TBB Başkanı Av. Prof. Dr. Metin Feyzioğlu avukatlığın geleceği ve uluslararası ilişkiler konularında çok önemli açıklamalarda bulundu.

Feyzioğlu’nun tek yoğunluğu Türkiye’de değil, artık uluslararası çalışmalara da imzasını atıyor. İlk olarak bize yakın zamanda Londra’da olduğunu, İngiltere ve Galler adli yılı açılışına konuşmacı olarak katıldığını söyledi.

Feyzioğlu “bizi burada konuşturmuyorlar ama Londra’da adli yıl açılışına konuşmacı olarak davet ediyorlar” dedi. Türkiye açısından üzücü fakat bir yandan da gururlandırıcı bu haberden sonra sorularımızı sorduk ve önemli açıklamalar aldık.

İşte röportajımız:

İngiltere ve Galler adli yıl açılışından bahseder misiniz? Adli yıl açılışına nasıl davet edildiniz, nasıl geçti ve neler yaptınız?

İngiltere ve Galler adli yıl açılışına bir süredir davet geliyor. İlk olarak Ankara Barosu Başkanı’yken gelmişti. Bu sene de TBB Başkanı olarak konuşma yapmaya davet edildim. Tören 2 gün sürüyor. Bu tören çok geleneksel; yaklaşık 750-800 yıldır yapılıyor. Törene dünyanın çeşitli ülkelerinden barolar birliği ve baroların başkanları katılıyor.

İlk gün kıtaları temsilen genellikle birer kişi belli bir konuda konuşma yapıyor. Bu sene bizim Türkiye’de yürüttüğümüz büyük hukuk mücadelesini desteklediklerini, takdir ettiklerini ve yanımızda olduklarını ifade etmek için Avrupa kıtasından konuşmacı olarak Türkiye Barolar Birliği Başkanı’nı davet ettiler. Bu Türkiye açısından son derece önemli ve prestijli. Asya kıtasından konuşmacı Malezya Barolar Birliği Başkanı’ydı. Bir önceki Malezya Barolar Birliği Başkanı hükümet tarafından çok ciddi tehdit ediliyordu. Yani Malezya’da da çok büyük bir hukuk mücadelesi veriliyor. Benim konuşmam, “Türkiye’de Tanıklık Uygulamaları” üzerine idi. Tanıkların ifadelerinin alınması, gizli tanık, devlet sırrına ilişkin tanıklık…

Bize bu tür toplantıların faydalarından bahseder misiniz?

Şöyle bir faydası var bunun; bir Türkiye’nin dışa açılmasına kendi camiamız açısından destek vermiş oluyoruz. İş adamlarımız dışa açılıyor, turizmimiz dışa açılıyor. Ancak avukatlarımızın dışa açılmasında ve hukuk camiasının birbirini tanımasında sıkıntı var. Bu tür toplantılar bunu sağlıyor. Başka ülkelerdeki sorunları öğrenip bu sorunlarla nasıl mücadele ettiklerini görüyorsunuz. Öncelikle sürekli her şey bizde kötü demekten vazgeçiyorsunuz ve bizde de pek ala çok güzel düzenlemeler var derken, dünyanın ileri memleketleri diyebildiğimiz ülkelerdeki eksikleri görüyorsunuz. Mesela bizdeki adli yardıma ilişkin düzenlemeler dünyaya emsal olacak durumda. Öyle bir sosyal devlet düzenlemesi yapılmış ki, zor durumda olanların baroların gözetiminde avukatlar tarafından savunulması öyle güzel bir sisteme bağlanmış ki inanın Avrupa’nın bütün ülkelerine ve ABD’ye örnek olacak şekilde. Sorun şu ki; böyle dört dörtlük bir düzenlemenin işleyebilmesi için Maliye Bakanlığı tarafından gerekli fon verilmesi gerekiyor ancak bu fonu vermiyorlar. Mevzuat açısından hiçbir sıkıntı yok. Sorun, fon sıkıntısı. Türkiye’deki sistem örnek alınıyor, ama Maliye Bakanlığı bunun fonunu sağlamadığında sadece düzenleme şeklinde kalıyor ve hayata geçemiyor.

