İnternet ortamında yapılan hukuka aykırı yayınlar ve İnternet üzerinden işlenen suçlar ile mücadele amacıyla 2007 yılında çıkarılan 5651 sayılı ‘İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun’un; amacı ve kapsamı ile birlikte değerlendirildiğinde temel hak ve özgürlükler bakımından birçok sakıncalı sonuca sebebiyet verdiği ve değiştirilmesinin gerektiği yıllardır gerek uygulamacılar, gerek sivil toplum kuruluşları, gerekse akademisyenler tarafından defalarca kez dillendirilmiş, bu hususta sayısız çalışmalar yapılmıştır.

Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 18.12.2012 tarihli ve 3111/10 sayılı kararıyla da, 5651 sayılı Kanun’un erişimin engellenmesine ilişkin 8. Maddesi AİHS m. 10’a aykırı bulunmuş ve Kanunun demokratik hukuk devletinin teminat altına alması gereken hukuki korumayı sağlamadığına hükmedilerek, Türkiye tazminata mahkûm edilmiştir.

Bu bağlamda, tüm kamuoyunca AİHM’in söz konusu kararının gereğinin yerine getirilerek, bireylerin temel hak ve özgürlüklerini koruma altına alan, daha özgürlükçü ve demokratik bir yasalaştırma çalışması yapılması beklenmekteyken, 7 Ocak 2014 günü TBMM Genel Kurulu’na sunulan ‘Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Bazı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’ ile 5651 sy. Kanun’un birçok hükmünde değişiklik yapılması öngörülmüştür.

Ne var ki, Genel Kurul’a sunulan bu tasarıyla AİHM’in mahkûmiyet gerekçesinde işaret ettiği hukuka ve düşünce ve ifade özgürlüğüne aykırılıkların giderilmesinin amaçlanmadığı, bilakis, temel hak ve özgürlüklere müdahale bakımından daha büyük sorunlara yol açacak nitelikte, İnternet üzerinde Devletin gözetimini arttıran yepyeni bir hukuki rejimin getirildiği görülmektedir. Zira yapılan değişikliklerle, önceki düzenlemelerdeki yetersizliklerin bertaraf edilmesi bir yana; içeriğin kaldırılması sisteminden farklı olarak erişimin engellenmesi uygulamasının kapsamı ölçüsüz bir biçimde ve soyut ifadelerle genişletilmektedir. Bu değişiklikle yalnızca erişimin engellenmesi amacıyla adeta “sansür birimi” gibi çalışacak ‘Erişim Sağlayıcıları Birliği’ kurulmakta ve tüm erişim sağlayıcıların bu sansür birimine bağlı olması zorunlu kılınmaktadır. İdari mercilere mahkeme kararı olmaksızın erişim engelleme yetkisi verilerek, yürütme, bireylerin temel hak ve özgürlüklerine doğrudan müdahale edebilme yetisiyle donatılmakta, doğrudan siyasi iktidara bağlı çalışan TİB Başkanı ve personelinin yetkileri genişletilirken, cezai sorumlulukları fiili olarak ortadan kaldırılmaktadır.

Ayrıca, yeni düzenlemeyle erişim engelleme yöntemleri de çoğaltılmaktadır. Bu düzenlemeyle, bilgiye erişim daha da olanaksız hale getirilmektedir. İktidarın istemediği herhangi bir içeriğe erişim engellenmesi yetmeyecek, alternatif erişim yöntemleri de yasaklanabilecektir. URL adreslerine erişim engelleme yöntemiyle kullanıcıların tüm internet trafiği izlenebilir ve gözetlenebilir bir hale getirilmekte, IP adreslerine erişim engelleme yöntemiyle birçok site ve servis çalışamaz ve yayın yapamaz hale getirilmektedir. 

Yeni düzenleme, devletin internet kullanıcılarının hareketlerini arşivleme ve fişleme yapabileceği bir altyapıyı yasal hale getirmeye çalışmaktadır. Sadece servis sağlayıcılarda bulunan internet trafik kayıtları (log) TİB’e verilmek zorunda kalınacak, zaten uzun süredir istihbarat kurumuna dönüştürülen TİB’te bulunan veriler ile herhangi bir kullanıcı profillenebilecek ve fişlenebilecektir.

Yeni düzenlemede, özel hayatın ve kişilik haklarının daha fazla korunacağına ilişkin Bakan ve BTK Başkanı açıklamaları, salt kamuoyunu yanıltmaktan başka bir şey değildir. Bu düzenleme, sıradan vatandaşın özel hayatını ve kişilik haklarını korumaya yönelik değil, sadece belli başlı bazı kişilerin özel hayatını ve kişilik haklarını korumayı hedefler niteliktedir.    

Bu yeni düzenleme, yürütmenin, açıkça yargı erkinin Anayasal alanına tecavüzü anlamına gelmektedir. İnternette yapılacak her türlü yayın bakımından sansüre varacak uygulama ve müdahaleler yasal statüye kavuşturulmaktadır. Hukuk devletinde, temel hak ve özgürlüklerin kanunla ve ancak yargısal işlemle sınırlandırılması esastır ve bu ilkeden vazgeçilmesi mümkün değildir. Aksi bir durum, yürütme erkinin, yargı erkinin yerine geçmesine sebebiyet verecek ve kuvvetler ayrılığı sisteminden, ancak otokratik yönetimlerde söz konusu olabilecek kuvvetler birliği sistemine geçişin yolunu açacaktır. Antidemokratik yapısı artık tüm kamuoyunca malum olan 5651 sy. Kanunun değiştirilmesinin gerektiği tartışmasızdır. Ancak bu değişiklik, siyasi erk ve onun organlarının yargıya ikame bir güç haline gelişinin bir aracı olmamalı, uluslararası hukuk normları ile evrensel hukuk ilkelerine uygun, AİHM’in ifadesiyle “demokratik hukuk devletinin teminat altına alması gereken hukuki korumayı sağlayan”, bu bağlamda Anayasa ve uluslararası insan hakları metinleriyle korunan temel hak ve özgürlükleri ve bilhassa düşünce ve ifade özgürlüğünü korumayı amaçlayan ve işletmecilerden kullanıcılara kadar ülkemizdeki bütün İnternet aktörlerinin üzerinde mutabakata vardığı, özgürlükçü bir düzenleme olmalıdır.

Bunun tersi bir yasalaştırma Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile Anayasaya açıkça aykırı olup, İstanbul Barosu olarak hukuk devleti, düşünce ve ifade özgürlüğünün korunması ve kuvvetler ayrılığı ilkeleri çerçevesinde, bu sürecin takipçisi olacağımızı ve böyle bir düzenleme karşısında demokratik yollardan her türlü mücadeleyi vereceğimizi kamuoyuna bildiririz.




İSTANBUL BAROSU BAŞKANLIĞI