Ülkede yapılan hemen her genel seçimden sonra görürüz ki TBMM’nin büyük çoğunluğunu, milletvekillerinin mesleklere göre dağılımında sayısal açıdan baskın bir biçimde “hukukçu“lar oluşturur. Bu hukukçuların büyük bir çoğunluğu da aslında avukatlık statüsünü işgal eden kişilerdir. Amma velakin her ne hikmetse sayıları meclis sayısının 1/5 ile 1/4 arasında değişsen bu kitlenin genel olarak hiç bir zaman avukatlık kurumuna faydası olmaz. Zira, mum dibine hiç bir zaman ışık vermez.

Hadi, avukat kökenli bir milletvekili olarak mesleğe faydan yok birader, en azından zararın da olmasın. Misalen avukatlık sınavı. Hiç bir şey olamazsam, bari avukat olayım anlayışını yıkmak ve avukatların nitelik meselesini çözmek için statüye giriş için eleme amacıyla böylesi bir filtreleme şart. Çünkü, kamu güvenine mazhar bir meslek bu statü. Yani, müvekkil adayı, büroya avukatın hukukçuluk mesleğine şamil bir kişi olduğunu inancıyla geliyor. ABD başta olmak üzere pek çok gelişmiş ülkede hukukçulukta yetkin kişilerin bu statüye girmesi için var bu sınav. Ama Türkiye’de daha yürürlüğe bile girmeden madde değiştiriliyor. Niçin? Avukat kökenli bir milletvekilinin çocuğu bu sınava girmek zorunda kalmasın diye. Yahu, senin çocuğun bu imtihanı bile aşamayacaksa, nasıl avukatlık yapacak be adam? Hiç korkmuyor musun çocuğunun görev suçu nedeni ile ağır ceza mahkemelerinde yargılanıp, ceza almasından? Yahut bir de alacağı cezanın üzerine maddi ve manevi tazminata mahkum olmasından? Peki bu milletvekili, çocuğunun istikbali için yaptı bu işi. Ya buna onay veren diğer avukat kökenli milletvekilleri? Hepinizinde mi çocuğu avukat olacaktı? Veya umurunuzda mı avukatlığın daha iyiye ya da daha kötüye gitmesi? Yoksa gemisini kurtaran kaptan misali siz ülkenin ya da mesleğin değil de şahsi menfaatinizdeki günlük dalgalanmaların mı peşindesiniz?

Avukat, Avukatın Kurdudur; TBB Evleviyetle Avukatın Kurdudur!

Avukat, Avukatın Kurdudur; TBB Evleviyetle Avukatın Kurdudur!

Avukatın avukata kurtluk yapmasının, rekabet koşulları ile doğrudan ilişkisi var. Ama, Türkiye’de devlet eliyle bozulmuş bir avukatlık piyasası var. Halbuki, rekabet çok iyi bir şey. Zira verilecek hizmetin kalitesini arttırır. “Serbest piyasa ekonomisi“nin kollektivist iktisadi sistemler ile karşılaştırıldığında başat erdemi budur. Ancak benim bildiğim “meşru rekabet” hizmet verenin niteliği ve ürettiğin hizmetin kalitesi ile yapılır. Eh, sistem kalitesizliğe prim verince, ortaya çıkıyor “gayr-ı meşru rekabet“. Avukatın diğer avukatlar hakkında “tezvirat”[1] yapması, iftira atması, aleyhine çalışması vb. gibi gayr-ı ahlaki davranışların temelinde bir müvekkil portföyü oluşturmayı sağlamaya yönelik sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik pek çok neden var.

Yapılan Sistematik Hatalar, Avukatlığı ve Avukatlık Mesleğini Halkın Gözünden Düşürmüş; Adeta Demonize Etmiştir/Şeytanlaştırmıştır!

