TÜRKİYE'NİN BÜTÜNLÜĞÜNÜN ORTADOĞU'DA MENFAATLERİ OLAN DEVLETLERİN TAMAMININ YARARINA OLDUĞUNUN ANLAŞILMASI VE ANLATILMASI

1.  Bilindiği üzere devletin üç unsuru vardır:

- Ülke (kara-hava-deniz sahaları)

- O ülke üzerinde “birlikte yaşama iradesine” sahip halk

- Ülke ile halk üzerinde devletin sahip olduğu egemenlik 

2.  Irak, Suriye ve Libya'da, milli devletlerin yıkılması sonucu ortaya egemenlik boşlukları ortaya çıkmıştır. Her biri mikro düzeyde belli coğrafi alanlarda egemenliğini dayatma ve devletimsileşme  iddiasında olan silahlı örgütler, bu çökertilmiş devletlerin ülkeleri ve oralardaki insanlar üzerinde kendi egemenliklerini kurmak için birbirleriyle savaşmakta, ancak bu arada olan, bölgedeki  insanlara olmaktadır. 

3.  Bölgede yıkılan devletler, diktatörler tarafından yönetilen, fakat mezhepsel kırılmalara karşı bütünlüklerini korumak için laik sistemi benimsemiş devletler idi. Bu yüzden de eğer dış müdahale olmasaydı laik yapıları sayesinde ayakta kalmayı hala başarabilmiş olacaklardı. Bölgeyi teröre ve insanlık dramlarına boğan söz konusu silahlı örgütlerin ortak özelliği ise, yerlerine talip oldukları milli devletlerin aksine, kurmak istedikleri devletimsilerin halk unsurunu ırk ve/veya mezhep esaslı olarak oluşturmaktır.  

4.  Bunun için bu silahlı örgütlerin her biri, etnik ve mezhepsel temizlik yaparak, kurmak istedikleri devletimsi yapıların tek etnik kökenli ve/veya tek mezhepli halklarını oluşturmaya çalışmaktadır. Bu amaçla, insanlığa karşı suçlar  kapsamında yer alan suçları yaygın olarak işlemeyi de meşru görmektedirler. İddia ettikleri egemenlik alanlarına müdahale edebilecek devletleri caydırmak için de, terörü bir kaldıraç olarak benimsemişlerdir. Reyhanlı, Suruç, Ankara Garı, Sultanahmet ve Paris saldırıları ile güney sınırımızdaki Tel Abyad, Ayn el-Arap ve Amude’deki yerleşik halkın katli ve zorla göçe tabi tutulması bunun örnekleridir. 

5.  Bu noktada Suriye rejimine de ayrı bir parantez açmak gerekecektir. Her devlet, devletin unsurlarına bir saldırı olduğunda meşru olarak o saldırıları bertaraf etme hakkına sahiptir. Ancak bunu yaparken kendi halkına varil bombaları atarak savaş suçu işlemek ülke savunmasının meşruiyetini sorgulatır hale getirir.

DEVLETİMSİLEŞME TEŞEBBÜSLERİ

6.  Güneydoğu Anadolu bölgemizde bazı ilçelerdeki devlete karşı isyan teşebbüsleri de, ayrı bir cephe açarak Türkiye'nin sınırlarının hemen bitişiğinde gerçekleşen ve bekasını ilgilendiren gelişmelere müdahale gücünü kırmaya, içeride ise bir egemenlik boşluğu yaratarak devletimsileşmeye yöneliktir.  

7.  Irak, Suriye ve Libya'nın dağılmasının neden olduğu büyük kaosun ne zaman ve nasıl  düzeleceğini, başka hangi ülkelere sıçrayacağını bilmek mümkün değil. Ancak bu kaotik düzensizliğin kısa sürede iyileşmeyeceği ve masa başında çizilen yeni sınırların ve öngörülen yeni yapıların sahaya bire bir uygulanamadığı da açık.  

