Danışman avukatlar konuştu!

Patronların danışmanları, iş dünyasının avukatları!



Özellikle son yıllarda hukukun ticaretle iç içe geçmesi avukatların iş dünyasındaki rolünü ciddi anlamda değiştirdi. Türkiye’nin birçok önemli hukuk bürosunun yaptığı iş artık davalara bakmaktan çok özelleştirmelerde, büyük kredi anlaşmalarında, enerji ve ulaşım gibi alanlardaki dev projelerde ve özellikle de şirket birleşmelerinde hukuki danışmanlık hizmeti vermek, bu işlemlerin müzakerelerinde bulunmak ve sözleşmelerini hazırlamak.

Selin BAYAR - Şefika PEKİN

SADECE HUKUK BİLMEK YETERLİ Mİ?

Yıllardır bu tarz projelerde avukatlık yapan Selin Bayar’a, avukatın rolündeki bu değişikliği soruyorum. Bu işlerde çalışan bir avukat için sadece hukuk bilmek yeterli mi? Bayar’ın yanıtı, “Avukatın önceliği kesinlikle hukuk olmalı. Ancak günümüzde müvekkiller sadece avukatlıktan fazlasını bekliyor. Müvekkilin dilinden konuşabilmeniz önemli. Müvekkilleriniz ‘business kafası’ ile düşünür, sizin de ticari kafa ile olaylara yaklaşabilmeniz ve müvekkilinizin ticari planını özümseyebilmeniz önemli. Aslında burada mesele kendini müvekkilin yerine koyup onların bu işlemden aslında ne istediğini anlayabilmek. Bunu anlarsanız ona göre müzakere edip istenilen sonucu alabiliyorsunuz” oluyor.

YÜZDE USULÜNDEN SAAT BAŞINA YÜZLERCE DOLARA

Avukatlığın kabuk değiştirmesi, hukuk bürolarının yapısını da kökünden değiştirmiş. Şefika PekinAvukatlık Ortaklığı’nda ise 40’tan fazla avukat çalışıyor. Pekin’e göre bu kadar kalabalık ekiplere ihtiyaç duyulmasının sebebi, üzerinde çalışılan her projenin hukukun birden fazla alanını kapsaması: “Her projenin başında, branşlarının uzmanlarından oluşan bir ekip toplarız. Bir enerji projesinde danışmanlık hizmeti verdiğimizi düşünün. Enerji konusunda uzman avukatımızın yanında gayrimenkul avukatımız olur, iş hukuku ekibimiz olur, finans avukatımız olur. Bu tarz işlerde karşınıza çıkan hukuki meseleler çok boyutludur ve ekibinizde her branşın uzmanını bulundurmanız gerekir.” Bu değişim ücretlerin hesaplanmasına da yansımış: “Eskiden yüzde usulüyle çalışılırdı. Artık saat ücretleriyle çalışılıyor. Her avukatın çalıştığı saat başına ne kadar ücret alacağı, kendi kıdemine göre belirleniyor. Bir proje ekibindeki avukatların her birinin, bu iş için harcadıkları saatler, kendi saat ücretleriyle çarpılıyor. Müvekkile bunların toplamını fatura ediyoruz.” Piyasada benzer şekilde çalışan hukuk bürolarında işe yeni girmiş avukatlar için saat ücretleri 100-200 dolar arasında değişirken, en kıdemli, ortak statüsündeki avukatlar için 600-800 dolar civarlarına kadar çıkabiliyor.