Aynı şekilde benim Ankara Barosu Başkanlığı yaptığım dönemde kadına karşı şiddetle mücadele için kurduğumuz Gelincik Projesi’nden bahsettiğimde bu da büyük ilgi çekiyor. Projenin ayrıntılarını öğrenmek ve hayata geçirmek istiyor yabancı barolar.

Yoğun programlarınız dolayısıyla meslek sorunlarıyla ilgilenmediğiniz yönünde eleştiriler alıyorsunuz.

İddia ediyorum önceki yönetimlerin 3-5 katı daha fazla çalışıyoruz. Ayda yılda bir işten fazlasını yapamayanlar açısından elbette şaşırtıcı. Bakıyorlar, orada olduğuna göre, buradaysa oradaki iş kalıyor diye düşünüyorlar. Bir günde en az 18 saat çalışarak ve ekip çalışmasını hayata geçirerek iyi bir performans gösterdiğimizi söyleyebilirim.

Avukatlık sınavı getirmek için çalışmak, yönetmelik değişikliği yaparak staja giriş ve stajdan çıkışı merkezi değerlendirmeye bağlamak için mücadele etmek, hukuk fakültelerine girişte taban puan uygulamasını kabul ettirmek, hukuk fakültelerinin asgari standartlarını belirlemek, eş ve çocukları sağlık yardımı kapsamına almak, anlaşmalı hastane sayısını 24’ten 118’e çıkarmak, sosyal yardımları geçmiş döneme göre beş misli arttırmak, öksüz ve yetimlerimizi koruma altına almak, bütün bunları yaparken önceki dönemde gerçekleştirilen sosyal tesis yatırımlarını da ikiye katlamak, binlerce stajyer avukatı Ankara’da ağırlayarak birer haftalık eğitim vermek, on binin üzerinde meslektaşımıza sadece bir yıl içerisinde mesleki eğitim imkanı sunmak, başkanlarımızın şehirlerinde yaşadıkları ve meslektaşlarımızı etkileyen onlarca hatta yüzlerce soruna etkili çözümler geliştirmek, her zaman onların yanında olmak, Avukatlık Kanunu Taslağı’nı en katılımcı şekilde hazırlamak, meslektaşlarımız için yüzlerce kurumdan indirim olanağı sağlamak, sembolik bir bedelle Türkiye’nin en işlevsel icra programını meslektaşlarımızın emrine sunmak, meslektaşlarımızın güvenliğine katkıda bulunmak için avukat güvenlik uygulamasını hazırlatıp kullanıma sunmak, meslektaş dayanışmasını geliştirmek üzere tevkil programını yürürlüğe sokmak, yine meslektaş dayanışması çerçevesinde kapalı devre bir ilan sistemi hazırlamak, çok makul ücretlere kayıtlı e-posta ve elektronik imza hizmeti vermek ve daha nice hizmet…

Bunları yapmak ve imkânlar ölçüsünde daha da arttırmak bizim görevimiz. Zevkle çalışıyoruz, yapıcı eleştirilerin hepsine de açığız. Ancak yapılanları takip etmeyip bazen de kasten, baro seçimleri odaklı ve yıpratma amaçlı söylemlerde bulunmak bunları yapanlara yakışmıyor. Aynı gemideyiz yıkmak kolay, yapmak zor. Mesleğimize yönelik her türlü saldırıya karşı bir arada olursak ve birbirimize karşı yapıcı davranırsak daha başarılı olabiliriz.