8.  Ege Denizi ve Akdeniz, birer mülteci mezarlığına dönüşmüş durumda. Irak ve Suriye'den kaçan milyonlarca insanın hayatı, ancak denizleri ve dağları aşarak Avrupa Kıtası'na ayak basmayı başarırlarsa Avrupa devletlerini yakından ilgilendiriyor. Çünkü öncelikleri, kendi kamu düzenleri. Ortadoğu'nun bu hale gelmesinde, dolayısıyla bu insanlık dramının yaşanmasında sorumluluk sahibi olduklarını düşünmek dahi istemiyorlar. Ancak kamu diplomasisi yetenekleri sayesinde ihtiyaçları oldukları alanlarda aldıkları çok az sayıda mülteciyi medyaya çıkararak, sanki bölgedeki insanlık dramında üstlerine düşeni yapmış göstermekteler kendilerini.

YAPILAN YANLIŞLAR VE ALINACAK DERSLER

9.  Küresel ve bölgesel siyasetin önde gelen devletlerinin Ortadoğu'da yaptıkları büyük yanlışlardan ders almaları ve Türkiye'yi anlamaları gerekiyor. Bu çerçevede, örneğin; 

-     Türkiye'nin üniter yapısının dağılması durumunda hem güçlü bir müttefiki kaybedeceklerini hem de  ortaya çıkacak kaosun ve dünyanın her yerini etkileyecek trajik sonuçlarının, bölgenin bugünkü durumunu mumla aratacağını görmeleri lazım.

-     Bir dönem belirli menfaatlere hizmet ettiği için en azından hoşgörüldüğü veya yeterli mücadele edilmediği anlaşılan IŞİD'i ortadan kaldırmak için PKK'nın desteklenmesinin, temel hata olduğunu, bu konuda çok daha yetenekli ve donanımlı olan Türkiye ile IŞİD’le mücadelenin parametrelerini konuşmadan PKK ile masaya oturmalarının yanlışlığını anlamalılar.

-     Türkiye'ye, "PYD ayrı, PKK ayrıdır" diye dayatmak yerine; PYD'ye PKK ile  bağlantısını  kesmesi için baskı uygulamalılar.

-     Türkiye'nin demokratikleşmesinin bölgede daima işbirliği yapılabilecek bir devlet olarak kalmasını sağlayacağını görerek desteklemeliler. Türkiye’de demokrasinin gerilemesinin kendi çıkarlarını da tehlikeye atacak bir tehlike oluşturacağını görmeliler.

-     Özerklik esasına dayanan yönetim modellerinin, demokratikleşmeye değil, iç savaşa neden olacağını, böyle bir iç savaşın Anadolu'da etnik ve mezhepsel temellere dayanan yeni devletlerin kurulması için sonu gelmez kanlı savaşlara yol açacağını görmeliler.

10. Elbette biz de milli menfaatlerimizi doğru belirlemeli, bu menfaatler etrafında birleşmeli, birlikteliğimizden güç almalı ve bölgede etkin olan  devletlerin milli menfaatlerinin, bizim milli menfaatlerimizle örtüşmelerini sağlamalıyız. 

HALK SAVAŞI DEĞİL, HALKI ESİR ALAN BİR ŞEHİR SAVAŞI

11.   Bölücü terör örgütü PKK, Kürt etnik kökenli vatandaşlarımız dahil, tüm vatandaşlarımızın düşmanıdır. Halkı temsil etmemektedir. Hendekler ve şehir savaşı stratejisiyle bölge insanını yerinden, yurdundan, işinden etmiştir. Amacı, daha demokratik, vatandaşları daha özgür bir ülke yaratmak değil, Ortadoğu’da oluşan egemenlik boşluklarını lehine kullanarak uluslararası meşruiyet sağlamak ve kendi vahşi diktatoryasında yeni bir devletimsi kurmaktır. PKK’nın bu amacını görmeli ve gaflete düşmemeliyiz. PKK, romantize edilecek bir örgüt değildir; iki taraftan da gencecik insanların ölümlerine neden olan, insanlara zulmeden bir terör örgütüdür.  Bir halk savaşı değil, halkı esir alan bir şehir savaşı yürütmektedir.

12.   Peki, bir iç savaşa sürüklenmemizi ve bölünmemizi önlemek için etrafında birleşmemiz gereken milli menfaatlerimiz nelerdir?

-     DEMOKRASİ: Körfez Savaşı sonrasında yıkılan devletler laikti ama demokratik değildi. Türkiye’nin gücü, demokrasisinin gücüyle orantılıdır. Çoğulcu, katılımcı, insan haklarına dayanan demokrasi, Türkiye Cumhuriyeti’nin devamının olmazsa olmaz şartıdır.

