Seri bir şekilde ve toplu olarak hukuksuz ve gayrimeşru arama, gözaltı, tutuklama dalgaları ile bir “hukuksuzluk destanı” yazılmaktadır. Bunlar ancak darbe dönemlerinde görülebilecek uygulamalardır. Ne yazık ki, bütün bu uygulamalar, hukuk eğip bükülerek, kanundaki bir takım hükümler ve müesseseler amacından saptırılarak ve görünürde “şeklî bir yargı” eliyle yapılmaktadır. Bir kez daha hatırlatalım ki, Ceza Muhakemesi Kanununda verilen yetkiler, savcıların ve hakimlerin içini istedikleri gibi doldurup kullanabilecekleri birer açık çek değildir. Bunların gerekçesiz, keyfi bir biçimde kullanılması vicdani, cezai ve hukuki sorumluluk gerektirir. Hukukun ve tarihin yargısından kimse kaçamaz. Gözaltına alınanlara, özellikle tutuklananlara cezaevinde yapılan fiziki ve psikolojik işkence ve baskılar ne tür bir rejim içerisinde bulunduğumuzun da açık bir göstergesidir. Tüm toplum gözaltındadır ve ülke hızla açık bir cezaevi olmaya doğru götürülmektedir. Siyasi iktidar bir biçer-döver gibi tüm toplum kesimlerinin üzerine gitmekte, sürek avları düzenlenmektedir. Gazlı, coplu, sopalı, palalı, tazyikli  “demokrasi” milletimize “ileri” iddiasıyla sunulmaktadır. Mevcut Anayasa ve kanunların dahi açıkça çiğnenmesi sonucunda, Türkiye hızla “hukuk devletinin” gerisindeki bir aşamayı oluşturan “kanun devleti” olmaktan dahi çıkmaktadır.

 

Öyle anlaşılmaktadır ki, polisin ve eli sopalı, palalı bir takım güçlerin uyguladığı şiddet ve saldırıları her nedense görmeyenler ve üzerine gidemeyenler, halkın üzerine acımasızca saldırmakta, bir takım suçlar üretmekte son derece kararlı davranacaklarıdır. Bu süreçte polis şiddetine bağlı olarak ölen, yaralanan gözünü yitiren onca yurttaş, halka saldıran para-militer bazı güçler varken, her nedense bunlara dokunulmamaktadır. Gözaltılar “gözdağına” dönüşmüş, üstelik gözaltından sonra gaz bombalarının mermi gibi kullanılması sonucunda “göz alma”(!) şeklinde yeni bir uygulama başlamıştır.  Polis şiddetinin kutsanması boşuna değildir. Tüm bu hukuksuzlukların arkasında bizzat şiddeti kutsayan, ikramiye ile ödüllendiren ve öven, polise ve yargıya talimat veren bir siyasi iktidar vardır. Kendi halkına karşı sistematik bir baskı uygulayan, temel hak ve özgürlükleri fiilen kullanılamaz hale getiren bir siyasi iktidarın demokratik meşruiyeti tartışmalı hale gelir. Demokrasilerde bireylerin siyasi iktidarı beğenmeme, eleştirme, hoşnut olmama ve bunu sergileme hakkı mevcuttur. Bu hoşnutsuzluğu belirtmenin tek yeri sandık değildir. Aksi halde iletişim özgürlüğü, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ve özgürlüğünün bir anlamı olmayacaktır.

 

İstanbul Barosu olarak tüm bu hukuksuz uygulamaları izlemek ve not etmekle birlikte, başta siyasi iktidar olmak üzere tüm ilgilileri, hukuka uymaya, bu tür faşizan uygulamalardan vazgeçmeye çağırıyoruz. Tarih, halkın bu tür hukuksuz uygulamalarla, baskı ve şiddetle sindirilemeyeceğini, susturulamayacağını, baskı ve hukuksuz güce dayalı hiçbir diktanın süremeyeceğini göstermiştir. Tek yol hukuk devleti güvencesinde özgürlük ve demokrasidir. Gerçek demokrasi…

Hukuksuzlukların karşısında, halkımızın, temel hak ve özgürlüklerin yanında olmaya, bu uğurda mücadele etmeye, hukuksuzlukları ve bunları gerçekleştirenleri teşhir etmeye devam edeceğiz.

 

Kamuoyuna saygı ile duyurulur.

 

                        İSTANBUL BAROSU BAŞKANLIĞI