ŞİRKETLERİ EVLENDİRMEK

Bugün tüm dünyada hukuk alanının kaymak tabakası tabir edeceğimiz grubun çalıştığı alan şirket birleşmeleri, diğer adıyla şirket evlilikleri. Yani bir şirketin satın alınması sürecinde, alıcı şirketi veya satın alınan şirketi temsil etmek. Türkiye de istisna değil. En iyi hukuk fakültelerinden en yüksek derecelerle mezun olanlar bu alanda çalışan ofislere girebilmek için yarışıyorlar. Peki bir avukat bu projelerde tam olarak hangi işlevi görüyor? Eren Kurşun şöyle açıklıyor: “Hukukçunun temel olarak bulunduğu iki yer var. Birincisi baştan sona tüm hukuki konularda danışmanlık vermek. Pazarlıklara yani sözleşme müzakerelerine katılmak. Sözleşmeleri hazırlamak. O şirketin satın alınması için gereken ne kadar işlem varsa yapmak.” Söz konusu müzakerelerin, sözleşme imzalanmadan masadan kalkılamadığı için saatlerce duraksamadan sürdüğü söylenir. Kurşun’un rekoru şaşırtacak cinsten: “36 saat süren bir toplantım olmuştu.” Ufak molalar dışında 1.5 gün boyunca masadan kalkılmadan sürdürülen sözleşme müzakeresinden bahsediyoruz...

Neden bu kadar uzun sürdüğünü sorduğumda ilginç bir metafor kullanıyor Kurşun, Vatikan’daki Papa seçimleri. Vatikan’da çok eski bir gelenek vardır. Yeni Papa’nın seçildiği Vatikan’daki Sistin Şapel’inin bacasından beyaz duman çıkmasıyla dünyaya duyurulur. Bu duman çıkmadan yani Papa seçilmeden, oy kullanmakla yükümlü hiçbir kardinal dışarı çıkamaz. “Bizim beyaz dumanımız da üstü imzalı bir sözleşmedir” diyor Kurşun gülerek; “ O olmadan dışarı çıkamıyoruz.”

Kurşun, hukukçuların şirket evliliklerindeki ikinci temel görevini ise alınacak şirketin hukuki incelemesini yapmak olarak tanımlıyor: “Şirketin o anki fotoğrafını çekip gördüğümüz noksanlıkları müvekkilimize rapor ediyoruz.” Kurşun’un bahsettiği bu ‘hukuki inceleme’ ya da İngilizce adıyla ‘due diligence’, gençlerin korkulu rüyası haline gelmiş durumda. Haftalarca masanın başında oturup satın alınacak şirketin tüm kayıtlarını, yüzlerce anlaşmasını, binlerce dokümanını inceleyerek bunlarla ilgili rapor hazırlamanın ‘cehennem azabı’ndan farksız olduğunu düşünen genç hukukçularla karşılaştım. Fakat gençlerin bu süreçten ciddi yarar göreceklerini anlatıyor Bayar: “Genç bir hukukçu için en güzel öğrenme yollarından biri bu. Bir şirketin içerisine girip o şirketin bütün sözleşmelerine bakmak, hangi alanlarda faaliyet gösteriyorsa o alanlardaki regülasyonu öğrenmek, en büyük okuldur.”

Eren KURŞUN

‘DÜNYANIN NERESİNDE OLURSA OLSUN AĞIR İŞ’

Bu ofislerle ilgili kulaktan kulağa dolaşan, haftanın 7 günü sabahlara kadar çalışıldığına dair bir şehir efsanesi de var. Kurşun’a sözleşme avukatlığı yapmanın getirdiği acımasız yaşam tarzını sordum: “Evet çalışma saatlerimiz esnektir. 2 milyar dolarlık bir iş yaparken, bugün de çocuklar saat 6’da mı çıktı, 9’da mı çıktı, kimse sormuyor. Tabii ki iş insanlıktan çıktığı zaman müdahale ediyoruz ama müvekkilimiz bile bu tempolarda çalışırken bizim daha az çalışmamız söz konusu olamaz.” Ağır çalışma tempolarının sadece Türkiye’de söz konusu olmadığını da ekliyor Kurşun: “Bu iş bütün dünyada farklı yapılıyor da bir tek burada ağır çalışılıyor gibi bir durum yok. Dünyanın neresinde olursa olsun her müvekkil işin mümkün olan en kısa sürede bitmesini ister. New York’taki avukat da Londra’daki avukat da herkes bu tempoda çalışıyor. Bunun başka bir formülü olsa zaten uygulardık.” Kurşun, bugünkü avukatların eskisine göre daha rahat olduklarını söylüyor: “Eskiden, 10 yıl önce çok daha ağırdı koşullar. Bugün böyle bir şey yok. Sabahlamalar oluyor ama her gece sabaha kadar çalışma gibi bir durum asla söz konusu değil.” Kurşun’un ‘esnek’ çalışma saatleri konusunda sergilediği yaklaşımı Şefika Pekin paylaşmıyor. “Gece yarılarına kadar ofise kapandığınızda yapılan işten verim almak mümkün değil. İnsanın belli bir sınırı vardır. Sabaha kadar çalışan bir insandan nasıl iyi bir iş çıkarmasını bekleyebilirsiniz ki?”