Avukatları koruyan sosyal güvenlik şemsiyenin zayıf olması; sayısı 84′e ulaşan hukuk fakültelerinden mezun olan hukukçu sayısının her yıl binleri bulması; baroların diğer yargılama süjeleri ve kolluğun haksız eylemleri karşısında avukatların mesleklerini icra ettikleri statülerini “sıradan“laştırıyor. Otoriter bir devlet aygıtı, dosya okumayan-araştırmayan-keyfi kararlar verebilen, ideolojik ve tarafsız olmayan bir şekilde istihdam edilmiş partizan hakim ve savcılara mebzul miktarda sahip olan bir yargıya karşı duyulan korku ve belirsizlik üzerine kurulu soruşturma/kovuşturma süreçleri, ailelerin kendisini güvencede hissetmek için en az bir ferdini hukuk fakültesi mezunu yapmak arzusuna itekliyor. Hukuk fakültesine girmek için artan talebin tam zıddı bir şekilde, mevcut hukuk akademisyeni sayısının azlığı ise ortaya “nitelikli hukukçu” yetiştirememe sorununu ortaya çıkarıyor. Bununla birlikte toplumun avukatlığa ve avukatlara bakışı şaşılaşıyor; paralel olarak da genç avukatların avukatlık mesleğinden beklentileri çok olumsuz bir biçimde etkileniyor.

Gerçi hukuk eğitiminin maliyetinin ucuz olması pek çok ülkede benzer sorunları çıkartmış ve halen çıkartıyor. Bul bir hoca, ver hocanın eline mikrofonu, topla bin öğrenciyi bir anfiye, konuştur hocayı mikrofondan, al sana hukuk eğitimi. “Yığın eğitimi” dediğimiz bu sistemin zararı hukukçu kalitesinde tüm dünyayı vurdu. Misalen geçtiğimiz yıl, Avukatlar Günü nedeni ile Ankara Barosu’nun misafiri olan Münih (Almanya) Barosu yöneticisi bir misafirimiz, şehir nüfusu ile hukukçu sayısı arasındaki yüksek orantısızlığı anlattıktan sonra “Artık Almanya’da taksiye bindiğinizde, taksi şöförünün hukuk diplomasının bir fotokopisini araçta asılı olarak görebilirsiniz” dedi. Benzer bir olay ABD’de de var. Nitekim, Amerika’da bu kadar yüksek sayılarda hukukçunun varlığının yarattığı sıkıntıları engellemek için mücadeleler başladı.[2] Ama bu örnek verdiğim ülkelerin yüksek ekonomik kalkınmışlık düzeyleri, sorunları bizim ülkemize göre daha az acı ile atlatılmasını sağlıyor.

Bu Müvekkil Senin Değil Benim; Bu Makam Kimsenin Değil Sadece Benim

Sosyal devlet ilkesi gereğince barolardan yapılan ceza davalarında müdafi ve hukuk davalarında avukat görevlendirmeleri, genç ve yaşlı pek çok avukatın adeta ekmek kapısı haline gelmeye başladı. Yani “avukatlık” gitgide “gizli işsizlik” ile bir nevi eş anlamlı bir hal aldı. Artan ülke nüfusu, ekonomik büyümenin azlığı, yığın eğitimi ortadaki avukatlık pastası artan avukat sayısı ile ters orantısal bir seyir izlemesi vb. sorunlar akademik yetersizlikler içerisinde mezun olup stajını bitirmiş yeni bir avukatın mesleki tecrübesi, iş portföyü ve şöhreti oturmuş kıdemli abi ve ablaları ile rekabet edebilmesi ihtimali çok zayıf.

Dün Avukattım, Bugün Milletvekiliyim! Geçmiş Geçmişte Kaldı;Avukatlığın Sorunlarından Bana Ne?

Dün Avukattım, Bugün Milletvekiliyim! Geçmiş Geride Kaldı, Nurlu Ufuklar İse Önümde; Avukatlığın Sorunlarından Bana Ne?

