BASINA ve KAMUOYUNA 
İstanbul Gezi Parkı’nda ülkesine ve çevresinin sorunlarına duyarlı insanların barışçıl bir ortamda, barışçıl bir dille demokratik taleplerden olan protesto haklarını hukuk dışına çıkmaksızın ve şiddet eylemlerine dönüşmeksizin kullanırken güvenlik kuvvetlerinden olan polisin aldığı emirler doğrultusunda şiddet kullanarak karşılık vermesi, birey yurttaşa karşı biber gazı, tazyikli su, göz yaşartıcı bomba ve plastik mermiler ile saldırması açık bir demokrasi, insan hakları ve hukuk ihlali oluşturmaktadır. Bunun adı orantısız güç değil, devlet terörüdür.


Taksim Gezi Parkı’na AVM yapılmasına karşı çıkan ve bunu barışçıl bir eylemle protesto eden ve onlara destek veren yurttaşlar yasalardan, anayasadan, uluslararası sözleşmelerden aldıkları bir hakkı kullanmışlardır. Bu demokratik hakkın şiddet kullanılarak bastırılmaya çalışılması, yüzlerce yurttaşın yaralanması, gözaltına alınması bir hukuk devletinde ve ileri demokrasi adı altında yönetildiğini iddia eden bir ülkede asla yaşanmaması gereken olaylardır.


Siyasi iktidar halka karşı baskı şiddet, öteleme, aşağılama değil demokrasiyi esas alarak birleştiren ve kucaklayan bir yaklaşım içerisinde olmak zorundadır. Ancak gelinen noktada birleştirme ve kucaklama yerine toplumu bizden olan, bizden olmayan söylemleriyle çatışma ortamına sürükleyen bir zihniyetin saldırganlığını görmekteyiz. Bu zihniyet; insanları birbirlerine kırdırmak ve yeni ayrışımlara zemin hazırlamak için uğraşmaktadır.


Cumhuriyet tarihinin tüm kazanımlarıyla birlikte ulusal bayramlarımızın da içi boşaltılmıştır. Bu kazanımların yok edilmesine yönelik uygulamalar, cumhuriyetin kurucularını küçük düşüren yok saymalar had safhaya ulaşmıştır.

Yıllardır devam eden bağımsız ve özgür basına yönelik saldırılar nedeniyle medya etkisizleştirilmiştir. Böylesi günlerde halkın bilgi alma özgürlüğü susturulmuş ,medya tarafından engellenmiş, iletişim aracı olan sosyal medyaya da engelleme girişimleri başlamıştır.


Suskun, sinmiş, birbirinden haberi olmayan, kısacası yandaş medya ve kolluk kuvvetleriyle güdülen bir toplum olmamız istenmektedir. Bu saldırılar üzerinden tüm toplumu korku ve baskı altına alarak sindirmek ve en temel demokratik haklarını kullanamaz hale getirmek amaçlanmaktadır. Bunun adı açık FAŞİZMDİR. Son 15 gün içerisinde yaşanan olaylar, artan şiddet toplumun kılcal damarlarına kadar işlemiştir ve bu toplum artık UYANMIŞTIR.


Biz hukukçular ve hukukun uygulayıcıları olan avukatlar demokrasi, özgürlük, hukukun üstünlüğü ve yargının bağımsızlığı ile birlikte ülkemizin tüm değerlerinin savunulmasını ve korunmasını istiyoruz.
Siyasi iktidarın varlık nedeni halka baskı ve zulüm uygulamak değil, halkın yaşam koşullarını iyileştirmek, ülkenin temek hak ve özgürlükler ve demokratik yönden standartlarını yükseltmektir.


Türkiye’de halen gazetecilik faaliyetlerinden dolayı 76, son yapılan genel seçimlerden bu yana halkın oylarıyla seçilmiş 8 milletvekili, demokratik ve özerk bir üniversite taleplerinden dolayı 2 binin üzerinde öğrenci, sırf üstlendikleri davalardan dolayı 45’in üzerinde meslektaşımız tutukludur.


Toplumda aykırı ve muhalif hiçbir sese tahammül edemeyen bir anlayış ülkeyi bugünkü kaos ve kargaşa ortamına getirmiştir.
Sokakta ve meydanlarda azgınlaşan faşizm bu kez avukatların görev ve yaşam alanları olan adliyeye uzanmıştır. Dün İstanbul Çağlayan Adliyesi’nde 70 meslektaşımız cübbeleri, giysileri yırtılarak, yaka paça tutulup, yerlerde sürüklenerek hukuka aykırı bir şekilde gözaltına alınmışlardır. Bazı meslektaşlarımız çok ciddi bir şekilde yaralanmışlardır. Meslektaşlarımıza karşı gerçekleştirilen haksız ve hukuksuz gözaltı ve polis saldırısını şiddetle KINIYOR ve PROTESTO ediyoruz. Adliye binaları yurttaşların hak arama ve adalete erişimin yeridir. Adliye binalarında avukatın güvenliğinin olmadığı bir yerde artık kimsenin güvenliğinden bahsedilemeyecektir.

