Salt bu nedenle savunma, sadece ulusal düzenlemelerle değil, uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınmıştır. Bu bağlamda ülkemizin taraf olduğu Avukatların İşlevlerine İlişkin Temel İlkeler/Havana Kuralları’nın 16/a-c maddesi hükmüne göre hükümetler, yargı organları ve diğer kamu kurum ve kuruluşları avukatların; “hiçbir baskı, engelleme, taciz veya yolsuz müdahaleyle karşılaşmadan her türlü mesleki faaliyeti yerine getirmelerini, kabul görmüş meslek ahlak kurallarına, görevlerine, standartlarına uygun faaliyette bulundukları için kovuşturma veya idari, ekonomik veya başka bir yaptırımla sıkıntı çekmemelerini ve tehditle karşılaşmamalarını sağlamakla yükümlüdürler.”

Hal böyle iken kamuoyunda “Balyoz Davası” olarak bilinen ve Özel Yetkili İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2010/283 esasında kayıtlı olan davada savunma görevini yapan avukatlar, mahkemenin savunma hakkına, adil yargılanma ilkesine, az yukarıda içeriğine değinilen Havana Kuralları’nın 16/a-c maddesi hükmüne aykırı uygulamalarda bulunduğunu ileri sürmek suretiyle savunma görevlerini yapamayacak duruma geldikleri gerekçesiyle duruşma salonunu terk etmişler ve bu durumu bağlı oldukları İstanbul Barosu Yönetimine bildirmek suretiyle yardım talebinde bulunmuşlardır.

Avukatların bu talebi üzerine İstanbul Barosu Başkanı ve Yönetimi Avukatlık Kanunu’nun 76, 95 ve 97. maddelerinin kendisine verdiği görev ve yetkinin gereği olarak Özel Yetkili İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2010/283 esasında kayıtlı olan davanın 6 Nisan 2012 tarihli oturumuna katılarak mahkemeden adil yargılanma ve savunma haklarına saygılı olmasını talep etmiştir.

İstanbul Barosu Başkan ve Yönetiminin bu talebi mahkemece “adil yargılanmayı etkileme suçuna teşebbüs” olarak nitelenmek suretiyle suç duyurusunda bulunulmuş ve bunun üzerine Silivri Cumhuriyet Savcılığı tarafından İstanbul Barosu Başkanı ve Yönetim Kurulu Üyeleri hakkında Türk Ceza Kanunu’nun 277.maddesinde düzenlenen adil yargılanmayı etkileme suçunu işledikleri iddiasıyla kamu davası açılmış olup iddianame görevli ve yetkili mahkeme tarafından kabul edilmiştir.

Oysaki Avukatlık Kanunu’nun 95/4.maddesi hükmüne göre “… mesleğe ve meslek mensuplarına yönelik hak ihlallerine karşı avukatlık mesleğini ve meslek mensuplarını savunmak, bu konularda her türlü yasal ve idari girişimlerde bulunmak” baro yönetim kurullarının görevi olmakla, İstanbul Barosu Başkanı ve Yönetim Kurulu Üyelerinin somut olaya konu eylemi suç değil, aksine Avukatlık Kanunu’nun kendilerine verdiği görevin yerine getirilmesidir. Kaldı ki, yargılama diyalektiğinde asli unsur olan savunmanın ve onun mümtaz temsilcisi avukatın görevi ve işlevi, yargılamayı etkilemek suretiyle adil yargılanmanın ve adaletin gerçekleşmesini sağlamaktır.

Diğer taraftan iddiaya konu eylem baro organlarındaki görevden doğmakla, İstanbul Barosu Başkanı ve Yönetim Kurulu Üyeleri haklarında soruşturma açılması Avukatlık Kanunu’nun 58/1. maddesi hükmü gereğince ancak Adalet Bakanlığı’nın izni ile mümkündür. Bu izin alınmadan İstanbul Barosu Başkanı ve Yönetim Kurulu Üyeleri hakkında soruşturma ve bunu takiben dava açılmış olması Avukatlık Kanunu’nun 58/1. maddesi hükmüne aykırıdır.

Açıklanan bütün bu nedenler ile İstanbul Barosu Başkanı ve Yönetim Kurulu Üyeleri hakkında Adalet Bakanlığı’ndan izin alınmadan dava açılmış olması ulusal mevzuata aykırı olmasının yanı sıra uluslar arası sözleşmelere de aykırıdır.

Bu hususu kamuoyu ile paylaşır, Türkiye Barolar Birliği olarak İstanbul Barosu Başkanı ile Yönetim Kurulu’nun yanında olduğumuzun ve olacağımızın bilinmesini isteriz.