-     HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ VE KUVVETLER AYRILIĞI:  Demokrasinin gücünü, iktidarı denetleyen-dengeleyen demokratik kurumların varlığı ve gücü belirler.  İktidarın denetlenmesi ve dengelenmesi için, yasama-yürütme-yargı kuvvetlerinin tek elde toplanması değil, birbirinden ayrı çalışmasının sağlanması gerekir. Anayasaya uyulur ve demokratik gelenekler geliştirilirse, kuvvetler ayrılığı, devlet mekanizmasını asla kilitlemez. Kuvvetler ayrılığı olmaz ise, kuvvetleri elinde tutanın buyruğu kanun olur; hukukun üstünlüğünün yerini, üstünün hukuku alır. Bölücü terör örgütü ile mücadelede Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük gücü; tankı, topu, uçağı değil, devleti terör örgütünden ayıran “hukuka saygılı duruşu”dur. Bu sebeple, terörle mücadele ediliyor diye ifade hürriyetinin kısıtlanması, hukuk dışına çıkan kamu görevlilerinin görmezden gelinmesi, devletin meşruiyetinin yıpranmasına ve terör örgütünün buna bağlı olarak meşruiyet kazanmasına neden olur.      

-     LAİKLİK: İç politikada inançlar üzerinden yapılan ayrımcılığın yol açtığı mezhep çatışması somut tehlikesinin önlenmesi, dış politikada akla ve tarihi gerçekliklere dayanan stratejilerin geliştirilmesinin sağlanması, eğitimde çağdaşlığın, akılcılığın, bilimciliğin geçerli kılınmasının vazgeçilmez şartı laikliktir. Günlük siyasi saiklerle, bu temel ilkenin artık daha fazla yıpratılmasına son verilmelidir. Unutulmamalıdır ki, bölgemizde bugünkü kaotik duruma neden olan kırılma noktası Irak’ta ortaya çıkan mezhepçi ayrışma ve ayrıştırma ve bunun etrafa yayılmasıdır.

-     ÜNİTER DEVLET: Türkiye'nin bütünü söz konusu olduğunda, nüfusumuzun etnik ve mezhepsel dağılımı homojen değil; şehirler, mahalleler, apartmanlar, hatta aileler farklı etnik köken ve mezhepleri birlikte barındırıyor. O yüzden ülkenin herhangi bir bölgesinde özerk yapılar oluşturacak şekilde sınırlar çekmek, ülkenin tamamını sonu gelmez bir kaosa sürükler. Zaten daha demokratik, vatandaşları daha özgür, refahın adaletli dağıtıldığı bir gelecek istiyorsak, bunun yolu bu değil. Böyle yapılar kağıt üzerinde bir etnik kökene veya mezhebe dayandırılmasa bile, uygulamada bazıları kaçınılmaz olarak fiilen böyle çalışacak, buna bağlı olarak diğerlerinde de mezhep ve etnik köken ayrımcılığı kaçınılmaz olarak tetiklenecektir.   

-     MİLLİ DEVLET: Milli devlet, kendi milletinin menfaatlerini, başka devletlerin menfaatlerinden üstün gören devlettir. Nüfusumuz, özellikle büyük şehirlerde ve göç alan illerimizde etnisite ve mezhep anlamında iç içe geçmiş durumda.  Bu, akılcı politikalar uygularsak müthiş bir potansiyel güç.  Bunu başaramazsak, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde ayrı devlet kurmaya yönelik isyan denemeleri, bilelim ki  söz konusu iç içe geçmişlik sebebiyle, ülkenin her yerinin, her mahallesinin yangın yerine dönmesine neden olur. O yüzden, sürekli farklılarımızı öne çıkarmak  yerine, ortak geçmişimizin ve geleceği birlikte inşa etme ülkümüzün altını çizmeli, bizi millet yapan bağları güçlendirmeliyiz. Farklılıklarımız, ancak böyle yaparsak zenginliğimiz olur. Bu cümlelerimizin hiçbir yerinde ırkçılık, ayrımcılık yok. Evimizin içinin rengarenk ve çok sesli olması için aynı çatı altında buluşmalı, aynı temel üzerinde durmalıyız.  Evimizin temelleri, zaten böyle atıldı. Bazı uygulama yanlışlarına bakarak ve onları bugünün şartlarıyla değerlendirerek Cumhuriyetimizin kuruluş felsefesinin yanlış olduğu sonucuna varamayız. Eğer yanlış olsaydı, çoktan paramparça olmuştuk.  Lütfen şunu görelim; Türkiye'nin milli devlet niteliğinin çağdışı ve antidemokratik olduğu varsayımı üzerinden küresel - bölgesel politika belirleyen devletlerin kendileri milli devletlerdir. 