Bağımsız savunmayı temsil eden biz avukatlara yönelik bu saldırı özünde tüm yurttaşlara verilen açık bir tehdit ve gözdağıdır. Bu saldırının başka bir hedefi de demokrasi ve hukuk devletidir.


Avukatların rolüne dair 1990 tarihli Havana Kuralları ve 2002 tarihli TURİN İlkelerindeki düzenlemelere göre; Avukatların hiçbir baskı, engelleme, taciz veya yolsuz bir müdahaleyle karşılaşmaksızın her türlü mesleki faaliyetlerini yerine getirebilmelerini, kovuşturma veya idari, ekonomik veya başka bir yaptırımla sıkıntı çekmemeleri ve tehditle karşılaşmamaları için hükümetlere görev yüklemiştir. Avukatlar müvekkillerinin haklarını korurken ve adaletin gerçekleşmesine çalışırken, ulusal ve uluslar arası hukukun tanıdığı insan hakları ve temel özgürlükleri yüceltmeye çalışırlar. Avukatlar özellikle, hukukla, adalet sistemiyle ve insan haklarının geliştirilmesi ve korunması ile ilgili konularda kamusal tartışmalara katılma hakkına sahiptir.


Yurttaşın hak arayışından ve adalete erişimde sesi olan, yargının kurucu unsurlarından bağımsız savunmayı temsil eden biz avukatlara yapılan her türlü saldırı, gerçekte bu ülkenin yurttaşlarına yapılmaktadır. Avukatların itibarsızlaştırılmasıyla mesaj verilmek istenen yurttaşlardır.


Avukatlık Yasasının 76. maddesi uyarınca meslek ahlakı ve saygınlığını, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunmak ve korumak biz baroların görevidir. Bu doğrultuda yakalama, gözaltı, arama gibi her türlü kolluk işlemini denetlemek ve nezaret etmek de görevlerimiz arasındadır.

Dün öğleden sonra gözaltına alınan meslektaşlarımız TBB ve İstanbul Barosu’nun hızlı ve etkili girişimi, tüm baroların ve meslektaşlarımızın destek ve dayanışması sonucunda akşam saatlerinde serbest bırakılmışlardır.

Ülkeyi yönetenleri ; meslektaşlarımızın ve tüm yurttaşlarımızın evrensel hukuktan, uluslararası sözleşmelerden, anayasa ve yasalardan doğan demokratik haklarını kullanmalarına engel olmamaya, sorumlu davranmaya ve hukuk içinde kalmaya çağırıyoruz. Halkımızın da sağduyusuna güveniyoruz. İnanıyoruz ki; siyasi iktidarın çıkar hesaplarıyla insanlarımızı provoke ederek toplumu ayrıştırıp, kutuplaştırarak iç barışı bozma oyunlarına alet olmayacaklar, tuzaklara düşmeyeceklerdir.

Meslektaşlarımız ve meslek örgütlerimiz olan barolarımız yaşanan hukuksuzlar ve karşı karşıya olduğumuz haksız saldırılar karşısında yılgınlığa düşmeyeceğiz, susmayacağız ve her koşulda mesleğin onurunu, yurttaşın hukukunu ödünsüz ve korkusuz bir biçimde savunmaya devam ederek baskılara boyun eğmeyerek faşizme geçit vermeyeceğiz.

Meslektaşlarımıza yönelik kolluk terörünün sorumluları başta İstanbul Valisi, İstanbul Emniyet Müdürü ve bütün bunlara gözyumup talimatı verdiğini düşündüğümüz İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığıdır. Olayların başlangıcından bugüne kadar yetki ve sorumluluk sahibi olanları istifaya davet ediyor, kendilerini varsa eğer vicdanlarıyla baş başa bırakıyoruz. Kendileri gibi yargının kurucu unsurlarından birisi olan avukatlara yönelik, onları kamuoyu nezdinde küçük düşürmeye çalışan, mesleğimizin onuruna hakaret eden, yaka – paça, ite-kaka gözaltına alınma manzaralarının oluşmasının sorumlusu olduğunu düşündüğümüz İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı artık o makamda oturmamalıdır.

TBB Başkanımız Sayın Metin FEYZİOĞLU, “…ALACAKLARSA BENİ ALSINLAR..” sözüne; biz de “Öyleyse vurun, parçalayın bizleri. Her parçamızdan bizim gibiler, bizleri aşacaklar doğacaktır” diyoruz.

Kamuoyuna saygılarımızla sunarız.

 

                                                                  ADANA BARO BAŞKANLIĞI