MİLYAR DOLARLIK İŞLER CEO’LARLA TOPLANTILAR

Kurşun’a bu denli ağır çalışma tempolarına rağmen neden bu ofislere binlerce özgeçmiş yağdığını sorduğumda, aldığım cevap iştah kabartacak cinsten: “Bu alandaki maddi getiriler diğer bürolara göre oldukça yüksek. Ama sadece para vermek yetmiyor, burada çalışanların hepsi egoları yüksek insanlar. Büyük firmalarda çalışınca, büyük işlerle uğraşıyorsun. Şirketlerin CEO’larıyla toplantılara giriyorsun. Milyarlarca dolarlık işlerde çalışıyorsun. Gazeteyi açıyorsun, bir önceki gün sabahlayarak emek verdiğin iş gazetede çıkmış. Bunun manevi tatmini çok farklı.”

İNGİLİZCE İNGİLİZCE İNGİLİZCE

3 hukukçunun da bu alanda çalışacak gençlere en önemli tavsiyesi, hukuk bilgilerinin yanında İngilizce’lerini de geliştirmeleri. Bayar, İngilizce’nin önemini şöyle özetliyor: “İşimizin ciddi bir kısmı yabancı yatırımcılarla olduğu için İngilizce’niz iyi değilse ne derece iyi hukuk bilginiz olursa olsun sözleşme avukatlığı yapmanız mümkün değil.” Kurşun da aynı fikirde: “Dokümanlarımız İngilizce, müvekkillerle İngilizce yazışmak ve konuşmak gerekiyor. Zaten olayın kendisi o kadar zor ki bir de dil kargaşası yaşamak gibi bir lüksümüz gerçekten yok.”

AVUKAT SAYISI: 4245

Son yıllarda avukatlık piyasasını kökünden sallayan başka bir fenomen de yabancı hukuk büroları. Onlarca ülkede ofisleri olan, Türkiye piyasasında uzun zamandır iş yapan, son yıllarda ise yeterli ekonomik olgunluğu görerek İstanbul’da birbiri ardına ofis açmaya başlayan ağırlıklı olarak Amerikan ve İngiliz menşeli hukuk firmaları, genellikle çokuluslu şirketlere Türkiye’deki yatırımlarında hukuk hizmeti veriyor. Bayar’a göre burada gri bir alan söz konusu: “Kanuna göre bir yabancı hukuk şirketi gelip Türkiye’de Türk hukuku konusunda danışmanlık veremez, sadece söz konusu ülkenin hukukuna dair hizmetler verebilir. Dolayısıyla bir Türk hukuk bürosuyla ortaklık kurmak zorundalar.” Ancak bu yalnızca bir iş ortaklığından ibaret. Diğer bir deyişle, ortaklık kurulan Türk hukuk büroları söz konusu global hukuk firmalarının bir parçası ya da İstanbul şubesi haline gelmiyor, kendi özerkliklerini koruyarak Türk hukuku konusunda hizmet veren tamamen bağımsız hukuk büroları olmaya devam ediyor, yalnızca global bir iş ağının parçası haline gelmiş oluyor.