Bugün sokakta beni çevirip “iyi ki avukatlar var” diyen vatandaşlarımızın teşekkürlerini ben 90 bin avukat adına kabul ediyorum. Meslektaşlarımın büyük çoğunluğunun da bu cümleleri duyduğunda mesleklerinin ve meslek örgütlerinin değerini daha da iyi hissettiğini biliyorum. Yaklaşan baro seçimleri ile yatıp kalkan ve hayatında baro seçiminden başka hiçbir şey olmayan küçük bir grubun bizi çekmek istediği kavgalara girmeye ise hiç niyetimiz yok. Onların bizi yıpratmak için harcadıkları enerjiyi elektriğe çevirmek mümkün olsa memleket aydınlanırdı. Demek ki bizim bu arkadaşlara laf yetiştirmek için enerji harcamamız doğru değil. Biz iş yapalım bırakalım onlar da konuşsun. Meslektaşlarımız takdir etsin…

Türkiye’de hukuk devleti dediğimizde maalesef bazı meslektaşlarımız, “tamam ama meslek sorunlarıyla da” diye başlayan cümleler kuruyorlar. Çünkü uluslararası toplantıların daima merkezinde olan konu şudur; avukatlık diye bir meslek ve sanatın olabilmesi için ülkenin rejiminin demokrasi ve hukukun da üstün olması gerekir. Dolayısıyla hukukun üstünlüğünün sağlanması avukatların en temel meslek sorunudur. Bu, bütün baroların görevidir. Ülkedeki rejim, avukatlık mesleğinin varlığı ve yokluğu ile ilgilidir. Hukuk üstün değil ise avukatın yerini yargıda tanıdığı olan iş takipçileri alır. Demek ki bizim mücadelemiz aslında avukatların ekmek kavgasıdır.

Son olarak, dünyanın her yerinde sıkıntı ve sorunlar var. Örneğin İtalyan Barolar Birliği Başkanı’na bir sorun bin ah işitin… Ama onların sorunlarını bizdeki sorunlarla karşılaştırdığınızda bizdeki sorunlar A-B-C ise onlar buraları çoktan geçmişler. Biz onların sorunlarını konuşamıyoruz bile.

Avukatlar için çalışıyoruz. Girişimlerimiz sayesinde Türk avukatlarına İhtiyaç duyuyorlar.

Birçok yabancı baro bizim İran Barolar Birliği ile çok yakın ilişki içerisinde olduğumuzu takip etmişler. Nükleer anlaşmasından sonra İran’da iş yapmak istiyorlar. Yani avukatların temsil ettikleri müvekkil şirketler İran’a yatırım yapmak istiyorlar ama İran bir kapalı kutu olduğu için İran’a girerken de Türk avukatlarla nasıl çalışabiliriz, acaba Türkiye’nin desteği ve Türk avukatlarının iş birliği ile bunu yapabilir miyiz diye düşünüyorlar. Bunun üzerine Alman Barolar Birliği’ne bir teklifte bulundum ve memnuniyetle kabul ettiler. Tahran’da “İran’da Yatırım Yapmak ve Hukuki Güvenlik” üst başlığında bir konferans düzenleyeceğiz. Bu sene Uluslararası Barolar Birliği’nin Politika Oluşturma Kurulu’na seçildim. Bu çok önemli bir kurul. Bu görevin de etkisiyle, yaz başında, nükleer anlaşmasından hemen sonra, İran’da aslında sadece Almanya’nın, Fransa’nın ve Hollanda’nın katılımcı olduğu “İran’da Hukuk Devleti ve Yargının Bağımsızlığı” konulu bir uluslararası toplantıya konuşmacı sıfatıyla davet edildim. Oradan gelen tepkiler çok güzel oldu. İranlı avukatlarla çok güzel ilişkiler kurduk ve bunu da yabancı barolar gözlemledi. Bu yüzden de bu sene Uluslararası Barolar Birliği’nin Genel Kurulu’nda dediler ki; İran’la sizin çok güzel ilişki kurma potansiyeliniz var dolayısıyla biz müvekkillerimizin İran’da iş yapmasına hukuki danışmanlık hizmeti verirken Türk avukatlarla işbirliği yapmak istiyoruz. Sözün özü, Türkiye Barolar Birliği’nin uluslararası alanda itibarı fevkalade yükselmiştir. Bunun mesleğimize olumlu katkıları kuşkusuz olacaktır.

