romanya’dan kutlayan RTE’nin aceleciliği de tezgahın bir başka belirtisi olmuştur.

Nihayet; halkın gözünün içine baka baka her türlü yalanı söylemekte usta olan RTE’nin, apaçık bir cinayeti hala “kanıtın var mı” diye kabul etmemesi ve Türkiye’nin muhtarı ve imamı olarak verdiği haftalık olağan vaazında “ey baro başkanı! Gördün işte nasıl madara olduğunu. Bırak bu yargıyı temsil ediyorum havalarını…” mealinde söylemlerle olayın adeta keyfini çıkarması da yetmiyorsa anlamamıza, o da bizim saflığımız olsun.

Amaçlanan sonuç elde dilmiş midir? Kısmen evet.

Haziran hareketinin en etkin unsurlarından biri olan avukatların itibarsızlaştırılması için yaratılan ortam şehvetle kullanılmıştır. Avukatlık örgütlerinin açık faşizmin ayak seslerini tam olarak algılayamadığı söylenebilir…

İktidar sahiplerince güvenlik paketini meşrulaştırma yönünde ciddi kazanımlar elde edilmiştir. Yaklaşan 1 Mayıs için devlet şiddetine kapılar fora…

Yürütme karşısında zaten eli kolu bağlı olan yargının bu olay sonrasında kendi içlerinde bir kavgaya tutuşmuş olmaları da saray için adeta bir piyango olmuştur.

Faşizmin yükselme döneminde mücadelenin ön saflarında yer alan İstanbul Barosu Başkanı’nın son olaylardan sonra oldukça yorgun düştüğü gözlenmektedir. İyi niyetli çabalarının arzulanan sonucu doğurmaması ve yeterince desteklenmediği duygusuna kapılması bunda etkili olmuştur…

İlk yapılması gereken, RTE’nin bir strateji olarak benimsediği gerginlik politikası tuzağına düşmemektir. Çünkü o bu gerginlik ve atışmalardan besleniyor. Onu ayakta tutan duygu düşmanla savaş duygusudur. Onu ciddiye alma ve karşılık verme gayretinin RTE için yaşam kaynağı olduğunu unutmamalı, onu beslemekten vazgeçilmelidir.

Belki yeni tür bir pasif direniş modeli geliştirmeliyiz. Akrebe dokunmadan, onun kendi kendini sokması için olabildiğince izole etmeliyiz.