‘HIÇBIRIMIZ AMERIKALI DEĞILIZ’

TÜRKIYE’DE FAALIYET GÖSTEREN BAŞLICA YABANCI MENŞELİ HUKUK BÜROLARI VE ORTAK ÇALIŞTIKLARI TÜRK HUKUK BÜROLARI

Avukatlık Ortaklığı

Avukatlık Ortaklığı

Avukatlık Ortaklığı

-Clifford Chance (İNGİLTERE) – Yegin Çiftçi Avukatlık Ortaklığı

-Dentons (İNGILTERE/FRANSA/ABD/KANADA) – Balcıoğlu Selçuk Akman Keki Avukatlık Ortaklığı

-Edwards Wildman (ABD) – İşmen Günalçin Avukatlık Ortaklığı

-Gide Loyrette Nouel (FRANSA) – Özdirekcan Dündar Şenocak Avukatlık Ortaklığı

-Kinstellar (DOĞU AVRUPA) – Çetinkaya Avukatlık Ortaklığı (CCAO)

-Pinsent Masons (İNGİLTERE) – Göksu Avukatlık Bürosu

-Schoenherr (AVUSTURYA) – Türkoğlu Çelepçi Avukatlık Ortaklığı




Ticaretin avukatları konuştu!

Hoca avukatlar ve kendi hakimini seçen şirketler!


Ticaret hukuku, klasik anlamda dava avukatlığı kadar, yarınki konumuz olan son zamanlarda parlak gençlerin en çok rağbet ettiği, özelleştirmeler, dev enerji ve ulaşım projeleri, büyük şirket satın almaları gibi konularda hukuk danışmanlığı hizmeti verilen sözleşme avukatlığını da barındırıyor. Biz bugün uyuşmazlık çözümünü, yani dava avukatlığını Türkiye’de önde gelen 4 temsilcisiyle konuşuyoruz: Ticaret hukukunda uzmanlaşmış köklü bürolardan Cerrahoğlu Hukuk Bürosu’nun kurucu ortağı Prof. Dr. Fadlullah Cerrahoğlu; 2012’den beri yürürlükte olan Türk Ticaret Kanunu’nun başmimarı Prof. Dr. Ünal Tekinalp; icra hukukunun uzman isimlerinden Avukat Sümer Altay; uluslararası tahkim alanının önde gelen isimlerinden Noyan Göksu.


‘YARGITAY’IN TEK DAİRESİNDE 20 BİN DOSYA VAR’

Prof. Dr. Fadlullah Cerrahoğlu’nun kurduğu ofisin öne çıktığı alan ticari hukukun davalar kısmı yani şirketlerin ihtilafları. Kendisine şirketlerin ihtilafları denince ne anlamak gerektiğini sorduğumda, uzun bir listeden bahsedebileceğimizi belirtiyor: “Alım satımlarda, kamulaştırmalarda, inşaatlarda her zaman uyuşmazlık çıkar. Özellikle büyük projelerde. Şirketlerdeki pay sahipleri arasındaki ihtilaflar var. Şirketleri yönetenlerin sorumluluklarıyla ilgili davalar var. İş hukuku davaları var. Bunlar sadece örnek ama rahatlıkla çoğaltabiliriz, bir hukukçuyu meşgul edebilecek sayısız dava çeşidi var burada.”

FADULLAH CERRAHOĞLU


Prof. Cerrahoğlu’na göre Türkiye’de bir avukatın karşılaştığı en büyük zorluk, aşırı uzayan dava süreleri. Davaların neden bu kadar uzun sürdüğünü sorduğumda mahkemelerin iş yükünü işaret ediyor: “Geçenlerde başkanıyla konuştuğum bir Yargıtay dairesinin önünde 16 bin dosya vardı. Başkan ‘Bu sayı yıl sonuna kadar 20 bini bulur’ dedi. Düşünün bu sadece bir daire.” Bir Avrupa ülkesiyle yaptığı karşılaştırma ise durumun ne kadar vahim olduğunu gözler önüne seriyor: “Avusturya yargıtayının tüm dairelerinin yıllık yükü 350 dosya. Haklı olarak bizimkiler de diyor ki: Bize de 350’yi ver, gör bakalım nasıl karar yazıyoruz.” Böylece bir sonraki soruma da cevap vermiş oluyor. Avukatların özenerek, günlerce hatta haftalarca yaptıkları araştırma ve analizlerin meyvesi olan dilekçelerin hâkimler tarafından ciddi şekilde okunmaması meselesi: “Hâkimler, ‘20 sayfa falan yazmayın kardeşim bu okunur olmaktan çıkar’ diyorlar. Bu kadar iş yükünde suçlamak mümkün mü? Bu yüke rağmen Yargıtay’dan son derece detaylı, harikulade kararlar da okuyoruz. Haksızlık yapmamak gerekiyor.” Cerrahoğlu, bir dava açıldığında ortalama 3 yıllık bir sürenin göze alınması gerektiğini ancak 10 yıldan fazladır üzerinde çalıştıkları davalar da olduğunu belirtiyor.

