Kar ancak bu kadar kara olabilir. Ak örtü, soğuğun ötesinde ürpertir oldu ülkeyi. Televizyonda dizi izleyerek uyuşturulan halkımın gözlerinden uzak tutularak, bir taht oyunu oynanıyor ülkemde. Kış geldi... Ak gezginler her yerde...

Annesine ekmek götüren Berkin'i öldüren polisi yücelten zihniyet, "onun sapanı, misketleri var" iddiasıyla çocuğumuzu terörist ilan etmişti. Ve tam da bu gerekçeyi dayanak yaparak -ve halkın meşru sesine kulak tıkayarak- kendi gibi düşünmeyeni terörist yapacak İç Güvenlik Kanun Tasarısını geçirmek için TBMM'yi de kana bulamaktan çekinmedi.

Anayasa ve ulusal üstü antlaşmalarla teminat altına alınmış olan yaşam hakkı, kişi güvenliği, ifade özgürlüğü, toplantı ve gösteri hakkı gibi özgürlükleri, -kırıntısı kaldıysa eğer- hukuk devletini ve kuvvetler ayrılığını ortadan kaldıracak; demokrasilerin olmazsa olmazı olan ifade, toplantı ve gösteri özgürlüğünün kullanılmasına terör eylemi olarak bakacak; bireyleri yargı güvencesinden yoksun bırakacak; egemen partinin emrinde açık açık çalışmaktan çekinmeyen vali ve polise yargıçların görevini verecek bir kanun tasarısının soğuk nefesini duyuyoruz yüzümüzde. Bu bir "yargı ve savcı kararı olmaksızın mülki amir ve polis amirlerinin kararıyla arama ve hatta soruşturma yapılabileceği, vatandaşlarımızın 48 saat gözaltında tutulabileceği ve avukatları ile görüşerek savunma hakkının engelleneceği, monarkın ve polisinin insafında özgürlük çağı"...

Biz adalet savaşçısı avukatlar yine meydana çıktık. Aksaraydaki mizahi nöbetçiler gibi değil, aydın sorumluluğunda -adında vardır bir hikmet dediğimiz- Adalet Sarayında "Adalet nöbeti" tutuk. Anayasal düzen yıkılmasın, rejim değiştirilmesin diye. Ve yürüdük Meclise "Polis Devletine Dur!" dedik.

Özgecanımıza kahrolduk... Utanç içindeyiz...

Ve bir başka kindar esnaf, kar topunun ardına sığınmaya çalışarak, -tıpkı Gezi'nin palalı ilahı gibi- kendine verilen polislik, askerlik, alperenlik unvanının hakkını vermeye çalışarak "canın değil camın" hakkı için öldürdü Nuhumuzu. Oysa ki büyük tufandan canlıları kurtarıp dünyaya hayat veren adaşının kaderini vermek istemişti anacığı babacığı ona... İşsiz de bırakılsa, yeniden doğuşun umudu, kartopu oynayan çocuğun mutluluğuydu... O bıçak rüya olmadı, uyanamadı... Hepimizin kabusu...

Ve benim mahallemdeki on küsur yıllık esnaf, kunduracı Dursun, direnemedi. Duramadı ayakları üzerinde daha fazla. Sanatını, özgürlüğünü kepengin kilidiyle kilitleyip, birilerine sömürülmeye gitti. Karşısındaki bakkal, yanındaki terzi, çilingir, ötedeki tuhafiyeci, tekel ne kadar dayanır AVM hükümranlığına? Mahallemizdeki esnaf yok olurken, sürekli artan işsiz ordusunun, diplomalarının karşılığını alamayan gençlerin, insan onuruna yakışmayan ücret ve şartlarla çalışan emekçimizin geçirdiği cinnete ne kadar dayanırız? Ne kadar dayanırız kıt kaynaklarımızın pompalanan ihtiyaçları(!) karşılayamaması sonucunda ahlakımızın piyasaya düşmesine, üretmeden tüketmeye, sürekli borçlanarak yaşamaya? Kapitalist sömürüden aşağı kalmayan feodal baskı, sömürü ve ilişkilere; kişiliksizleştirilmek ve mallaştırılmak istenen insana, kadına, çocuğa, emeğe, doğaya; erkek ile eşit değil dedikleri kadınların evlere kapatılmasına, tecavüz edilmesine, çocukların sömürülmesine, aile içi sessiz tecavüzlere, yaşam alanı gasp edilmiş hayvanların canice yok edilmesine, beton ormanının yarattığı psikolojiye, yabancılaşmış ilişkilere nasıl dayanırız? Cephede yendiğimiz emperyalistlere Cumhuriyetin tüm birikimlerini sattılar, sömürülmeye ne kadar dayanırız? Dayanmak zorunda mıyız?

İşte bu ahval ve şerait içinde, yasal mermisiyle yargıçlaştırılmış bir komiser yaklaşmakta... Bugün düşünemeyeceğimiz kadar başımız belada... Nereden baksan tutarsızlık... Nereden baksan... 22.02.2015

Av. İsmail Altay

Kadıköy Kent Konseyi Hukuk Çalışma Grubu Başkanı