Bu yüzden de siyasi dengeleri kurup, şansı yaver giderek bir siyasi partiden kendisini eskazara milletvekili seçtirmeyi başarmış bir avukat kendisini diğer avukatlardan psikolojik olarak dışlaştırıyor. Çünkü, o artık, dava peşinde koşturmak zorunda olan, sosyal güvenliği zayıf, mesleğini icra ederken hakime, savcıya, mübaşire, kolluğa, hatta ve hatta bizatihi baroya eyvallah çekmesi gereken birisi değildir. Neticede o, havaalanlarından VIP girip cıkan, en üst düzeyde emekli maaşı olan, ölüsüne-dirisine ve ailesine devlet tarafından sahip çıkılan tanrısallık katına çıkmış bir milletvekilidir. Avukatlık yaptığı geçmiş fani yaşantısının sorunları artık yasama organının bir parçası olmuş böylesi kutsal bir varlığı neden ilgilendirsin ki? Onun yerine grup kararlarına uymak, parti genel başkanın gözüne girmeye çalışmak, kelleyi siyaseten cellada vermemek için daha fazla öne çıkmamaya çalışmak gibi şark politikacısı davranışlarını icra etmek yani geldiği yeri unutmak bu kişiler için daha karlı ve kazançlı bir hareket tarzıdır. Yeniden seçilemeyip, avukatlığa dönüldüğünde de başka avukatların meslekle ilgili sorunları artık onun meselesi değildir. Zira o artık, kendi çapında bir popülaritesi olan ve olunabilecek tüm özlük hakları ile pek çok güvenceye kavuşmuş eski bir parlamenterdir.

Binanaleyh, yukarıdaki akıl yürütmeden anlaşılacağı üzere avukatlık sorunları, meclisteki baskın meslek grubu olan hukukçu milletvekillerini ilgilendirmemektedir. Zaten tarihsel tecrübe de bizi onaylamaktadır. Benzer şekilde, avukatlık sorunları, baro siyaseti neticesinde bir şekilde baro başkanı olmuş ya da baroların şemsiye örgütü olan barolar birliği başkanlığına yükselmiş kişileri de pek ilgilendirmez. Çünkü “Türkiye Barolar Birliği” (TBB) ve “bütün yerel baro başkanlıkları” görünüşte hizmet makamları olsalarda ama aslında birer sıçrama tahtasıdır. Nereye mi? Orası kişinin meşrebine ve yeteneğine göre bir siyasi partide milletvekilliğinden, grup başkan vekilliğine ya da genel başkanlığına yahut Anayasa Mahkemesi üyeliğine kadar değişen bir kapsamdaki çeşitli dünyalıkları kapsayabilir.


Firavun'un Korkusu Çocuk Musa'dır. Firavun Bilsin ki  Her Türlü Melanetine, Ahlaksızlığına, İftiracılığına ve Elindeki Kamu Gücüne Rağmen Musa'nın Diktatörlüğü'nü Alaşağı Etmesi Zamanı Yakındır

Firavun’un Korkusu Çocuk Musa’dır. Firavun Bilsin ki Her Türlü Melanetine, Ahlaksızlığına, İftiracılığına, Yanındaki Dalkavuk ve Köpeklerine, Elindeki  Her Türlü Kamu Gücüne Rağmen Musa’nın Onun Faşist Diktatörlüğü’nü Alaşağı Etmesi Zamanı Çok Yakındır

Eh böyle olunca da mesele avukatların sorunlarını çözecek bir “Avukatlık Kanunu” meydana getirmek değil de, bu kanun üzerinden siyasi rant yaratmak ve kendi makamını sağlama almak üzerinden yürür. Meclisteki Avukatlık Kanunu’nun hazırlık çalışmaları olması gereken şeffaflıktan, katılımcılıktan, çoğulculuktan nasibini almadan tamamen bir takım meslek örgütü “lord”larının çıkarları istikametinde yürür. Kendi “noterlik” statüleri ile ilgili olsun ya da olmasın her yasama aktivitesini dört gözle ve sekiz kolla fiziki varlıkları ile takip eden “Noterler Birliği”nin mücadeleciliğini düşününce, Baroların ya da özellikle Barolar Birliği’nin nakıslığı ve yöneticilerinin vizyon yoksunluğu üzerinde çok söz söylemeye gerek olmadığını herhalde anlarlar.

ORTAK AKLA DAYANAN BİR AVUKATLIK KANUNU HAZIRLIK ÇALIŞMASI NE ŞEKİLDE OLMALIDIR?