-     YURTTA BARIŞ, DÜNYADA BARIŞ: Komşularımızın toprak bütünlüğüne saygılı olduğumuz noktasında başka hiçbir devlette ve toplumda şüpheye sebebiyet vermemeliyiz. Türkiye’nin kuruluş ilkelerinden olan yurtta barış, dünyada barış ilkesi, Osmanlı Devleti’nin son 200 yılının tecrübeleriyle yazılmıştır. 1. Dünya Savaşı öncesinde ve sırasında, dağılmakta olan imparatorluğun her köşesine ayak basmış başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere yetkin devlet adamlarınca benimsenmiştir. Bu ilkeyi bir atalet ve edilgenlik olarak gören mezhepçi yayılmacı anlayış ve siyasi uygulamaları Türkiye’yi bugün içinde bulunduğu yangın yerinin tam içine atmıştır. Türkiye bir an önce güney sınırını kapatıp ancak barışı destekleyen gruplara lojistik desteğe izin vermeli ve Suriye konusunda içine dönerek bir hasar tespitine girişmelidir.

-     SOSYAL DEVLET: Devletin vatandaşlarına sosyal yardım ve fırsat eşitliği sağlamak için ayırdığı kaynaklar, bir yandan milli birliğimizin kırılganlıklarını tamir etmeye yaramakta, diğer yandan muhteşem bir örneği Nobel ödüllü bilim insanı Prof. Dr. Aziz Sancar’ın şahsında ispatlandığı üzere, milletimizin fertlerinin sahip oldukları potansiyelin ortaya çıkmasını sağlamaktadır. Şu halde, sosyal devletçilik, devlete yük değil, milli menfaatlerimiz gereği bir zorunluluktur.          

-     ÜRETİM EKONOMİSİ: Özgürlük, adalet, demokrasi, laiklik gibi çağdaş toplum düzeninin vazgeçilmez kavramları, insanların karınları doyuyorsa, en temel ihtiyaçlarını giderebiliyorlarsa onlar için anlam kazanır. Aynı şekilde ülkenin bölünmez bütünlüğünün refah içinde yaşamak için zorunlu olduğunun görülebilmesi, refahın kaynağı olan üretimi sağlayan ilişkilerin dişli bir makinanın çarkları gibi iç içe geçmesine bağlıdır. Bu sebeple, ülkemizin her köşesini birbirine üretim ve ticaret ağlarıyla bağlamak; inşaat ve alışveriş merkezi ekonomisi yerine üretim ekonomisine geçmek zorundayız. Bu sadece refahın artması ve dengeli dağılımının sağlanması için değil, birlikte yaşama iradesinin güçlendirilmesi için de zorunludur.

 

NETİCE

Bunları yazıyorum,  çünkü parça parça hepsini konuşsak bile büyük resmi daima görmek zorundayız.

Bunları her yerde dile getiriyorum, çünkü “algı savaşları”nın anlamsızlaştırdığı kavramların, içlerinin doğru bir şekilde doldurulması gerekiyor. Aksi takdirde birbirimizi giderek anlamaz hale geliyoruz, dinlemiyoruz, duygusal olarak kopuyoruz.

Bunları anlatıyorum, çünkü hep birlikte ortak aklı oluşturmadığımız takdirde gelecekten, hem de çok yakın bir gelecekten, hiç olmadığım kadar endişeleniyorum.

Bunları tartışıyorum, çünkü Türk Milleti’nin sağduyusunun; tüm siyasi partileri ve sivil toplum örgütlerini sağduyulu davranmaya zorlayacağına, bunu başaramayanların ya yönetim kadrolarını değiştireceklerine ya da tasfiye olacaklarına; sonunda çıkış yolunu el birliğiyle bulacağımıza inanıyorum.

 

Metin Feyzioğlu

4 Şubat 2016