Bu ilişkiler başka ne sağlıyor? Siyasi iktidar veya yargı avukata yönelik bir baskı uyguladığında, burada çözüm bulamazsak dâhil olduğumuz uluslararası meslek örgütlerine bilgi veriyoruz, kuşkusuz onlar da bizi bilgilendiriyor. Örneğin Almanya’da ya da Malezya’da bir hukuksuzluk olduğunda biz de öğreniyoruz ve kınıyoruz. Bu durumda Uluslararası Barolar Birliği, Avrupa Barolar Birliği gibi üyesi olduğumuz örgütler derhal hem kendi dışişleri bakanlıklarına, hem Avrupa Konseyi’ne, hem de Türk Dışişleri Bakanlığı’na “meslektaşlarımız şu ülkede saldırı altında biz o ülkedeki şu birlikle dayanışma halindeyiz” diye yazı yazıyor.  Tabii ki bu mektuplara cevap gelmiyor ama uluslararası camianın sizin arkanızda olduğunun bilinmesi çözüme katkı sağlıyor. Ben bunun örneğini Gezi olaylarında Çağlayan Adliyesi’nde saldırıya uğrayan avukatlarımız olayında bizzat yaşadım. Çağlayan Adliyesi’nde başsavcının odasında tartışma yaşarken, bir telefon geldi.  Avrupa Konseyi, Türk Dışişleri Bakanlığı’na ulaşmış, Türk Dışişleri Bakanlığı da Adalet Bakanlığı’na ulaşmış ve bilgi istemiş adliyedeki olay ile ilgili.

Dünya bir küresel köy ve kimse kimseden izole yaşamıyor. Amerika’daki hukuksuzluk da bizim meselemiz oluyor; dünyanın neresinde bir hukuksuzluk varsa bu diğerlerini ilgilendiriyor.

Biz maalesef yabancı bir hükümet ile o ülkenin toplumunu ve meslek camialarını karıştırıyoruz. Yani siz Alman hükümetine siyasi olarak karşı çıkabilirsiniz, Alman hükümetinin uygulamalarını çok yanlış bulabilirsiniz ama bu Alman avukatlarının bizi desteklemeyecekleri anlamına gelmez. Sivil toplum böyle bir şey. Tıpkı bizim bugün siyasi iktidarın her uygulamasını alkışlamadığımız ve zaman zaman en sert eleştirileri ortaya koyan örgüt olduğumuz gibi… Bizi kimse Türk hükümeti ile özdeş tutamaz ama biz yurt dışına baktığımızda bu hataya düşüyoruz. Hükümetle sivil toplum aynıdır sanıyoruz. Hâlbuki sivil toplumları kazanırsanız, demokratik ülkelerde hükümetleri etkilersiniz. Dünyayla iç içe geçmek, entegre olmak önemli. Biz, mesleki kalitemizi de buna göre yükseltmek zorundayız. 

Mesleki kaliteyi yükseltmek demişken avukatlık sınavı ne aşamada?

Dava açtık ve Resmi Gazete ’de staja giriş ve staj bitirme değerlendirmesine ilişkin yönetmeliğimizi yayımladık. Yönetmeliğin yayımladığı tarihte torba kanun ile ‘Türkiye Barolar Birliği yönetmelikle sınav benzeri bir uygulama yapamaz’ diye madde eklendi. Ne demektir bu? Kontrolsüz şekilde, liseden hallice hukuk fakültelerinden bile mezun olanların avukat olmalarını destekliyoruz demektir.

