Üniversiteye başlayacağım yaz o dandik kahvehanede gözümüzün önünde okey masasında iki ev yiyen amca beni yanına çağırdı ve “Ooo huğuğ gazanmışın? Yalançılık mı okuyacan şimdi?” diye sordu. O zamanlar müfredata hâkim değildim tabii. Okula başlayınca Yalançılık 101-102 dersine falan da rastlayamadım. O amca benim yalancılık okuyacağımı söyleye söyleye kumarına ve yalanlarına devam etti. 

Okula başladım, beni sağda solda denk getiren adamlar bankadan kredi çekip de ödemeden yok olmanın yollarını, mirastan mal kaçırmanın çarelerini falan sormaya başladılar. “Daha o konuya gelmedik” dediysem de kimseleri inandıramadım. “Yalançılık okuduğu nasıl da belli. Daha o konuyu görmedik diye nasıl da yalan söylüyor! Aslan avgat bee” diyerek sırtıma pıt pıt vurdular.

Okul bitti, staj yaparken etrafımı hayatımda hiç görmediğim tanıdıklar sardı. İçlerinde bir tanesi vardı ki, insan türünden tiksindirdi. Sonradan zengin olmuş bu tuhaf şey, “Garıyı boşayacam avgatım. Usandım ya. Genç garı alacağam. Çaktırmadan kâğıt imzalatsam da mal mülk istemese, öyle oluyor mu?” şeklinde sorularla elimi ayağımı titretti. Dört yıl “yalancılık okuyan” ben, hukukun norm veya usulden ve dahi “kılıfına uydurmaktan” öte, çok daha vicdani ve ahlaklı bir şey olması gerektiğine o ince bıyıklı deyyus zamanında gerçekten inandım.

Onca zaman yalancılık üzerine cilt cilt kitaplar bitiren, felsefesinden sosyolojisine kadar hukuk, ah pardon yalancılığa dair yıllarca eğitim görüp bir de stajlar yapan bendenizi dahi her geçen gün şaşırtmaya devam eden uyanıklıklar, şeytanlıklar, ahlaksızlıklar, kurnazlıklar, sansarlıklar, tilkilikler, itlik-serserilik-hergelelikler görmeye devam ediyorum. Tamam, bence de günümüz hukuku, “büyük sineklerin delip geçtiği, küçük sineklerin ise takılıp kaldığı bir örümcek ağı.” Ancak bir meslek grubunun toplumun gözündeki yerini anlatan kelimenin “yalancılık” olması biraz biz avukatların davranışlarının, biraz da kendisinden başka her şeye bir şeyler yapıştıran o tuhaf akıl yürütmenin sonucu sanırım. Toplumsal olarak çürümüşsün, çayın demli gelmemesinden dolayı dört kişinin öldürülebildiği bir coğrafyaya dönüşmüşsün, ahalinin borcu gırtlağına dayanmış, Dario Fo’nun dediği gibi burnumuza kadar b.ka battığımız için başımız devamlı dik yürür hale gelmişiz, ondan sonra kendi önündeki pilava bakmadan başkasınınkine tebelleş ol. İyi be…

İnsan kızıyor… 

Başka bir kadınla dudak dudağa fotoğraflarını yakalayan eşinin haliyle boşanma davası açtığı adam diyor ki, “Yav siz avgatlar çoh yalancısınız…”

Ya da çalıştırdığı işçinin kıdem tazminatından yırtmak için bin bir dolap çeviren adam, çayını höpürdetip ağzını şapırdattıktan sonra gerinip diyor ki, “Yav siz avgatlar çoh yalançısınız...”

Hayatı boyunca kendisine yalan söyleyenlere oy vermiş ve kendisine söylenen yalanları etrafına söylemekten çekinmemiş adam, ağzını ayıra ayıra keyiflenip diyor ki, “Yav siz avgatlar çoh yalançısınız...”

Evde çocuğuna, işte arkadaşına, askerde komutanına, hatta dua ederken allahına dahi yalan söylemekten imtina etmeyen adam, maydanoz yapışmış dişini göstere göstere diyor ki, “Yav siz avgatlar çoh yalançısınız...”

Avukat senin ona söylediğin, anlattığın, verdiğin bilgi-belgeyle hareket ediyor. Avukatına daha en başından yalan söyleyerek olayı farklı anlatanından tutun da yanıltmaya çalışanına kadar bin bir türlü insan ve müvekkil tipi herhalde gökten zembille inmedi bu topraklara.  Avukatlar yalancı, sen sütten çıkmış ak kaşıksın değil mi? Baştan sona güzellik abidesisin sen. Saf temizlik, en arı dürüstlüksün. Billursun. Billur seni. 

Ne “yalan söyleyeyim”, çok kızdım.


(Bu yazı, Hukukta Sol Tavır Derneği’ne ait #DirenTerazi blogu için kaleme alınmıştır)
Av. Erdem Oktar