HOCA AVUKATLAR

Hukuk dünyasında fakülteden mezun olur olmaz mesleğe atılan avukatların yanında, akademik dünyada kalarak piyasaya hukuki görüşleriyle hizmet veren üstat hukukçular da var. Bu isimlerden biri de, 2012 yılında yürürlüğe giren yeni Türk Ticaret Kanunu’nun başmimarı olan Prof. Dr. Ünal Tekinalp. İnsan kanunun hazırlanışında rol alınca, bu kanuna göre yapılan yargılamalarda fikrine başvurulmaması mümkün mü? Peki hayatında bir kez bile davaya girmemiş olan Prof. Tekinalp nasıl avukatlık yapıyor? “Hiç mahkemeye gitmedim. Ama yaptığım yine de bir tip avukatlıktır. Çünkü mütalaa yazıyorum, sözleşme düzenliyorum, sözleşmeleri kontrol ediyorum, önerilerde bulunuyorum, bazı davalarda avukatlara yardımcı oluyorum yani devamlı olarak danışmanlık veriyorum, bu da bir avukatlıktır” diyor Prof. Tekinalp.

ÜNAL TEKİNALP



HUKUKÇU AKADEMİSYEN OLMALI MI?

Aktif avukatlık yapmak isteyenlerin de belli bir süre akademik kariyer yapmalarının, onları meslekte öne geçirip geçirmeyeceğini sorduğumda olumlu yaklaşıyor: “Kesinlikle. Türkiye’de teori ve uygulamanın çok farklı olduğu kanısı yaygındır, bence bu yanlış. İnsanın kendini belli bir alanda derinleştirmesi büyük bir artıdır.” Bu yola baş koymak isteyen birçok genç hukukçu var ancak akademisyenliğin çok uzun yıllar süren, bitmek bilmez bir yolculuk olduğundan yakınıyorlar. Prof. Tekinalp’e bir hukukçunun kendisininki gibi aranan mütalaaları kaleme alabilecek noktaya kaç yılda gelebileceğini soruyorum. Beni şaşırtıyor: “Eğer araştırmayı ciddiye alıyorsa, her konuyu ele almaktan imtina edip belli bir noktada uzmanlaşıyorsa, 10 senede gelebilir.” Katkıları olacağı kuşkusuz ancak bir hukukçu belli bir konuda uzmanlaşabilmek, bilimsel derinlik kazanabilmek için akademik kariyer yapmaya mecbur mu? Cevabın “Hayır” olduğunun canlı örneği Sümer Altay. Hukuk fakültesinden mezun olduğu günden itibaren fakültede fazladan bir gün bile geçirmemiş ama icra hukuku üzerine 6 kitabı var. Kendisine bu konuyu sorduğumda, cevabı net: “Akademisyen olmak avukatlık yapmak için geçilmesi gereken bir köprü değil. Orası ayrı bir dünya. Hukukta bilgi sahibi olmak için üniversite çatısı altında istihdam edilmek gerektiği düşüncesi çok yanlış. Önemli olan sizin bir konuyu bilip bilmediğiniz, başarıyla uygulayıp uygulamadığınızdır.”