Geçen sene bir uluslararası bir toplantıda şunu öğrendik: İktidarlarını otoriterleştirmek isteyen yöneticiler hukuk fakültelerinin eğitim kalitesini düşürüp avukatlık sınavını kolaylaştırmak istiyorlar. Şöyle ki; otoriterleşme aynı zamanda sığ bir popülizme ihtiyaç gösteriyor. İktidarı elinde bulunduranlar kendi keyfiliklerini sürdürebilmek adına mutlaka kitleleri popülist söylemlerle uyuşturmak zorundalar. İktidarın keyfiliğini önleyecek olan ise hukukun üstünlüğünü sağlamaya yönelik güvencelerdir. Bu güvenceleri, hukukçular hayata geçirecek. Hukuk fakültesi mezunu olmak, hukukçu olmaya yetmiyor. Hukukçu olabilmek için hukuk fakültesinde verilen eğitimin kaliteli olması gerekir; sanattan, tarihten nasibinizi almış olmanız lazım. Otoriterleşme eğiliminde olan iktidarlar bir taraftan şu kadar kişiyi üniversiteye aldım demek adına üniversite kontenjanlarını arttırıyorlar; diğer taraftan da hukukçu kalitesinin düşmesinden hiç de rahatsız olmuyor, bu kalitenin yükseltilmesi için adım atmıyorlar. Çünkü ‘yok kanun-yaptım kanun, canımı sıktı kanun-kaldırdım kanun’ oyununu hukukçularla oynayamazsınız. Bunu ancak kanun teknisyenleri ile yaparsınız. Kötü bir kanun iyi bir uygulamacının elinde iyi sonuçlar doğurabilir. İyi bir kanun ise kötü bir uygulamacının elinde en keyfi neticelere yol açar.

Avukat sayısı gittikçe artıyor. Avukatlık sınavı da şuan için uygulanabilir olmadığı için avukatların kazançları ve iş alanlarının arttırılması için ne gibi çözümler üretilebilir?

Şu anda mevcudumuz 92 bine dayandı. Yıllık avukat artışımız yüzde 6, hukuk fakültesi öğrencisi sayısı 46 bin. Bu 46 binin yaklaşık 42 bini beş yıl içinde avukat olacak. Beş yıl içinde mevcudumuz yaklaşık yüzde 50 artacak. Bu 5 yıl içerisinde Türkiye ekonomisi ise ortalama yüzde 3’lük kalkınma hızı ile en fazla yüzde 15’lik bir büyüme gösterecek. Yüzde 15’lik ekonomik büyüme karşısında yüzde 50’lik bir avukat nüfusu artışı oluyor. Bugün ekonomik bir sıkıntı içindeyiz diyorsak haklı olarak, 5 yıl sonra bugünleri mumla ararız.

Hukukun üstünlüğü sağlanamadığı için Türkiye’ye artık eskisi kadar doğrudan yabancı sermaye gelmiyor. Yabancı yatırımlarda düşüş var. Elbette konjonktürden de kaynaklanıyor ama temel neden hukuki güvensizlik. Bir ülkeye yatırım gelmesi için hukukun güvenilir olması lazım. Hukuki güven sağlayamazsanız, ülkeye yatırım gelmez. Mesela az önce söylediğim İran’ın nükleer anlaşmasından hemen sonra yabancıların öncülüğü ile İran’da Yargı Bağımsızlığı diye bir konferans yapılmasının sebebi, İran’ı yatırım açısından cazip hale getirme çabasının bir parçasıdır.