TBB'nin İhmali Davranışları ve Vurdumduymaz Tutumu İle Zayıf Bireyin Güçlü Devlete Karşı Sığınacağı Son Sahil-i Selamet  Olan Savunma ve Türk Yargısı Herc-ü Merç Hale Getirilmiştir!

TBB’nin Şahsi İkbal Peşindeki Vurdumduymaz Tutumu ve İhmalkar Davranışları İle Zayıf Bireyin Güçlü Devlete Karşı Sığınacağı Son Sahil-i Selamet Olan Savunma ve Türk Yargısı Herc-ü Merç Bir Hale Getirilmiştir!

 

 

Gelişmiş bütün ülkelerde meslek örgütlerinin kendileri ile ilgili yasaları nasıl çıkardıkları ve ne gibi yöntemleri takip ettikleri bellidir. Buraya kadarki düşüncelerimizi niçin hukukçuların biraraya gelip kendi haklarını düzenleyecek düzgün bir yasa metni ortaya koyamadıklarından çok milletvekili, bakan ya da TBB/baro yöneticisi olan meslektaşlarımızın ruh hallerini irdelemek üzerine yoğunlaştırdık. Avukatlık Kanunu ile amaç, TBB/baro yöneticilerinin ortaya siyasi hırslarını, şahsi menfaatlerini ve vurdumduymazlıklarını aşarak, genelin menfaatine dayanan bir ortak mutabakat metni koyabilmektir. Öyleyse, bu alt bölümde de lege ferenda yani “olması gereken hukuk” kollektif bir akıl ile avukatlık kanunun nasıl çıkarılmalıdır sorusu üzerine odaklanmamız gereken soru olacaktır.

Websitemin amacı bilimsel çalışmalar ortaya koymak değildir. Bu yüzden bu yazımızda mukayeseli hukuk, tarihsel analiz vb. inceleme yöntemleri ile ortaya bir girdiler bütünü ve bunlara dayanan bir sonuç ortaya koyma arzusunda değiliz. Arzumuz ülkemizin mevcut şartlarını da düşünerek, gerçekleştirilebilir, elde edilebilir, ortak akla dayanan bir avukatlık kanunu yasama süreci hakkında “zihin jimnastiği” yaparak; kilometre taşlarının nerelere konulması üzerine “akıl hammallığı” yapmaktır.

Barolar, birer kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşlarıdır. Bu yönü ile de korporatif faşist özellikler taşırlar.[3] “İşletme ilmi“,örgütlerde ele alınması gereken en önemli hususlardan başlıcalarını “şeffaflık” (tranparency), “hesap verilebilirlik” (accountability), “inisiyatif” (initiative) olarak ele almaktadır. Tüm işletme prensiplerini kendisinde özetleyen bu üç kavram, “hukuk” ve “kamu yönetimi” disiplinlerine asla uzak kavramlar da değillerdir.[4] Yani yönetim bilim açısından ileri sürebiliriz ki avukatların, bu statü altında hukukçuluk mesleklerini icra edecekleri örgütler şeffaflık, hesap verilebilirlik ve girişim üzerine kurulmalıdır. Böylesi bir örgüt yapısını oluşturacak kanunlaşma sürecinin de yine bu üç ilke üzerinde götürülmesi gerektiği de tartışmadan uzaktır.

Peki, Türkiye Barolar Birliği tarafından avukatların ve tüm hukuk camiasının önüne aniden konulmuş olan yeni “Avukatlık Kanunu Tasarısı”nın oluşturulması yukarıda sayılan üç unsurdan hangisini tanımaktadır? Yasa teklifi “şeffaf”, “hesap verebilir” ve “üyelerine inisiyatif tanır” bir süreçte mi meydana getirilmiştir? Bu sürece 77bin civarındaki avukatın herhangi bir dahli olmuş mudur?

Bunlara verilecek cevap olumsuzdur. Maalesef ki 21. Yüzyıl’da ülkemizin gelişmesinin lokomotifi olması gereken avukatların şemsiye meslek örgütü, aynen barolar gibi gayr-i demokratik bir şekilde çalışmakta ve avukatları adeta dışlamaktadır. Zira, demokrasi dört senede bir ortaya konan sandığa birkaç yüz delegenin oy atması demek değildir. Demokrasi bir kültürdür. Bu kültür, yönetilenlerin yönetime her türlü şekilde katılmasını sine qua non yani “olmaz ise olmaz” bir gereklilik olarak mecbur kılar.

