TAKSİM'DE KOLLUK SUÇ İŞLEMEKTEDİR

Taksim Gezi Parkında Topçu Kışlası görünümlü AVM ve rezidans oluşturmasına yönelik olarak alınan kararın, bir kısım Sivil Toplum Örgütleri ve yurttaşlar tarafından protesto edilmesi ve bu bağlamda eylemsellikler sergilenmesi karşısında, kolluk güçlerinin uyguladığı yöntem,  hukuken asla kabul edilemeyecek bir boyut ve nitelik taşımaktadır.

Açıkça belirtmeliyiz ki, demokratik ülkelerde bu protestolar karşısında kolluğun alması gereken tek önlem, “tahammül”dür. Bu türden eylemler, yurttaşlar için bir “hak” olup, emniyet güçlerinin görevi de bu hakkın kullanılmasının teminidir.

Sergilenen eylemselliğin bir yargı kararının beklenmesi temeline dayandığı ve oluşacak yargı kararının dayanağı konumunda bulunan bilirkişi raporunun yurttaşların istemleri doğrultusunda olduğu bilinirse, direnişin bu anlamdaki hukuki temeli de şekillenmiş olacaktır. Açık deyişle bu direniş hukuksal temelde de haklı bir gerekçeye sahiptir.

Bütün bu gerçekliklere karşın, demokratik bir hakkın kullanımının şiddet yoluyla engellenmesi, giderek zor kullanmada sınırın aşılması, açıkça “suç”tur. TCK 256. Maddesi, zor kullanmada sınırın aşılmasını açıkça kasten yaralama suçu olarak tanımlamaktadır. Bu nedenle, bir hukuk kurumu olarak kolluk güçlerini açıkça uyarıyoruz. Taksim’de kolluk suç işlemektedir.

Diğer yandan, 4 günden bu yana güvenlik güçleri tarafından ısrarla ve sistematik olarak devam ettirilen bu yöntem karşısında onlara emir ve talimat vermekle görevli “âmir” konumundaki görevlilerin, bu şiddeti önlemek bağlamında herhangi bir çaba göstermemesi de ayrı bir suç oluşturmaktadır. Alandaki görevlilerin “emir” adı altında uyguladıkları şiddetin kanunsuz ve dayanaksız olması, o emri verenleri de hukuk karşısında sorumlu kılacaktır.

Bu arada, yaşanan olaylar sırasında güvenlik güçleri tarafından kullanılan biber gazının insan sağlığını tehdit eden bir boyut taşıdığının bilimsel kanıtına karşın, ısrarla kullanılması yönündeki inat da, anlaşılabilir olmaktan çıkmıştır. Şiddetin ve zor kullanmada sınırın aşılmış olmasının göstergesi konumunda bulunan ve adeta “silah” olarak kullanılan biber gazının doğuracağı sonuçlar, bugün protestocuların canını acıtsa da yarın güvenlik güçlerinin sorumluluklarının sebebi olacaktır.

Bütün bu gelişmeler karşısında, 4 günden bu yana hak ihlallerini, yurttaşların demokratik hak kullanımlarının engellenmesini rapor eden İstanbul Barosu, bu gün bu olaylara sebep olan şiddet ve zor kullanan güvenlik görevlileri, onlara bu yönde talimat verenler ile bu fiilleri engellemekle görevli olup engellemeyenler hakkında İstanbul C.Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuştur.

Demokratik bir ülkenin yargı kurumunun yaşanan olumsuzluklar karşısında, etkin bir soruşturma yürütmesi halinde, kolluk güçlerinin yeni bir değerlendirme yapma ihtiyacını gözden geçireceklerini ummak istiyoruz.

Saygılarımızla.

              İSTANBUL BAROSU BAŞKANLIĞI



ANKARA BAROSU BAŞKANLIĞI

TAKSİM GEZİ PARKI’NDA YAŞAM HAKKINA ÖLÇÜSÜZ SALDIRI:

BİR FOTOĞRAF DEMOKRASİ İLLÜZYONUNU SONA ERDİRDİ

 

"Özgürlükçü anayasa yapacağız, toplumsal barış sağlayacağız, statükoyu ve demokrasinin önündeki engelleri kaldıracağız, Türkiye’yi dünyanın bir parçası haline getireceğiz" denilirken Taksim Gezi Parkı’nda çekilen bir fotoğrafla, yaratılan demokrasi illüzyonu sona erdi.

 

Bir kaç günden bu yana, yaşamın simgesi ağaçları kestirmemek için temel haklarını, barışçıl gösteri yapma hakkını kullanan yurttaşlar üzerinde uygulanan ölçüsüz, pervasız ve sonsuz şiddeti bütün dünyaya açık seçik gösteren bir fotoğraf bunu yaptı. İstanbul’un dünyaya bakan yüzü Taksim’de genç-yaşlı, hamile-çocuk, yurttaş-turist, gösteri yapan-oradan geçen ayrımı yapılmaksızın herkese uygulanan kör şiddetin fotoğrafı gerçekleri ortaya koydu.

 

Kendi yurttaşlarına, kamusal alanlarına kimyasal gaz sıkmak, bütün bir bölgeyi soluk alınamaz hale getirmek, özgürlüğü değil korkuyu hissettirmek ve yaymak konusunda kararlılığını gösteren bir yönetimin özgürlük getirmesini beklemek hayal olmuştur. 

 

Barışçıl gösteri hakkı demokratik toplumun test noktalarından biri iken, 2010 “özgürlükçü” anayasa referandumundan bu yana her tür demokratik gösteride, kendi yurttaşlarına düşman muamelesi yapan bir yönetim toplumsal barışı nasıl sağlayacaktır?

 

Hukuk devleti ve insan haklarını korumakla görevli bir hukuk örgütü olarak; devletin kendi yurttaşlarına yönelttiği bu şiddeti kaygıyla ve tepkiyle izliyoruz. Kamu hizmeti sunmak, güvenliği sağlamak ve özgürlüğü korumakla görevli polislerin, komşusu, okul arkadaşı, tanıdığı, akrabası ve hemşerisi olan kendi insanlarına bu kadar yabancılaşarak sert ve ölçüsüz müdahalede bulunmasının altında yatan siyasal-sosyal ve ekonomik nedenleri biliyoruz.

 

Ankara Barosu, her türlü olumsuzluğa rağmen, bağlı olduğu temel değerleri, insan hakları ve özgürlüğü, demokratik hukuk devleti ideallerini sonuna kadar savunmaya devam edecektir. Ankara Barosu olarak, son yıllarda artarak gelişen bu “totaliter” eğilimlerle ilgili takibini sürdürecek ve gerekli hukuki tepkilerini her zaman ortaya koyacaktır.

 

Ankara Barosu olarak, temel haklarını kullanmak istediği için yaralanan, korkutulan, sindirilmek istenen ve temel değerlerinden vazgeçirilmeye çalışılan tüm yurttaşlarımıza geçmiş olsun dileklerimizi iletir, sürecin sonuna kadar takipçisi olacağımızı ve üzerimize düşeni yapmakta kararlı olduğumuzu bir kez daha vurgulamak isteriz. 

 

Avukat Sema AKSOY

Ankara Barosu Başkan Vekili