Türkiye’de doğrudan yabancı yatırım 2013’te 14 milyar dolara düştü, bunun 2015’te daha da düşmesi bekleniyor. Bunu derken Türkiye’ye yabancıların gelip fabrika kurmasından ya da burada kurulu bir fabrikayı üretime devam etmek üzere satın almasından bahsediyorum. Alışveriş merkezi ekonomisi ile avukatların işlerinde ve gelirlerinde artış sağlamak imkânsız. Bir AVM, avukata yeni işler iş getirmez, ama açılan her fabrika en 100 avukatı geçindirir.  Fabrikanın inşaatı, sözleşme demektir, istihdam ilişkisi demektir; acentelerle mal alım sözleşmeleri, bankalarla leasing sözleşmeleri demektir. İş uyuşmazlıklarının çözülmesi demektir. Nakliye sözleşmeleri ve uyuşmazlıkları demektir. Bir fabrika, ekonomiye dalga dalga katma değer sunar. AVM ekonomisi ise tüketime yönelik bir balondur. Bu balonun avukatlara zerre kadar faydası yoktur. Yatırım olacak ki, fabrika kurulacak ki avukatlar iş yapsın. Siz fabrikanın avukatı olmasanız da işiniz artar. Özet şu; ekonomimiz zayıflarken avukat sayımız katlanarak artıyor. Şimdi bana biri bu sistemde, daha doğrusu bu sistemsizlikte avukatlığın kalitesinin nasıl korunacağını, avukatın alın teri ile geçimini nasıl sağlayacağını ve aynı zamanda sosyal güvenlik sistemimizin nasıl sürdürülebileceğini anlatsın. Bu yüzden avukatlık sınavının gelmesi bizim için yaşamsal önemdedir. Biz eğer bazı sığ düşüncelilerin söylediği gibi siyasi parti siyaseti yapıyor olsaydık, ‘avukatlık sınavı istiyoruz’ diye bir mücadele en son gireceğimiz alan olurdu. Çünkü oğlum, kızım hukuk fakültesine girecek, avukat çıkacak diyen yüz binlerce insan var. Siyasi particilik yapanlar kısa vadede bu kişilerin tepkisini çekmemek adına sınavı dillendirmiyor bile. Biz ise hukukun üstünlüğü siyaseti yapıyoruz. Doğruya doğru, yanlışa yanlış diyoruz. Sadece yanlışı söylemekle yetinmiyoruz, doğrusunu da ifade edip, çözüm öneriyoruz. Kendimizin çözmesi mümkün olan konularda ise topu taca atmıyoruz, birilerinin menfaati zedelenecek diye sorumluluktan kaçmıyoruz.

Hukuk fakültelerine standartlar getirilmesi ile ilgili çalışmalarınız olduğunu duyduk. Nedir bu çalışmalarınız?

Bizim yine siyasi parti siyaseti yapıyorsunuz diyenlerin asla cesaret edemeyeceği bir başka girişimimiz var. Hukuk fakültelerinin ölçme değerlendirmesine girdik. Bu girişimimiz hakkında bütün hukuk fakültelerine haber gönderdik. Dedik ki, sizin mezunlarınızın yüzde 99’u bize kaydoluyor. Bu yüzden biz sizin mezunlarınızın kaliteli olup olmadıklarını değerlendirmek zorundayız. Bizim istediğimiz standartlara ulaşmaz iseniz kamuoyuna açıklama yaparak ‘bu üniversiteler gerekli standartların altında kalmıştır’ diye duyuracağız. Bu standartları gelin birlikte belirleyelim diye çağrıda bulunduk. 37 hukuk fakültesi katıldı; 1 yıl çalıştık, standartlar çıktı ve bitirme noktasındayız. Standartları hep birlikte belirledik. Bir kürsünün asgari kaç hocası olacak, bir sınıfın azami kaç öğrencisi olacak, kütüphanesiz hukuk fakültesi açamazsınız vb. gibi…  Bu standartlara kim karşı duruyorum derse, ‘çocuğunuzu o okula göndermeyin, gençler oraya kaydolmayın’ diye duyuracağız. Hatta bu standartların altında kalan hukuk fakültelerinin mezunlarını staja kabul etmemeyi değerlendiriyoruz.

Şuan avukatlar arasında konuşulan bir sorun var? TBB tarafından verilen staj kredilerinin icra yolu ile tahsil edilmesi ve bu icra dosyaların tek bir avukatlık bürosuna verilmesi eleştiriliyor. Bu konuda ne söyleyebilirsiniz?

Barolardaki seçimler yaklaştıkça TBB Yönetimi’ne belden aşağı vurup prim elde etmek için türlü tezvirat yapılıyor. Öncelikle konu, neden kredileri tahsil ettiğimizle başladı. El insaf diyoruz. 

Göreve geldiğimizde Türkiye Barolar Birliği’nin 11 milyon Türk Lirası tutarında kredi alacağı vardı. Ben şahsımın alacağından vazgeçebilirim. Ancak TBB’nin alacağından vazgeçmesini istemek, yeni stajyerlerin daha az kredi almasını ve daha az sayıda stajyerin krediye hak kazanmasını istemek demektir. Bu bir burs değil, kredi. Kanun burs deseydi elbette bir alacaktan söz edilemezdi. Staja girişin sınava bağlanması şartıyla bizim önerimiz stajyerlere burs verilmesi. Ancak bugün için kanun kredi diyor ve bu sayılarla zaten bursa imkân yok. Vermiş olduğunuz krediyi geri alabileceksiniz ki, başka stajyerlere kredi verebilesiniz. Kredi fonunun en önemli kaynaklarından biri geri ödemeler. İlk iki yıl geri ödeme yok, üçüncü yıl kanuna göre taksitlerle ödeme zorunluluğu başlıyor.