Ah, O İkbal Kaygısı ve İktidar Hırsı! Ah, O Makam Sevdası! En Basit Adamı Şeytan Haline Getiren, Kendi Hırsları İçin  Başında Bulunduğu Meslek Örgütünü Bir Sıçrama Tahtası Gibi Gösteren TBB ve Baro Bazında  Siyaset Yapan Bir Kısım Figüranları Şeytanileştiren Hep Bu Törpülenmemiş Ego, Yontulmamış Ham Taş Değil midir?

Ah, O İkbal Kaygısı ve İktidar Hırsı! Ah, O Makam Sevdası! Ah, O Hükmetme Hırsı! En Basit Adamı Bile Şeytanlaştıran, Kendi Hırsları İçin Başında Bulunduğu Meslek Örgütünü Bir Sıçrama Tahtası Gibi Gösteren TBB ve Baro Bazında Siyaset Yapan Bir Kısım Figüranları Şeytanileştiren Hep Bu Törpülenmemiş Ego, Yontulmamış Ham Taş Değil midir?

Bilgi çağını yaşadığımız zamamızda, teknoloji ve bilişim alanındaki gelişmeler 90bin avukatın herbirisine ulaşmayı mümkün kılmaktadır. Atina şehir devletçiğindeki meydanlarda toplanan vatandaşların kullandıkları “doğrudan demokrasi araçları”nı, günümüzde daha da etkin ve verimli bir şekilde kullanmak mümkündür. Ancak, Atina’daki sadece belirli bir kesmin yani hür, aile babası, erkek vs. oy kullanıp; kadınların ve kölelerin hukuki birer süje sayılmadığı “sembolik bir demokrasi” mantığının baro siyasetine taşınmasına karşıyız.

Doksan bin avukatın dışlandığı bir sürece karşılık, iktidar veya muhalefet partisi tandanslı belli bir takım ”baro ya da delege ağaları” etrafında dönen baro siyasetinin çağdaş ve evrensel ilkelere dayalı bir avukatlık kanununu ortaya koyamayacağı kanaatindeyiz. Çünkü bu süreç tamamen partizan, ideolojik, dinsel ya da mezhepsel zihni kurgudan uzak bir şekilde tamamen bilimsel metotlar ile sürdürülmesi gerekli bir özellik arz etmektedir.

Peki çözüm nedir? Yeni avukatlık kanunu teklifinin hazırlanmasını ve yasalaşmasını nasıl bir demokratik süreç takip edeceğiz?

HAZIRLIK SÜRECİ İÇİN YÖNTEM TEKLİFİMİZ:

1. Avukatlık Kanunu’nun yapılmasında TBB, “HAZIRLIK ÇALIŞMALARI”nı yapmak üzere Ankara’da acilen bir “ULUSAL KONVANSİYON” toplamalıdır. Konvansiyon ile ilgili bütün çalışmaları içerisinde TBB temsilcisinin de bulunacağı ama çoğunluğu baroların teklif edeceği avukat ve akademisyen kişilerden oluşan bir “HAZIRLIK KOMİTESİ” yürütmelidir.
2. Komite, Konvansiyon katılımcılarını belirlemelidir. Zira, toplanacak ulusal konvansiyonun amacı Avukatlık Kanunu teklifini hazırlamaktır.
3.   Konvansiyon üyeleri “akademik”, “teknik” ve “uygulama” özelliklerinin bir veya bir kaçına sahip kişilerden oluşmalıdır.
4.   Katılımcıların bir kısmı, meslekteki liyakat, kıdem vs. gibi çeşitli özellikler göz önüne alınarak barolar tarafından görevlendirilmelidir.
5.   Katılımcıların bir kısmı da üniversitelerin  hukuk fakültelerinin özellikle avukatlığın icrasıyla doğrudan ilgisi olan “Ceza ve Ceza Muhakemesi” ile “Medeni Usul” ve “İdare Hukuku” Ana Bilim dallarından talep edilmelidir.
6.    Nasıl ki savaş sadece askerlere bırakılmayacak kadar ciddi bir iştir; hukuk da aynen sadece hukukçuların bakış açısı ile sınırlandırılmamalıdır. “Multi-disipliner” va çağdaş bir bakış açısının dağlanabilmesi için özellikle “İşletme Bilimi” ve “Toptan Kalite Yönetimi“ne dair uygulamaya ve kurama yönelik bilgi sahibi akademik kişiler de bu sürece özelliklerin baroların örgüt yapılarının tasarımı için dahil edilmelidir.
7.     Katılımcıların bir kısmı da muhakkak “gönüllülük” esasına göre yapılmalıdır.
8.     Konvansiyon, katılımcılar tarafından mukayeseli bir perspektifin yakalanabileceği bir haftalık uluslararası bir sempozyum ile başlamalıdır.
9.  Bu sempozyumun neticesinde aynen Roma’da papa seçimlerinde yapıldığı gibi katılımcılar, (adeta zorla) bir otele kapatılmalı ve bir taslakla çıkana kadar çalışmaya devam etmeleri sağlanmalıdır.
10.   Milton Friedman’ın dediği gibi “hiçbirzaman bedava öğlen yemeği yoktur”[5] ya da “fıstıkla ödeme yaparsan, ancak maymun satın alırsın”[6] veya daha bizden bir örnek ile “ne kadar ekmek, o kadar köfte”. Harcanan emek nitelikli olsun ve ortaya kaliteli bir iş çıksın isteniyorsa; katılımcıların yol ve barınma masrafları TBB tarafından karşılanmalıdır. Konvansiyona ve komiteye mesai harcayan bütün üyelere istisnasız bir şekilde harcadıkları emeklere karşılık “gün” ve “nitelik” bazında doyurucu harcırah takdir edilmelidir. Zira, iş ve güçlerini bırakıp gelecek katılımcıların sırf prestij için bir ay evlerinden ve yurtlarından ayrı kalmaları düşünülemez. Böylesi iyi bir amaç için kimseye de angarya yüklenemez. Dolayısıyla ücret takdir edileceği için katılımcıların seçimi, nitelik bazında çok sıkı ölçütler ile yapılmalıdır.
11.    Aynen oy pusulalarını yakılarak “Sixtus Chapel“inden beyaz dumanla papanın seçildiğine dair işaret verilmesi gibi; katılımcılar bir kanun teklifi ile ortaya çıkana kadar konvansiyon oteline (mecazi anlamı ile) hapsedilmelidir..
12.      Daha sonra bu teklif, sırf bu iş için hazırlanacak bir web- sitesinde bütün avukatların bilgisine arz edilmelidir. Bu blog, bütün avukatların cep telefonların ve e-mail adreslerine gönderilerek katılım sağlanmalıdır. Kanun teklifinin altına yorum kutucukları konulmalıdır. Avukatların yapacakları yorumlar, avukat ve akademisyenlerde oluşan ortak bir kurul tarafından incelenmeli ve bu uyarılar bazında teklife son bir şekil verilmelidir. Yani ortaya kabası çıkmış esere, cila atılmalıdır.
13.    Teklifin cilalanmış son hali, Meclise sunulmalıdır. Demokratik bir ülkede meslek örgütünden gelen teklif, parlamento tarafından noktasına dokunulmadan aynen yasalaşır. Ancak olması gerektiği şekildeki demokratik bir ülkede yaşamadığımız için, meclis aynen Noterler Birliği’nin yaptığı gibi adam adama markaj ile lobicilik faaliyeti altına alınmalıdır.
14.     Bütün bu sürecin sonunda oluşacak kanun kesinlikle, şeffaf, hesap verilebilir ve kanunun uygulanacağı kitlenin inisiyatifi ile oluşmuş bir süreç olacaktır. Ne iktidar ve ne de muhalefet partilerinin manipülasyon aracı olmayacaktır. Asıl olan ortak akla dayanan ve avukat bağımsızlığını ve avukatların sorunlarını çözmeye yönelik bir kanun teklifini ortaya koyabilmektir.