Adalet Bakanlığı müfettişleri bizden önceki dönemlerde sürekli kredilerin tahsile konmamasını bir eksiklik olarak raporlarına yazmışlar. Bizim dönemimizde ise çok daha ağır bir rapor tanzim edildi. Şöyle ki; tahsile konulmaması halinde Yönetim Kurulu hakkında yasal işlem başlatılacağı yazıldı. Esasen ilk verilen kredilerin 10 yıllık zaman aşımı süresi de bizim dönemimizde, bu yaz itibariyle dolmaktaydı. Yani ilk kredilerin alınmasından itibaren 13 yıl geçmişti. Kredi borcunu ödeyen meslektaşımın suçu ne? Önce defalarca telefon mesajı gönderdik; ağır hakaretlere uğradık. Sonra normal postayla mektup gönderdik, daha ağır hakaretlere uğradık. Bu arada yarı yarıya tahsil etmeyi başardık. Çaresiz kaldık kefillere yazdık, korkunç hakaretlere uğradık. Biraz daha tahsil ettik. Kalanların zaman aşımına uğramak üzere olanlarını son gün icraya verdik. Bu arada barolarımıza yazdık, kanuni zorunluluklarını hatırlattık. İki yılda bir seçime giren baro yönetimlerinin çoğu maalesef kredi alacağının tahsilinde gereğini yapamadılar. İlk partilerden sonra, Hukuk Müşavirliğimizde gerekli organizasyonu yetiştirdik. Takibe, bizim için hem üzücü hem de zor bir süreç olsa da, kurum bünyesinde devam edeceğiz. Bu arada mecburiyetten dolayı yardım aldığımız meslektaşlarımız kastedilerek ‘neden o avukata verdin de bana vermedin’, ya da ‘ona vermedin’, ya da ‘diğerine vermedin’ diyen malum çevrelere hemen soruyorum, öneriniz nedir? Siz olsanız bu kanuni düzenleme, bu zorunluluk karşısında ne yapardınız? Amaç iş yapanı yıpratmaktır. Üzerinde fazlaca durmaya gerek yoktur. Bir kaşık suda fırtına koparanlar keşke bu krediler niçin bu güne kadar tahsil edilmedi diye hesap sorsalar.

Az önce de söyledim; yakın zamanda barolarda seçim var. Türkiye Barolar Birliği Yönetimi’ne ve TBB Başkanı’na saldırmanın kendi seçmenlerini konsolide edebileceğini düşünüyorlar herhalde. Maalesef genel siyasetin üzüldüğümüz yanları baro siyasetinde de bazen kendini gösteriyor. Düşman yaratıp taraftar toplama bilindik bir yöntem. Biz bütün gücümüzle hizmete devam ediyoruz. Şükürler olsun Türkiye Barolar Birliği’ni meslektaşlarımızın ve milyonlarca yurttaşımızın en güvendiği kurum yapmayı el birliğiyle başardık. Bu arada bütün yapıcı eleştirilere, somut önerilere açık olduğumuzu bir kez daha sizin aracılığınızla ifade etmek istiyorum. Epostamı da bir kez daha duyurayım: [email protected]

  

Meslektaşlarımdan tek ricam, mesleki yoğunluklarında bazı faaliyetlerimizi takip edememiş olabilirler. Lütfen web sitemizi incelesinler. Arama menüsünü de kullanabilirler. Bundan sonra somut önerilerini doğrudan bize iletirlerse çok istifade ederiz.

 

Adaletbiz / Yeşim TURAN

Bu röportaj kaynak gösterilmeden başka haber siterinde yayımlanamaz.