TBB, Avukatların Sesi Olmaktan İse İktidarın Payandası Olmayı Tercih Etmektedir! Avukatlık Kanun Tasarısında Avukatların En Ufak Bir Dahlinin Olmaması ve Mesleği

TBB, Avukatların Sesi Olmaktan İse İktidarın Payandası Olmayı Tercih Etmektedir! Avukatlık Kanun Tasarısında Avukatların En Ufak Bir Dahlinin Olmaması ve Mesleği “Ancien Regime” Döneminden Daha da Zavallı Hale Getiren Hükümet Tasarısının TBB Tasarısı İmiş Gibi Bizlere Yutturulmaya Çalışılması Bunun En Büyük İspatlarından Birisidir! Ama, TBB’nin Gözden Kaçırdığı Nokta Avukatların Asla Keriz Olmadığıdır!

Demokratik bütün ülkelerde günışığında yapılan yasama sürecine hiç bir şekilde uyulmadığı için TBB’nin Avukatlık Kanun teklifine karşıyız. Böylesi bir Avukatlık Kanunu Tasarısı’nı da önümüze koyduğu için TBB Başkanı Vedat Ahsen COŞAR (VAC) ve Yönetim Kurulu Üyelerini kınamaktayız. Zira, avukatlar, kendilerinin yapım sürecinde hiç bir dahilinin olmadığı ancak mesleki hayatlarını tamamen etkileyecek bir kanun teklifini avukatlık mesleğinin değil de siyasi iktidarın payandası gibi davranan VAC’ın inisiyatifi ile kucaklarında bulmuşlardır.

Yapımına katıl(a)madığımız bir yasa teklifi hazırlanma sürecini anti-demokratik karakterinden dolayı haklı olarak eleştirmekteyiz. TBB, bu kanun öntasarısını geri çekmeli ve yukarıda işaret ettiğimiz kilometre taşlarına dikkat ederek yeniden, “herkes”in ama “herkes”in katılımı ile yapmalıdır. Aksi durum, sorun çözmekten çok yeni sorunlar yaratmaktan başka bir işe yaramayacaktır.

TBB/Baro yöneticilerinin siyasi ikballeri değil, avukatların memnuniyeti önemlidir. Asıl olan, adalet ve ekmek kavgası veren avukatların, sosyal, ekonomik durumları ile meslek şereflerinin korunmasıdır. Gerisi iktidar veya muhalefet partisinin yalakası bir kısım kifayetsiz muhterislerin, kendi şahsi ikballeri için hepimizi içine çekmeye çalıştıkları sığ bir senaryodan ibarettir.

Bu oyunu bozmak ise her avukatın en önemli vazifesidir!

Bundan dolayı, Türkiye Barolar Birliği Başkanlığı’na meslek menfaatlerimizi ve hukukun üstünlüğünü siyasi iktidarından muhalefetine, derin devletinden sığ devletine kısacası her türlü tehditten koruyacak niteliklere haiz  bir insan evladı getirilmelidir. Bu kişi yurdum insanı ve bizden birisi olmalıdır.
Yani, irfan ve ilim sahibi (arif ve alim),  helal süt emmiş, ahlaklı, erdemli, vicdanlı, yüreğinde insan sevgisi olan,  ideolojik değil idealist olan, yalakalığa değil niteliğe önem veren, makamperest değil meslekperest olan, devleti değil bireyi hayatın merkezine almış, dünyayı anlamış, zamanın ruhunu kavramış, yalan söylemeyen, makamını paraya ve siyasete tahvil etme amacında olmayan, bir diğergam/altruist, korkusuz, nitelikli, halk çocuğu bir hukukçu TBB’nin başına  seçilmelidir.

Dileriz Öyle Olur!

Saygılarımla,

Dixi et Salvavi Animam Meam! /Söyledim ve Ruhumu Kurtardım!

S. Sinan KOCAOĞLU

Yrd. Doç. Dr. iur.

Ufuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi

Ceza ve Ceza Muhakemesi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi

Kaynak :  http://www.sinankocaoglu.com