Genç avukatların icra dairesi çilesi

Stajyerlik yapan veya mesleğin ilk yıllarındaki genç hukukçulara en sevmedikleri alanı sorduğunuzda istisnasız tek cevap alırsınız: “İcra hukuku”. Aslında ticari yaşamın sürdürülebilir olmasını sağlayan bu alan, birçoklarına göre avukatlığın belkemiği sayılır. Ancak gençlerce “hukukla ilgisiz” görüldüğü için sevilmiyor. “Bu işi yapmak için avukat olmaya gerek yok, bunun için mi hukuk okudum?” feryatlarını sıkça işitirsiniz. Buna rağmen çalıştıkları bürolar tarafından en çok bu tarz işlere muhatap ediliyorlar, bu da birçok gencin hukuktan soğumasına, hatta mesleği bırakacak hale gelmesine yol açıyor. Avukat Sümer Altay’a gençlerin kanaatine katılıp katılmadığını sorduğumda, kabahatin gençlerde olmadığını söyledi: “Bu algının sebebi, icra denilince akla sadece irili ufaklı yüzlerce alacağın takibinin yapıldığı, son derece şekli, bürokratik ve düşünceye dayanmayan bir alan gelmesi. İcra hukuku asla bunlardan ibaret değildir. Çok ince teknik, ciddi hukukçuluk gerektiren davalar vardır bu alanda. Ancak birçok büro ‘İcra takibi yap, haciz koy’ uygulamalarından ibaret çalıştıkları için, gençler de ‘Ben böyle hukukçuluk istemem’ düşüncesine kapılıyorlar.”

SÜMER ALTAY


‘KABAHAT İCRA DAİRELERİNDE DEĞİL BÜROLARDA’

Avukatları bu alandan soğutan bir etken de tüm stajyerlerin korkulu rüyası olan icra daireleri. Ne kadar genç hukukçuyla konuşsam, icra memurlarından gördüğü yakışıksız muameleden, işittiği azar ve küçümseyici sözlerden dert yanıp bir daha gitmek istemediğini söylüyor.

Altay, bu hoşnutsuzlukta icra dairelerinden çok hukuk bürolarına pay çıkarıyor:

“Gençler mezun olduktan sonra girdikleri hukuk bürolarında yeterince yetiştirilmedikleri için icra dairelerindeki memur ve müdürlerle gerekli iletişimi kuramıyorlar. Eksik bilgiyle gittiklerinde, bu dairelerin aşırı yoğunluğundan ötürü yeterli toleransla karşılanmıyor olabilirler. Bürolarda hazırlanıp, işin mantığı kendilerine öğretilerek adliyeye yollanmalılar.” Ve bu durumun sadece icra memurlarına özgü olmadığını söyleyerek aslında genç avukatlar için hayatın ne kadar zor olabildiğini de gözler önüne sermiş oluyor: “İlk yıllarda hâkimlerle pek muhatap olunmadığı ve ağırlıklı koşturmalı işlerde, fiili yönde çalışıldığı için daha çok icra dairelerinde bu mağduriyetler yaşanıyor. Yoksa hâkimler azarlamıyor mu? Mahkeme kalemlerinde toleranssız davranılmıyor mu?..”

‘Kendi hâkimini kendin seç’

Genel kanının aksine, uyuşmazlık çözümünün tek yolu mahkemelerde dava açmak değil. İki taraf, aralarındaki ticari uyuşmazlığı yine hukukçuların önünde ancak hiç mahkemeye gitmeden çözebiliyorlar. Nasıl mı? Cevap tahkim yargılaması. Maliyetleri yüksek olduğu için genelde yüksek montanlı ticari ilişkilerden doğan ihtilafların çözümünde başvurulan tahkim, Türkiye’ye gelen yabancı yatırımcıların, yatırımlarından doğan uyuşmazlıkların çözümü için sıklıkla başvurdukları bir yöntem. Projelere ait sözleşmelere tahkim şartı konuluyor, bu sayede Türkiye’deki yatırımda uyuşmazlık çıksa da Türk mahkemelerine gidilmiyor, genelde Londra veya Paris merkezli tahkim kuruluşlarının kurallarına tabi olarak, yurtdışında tarafların seçtiği hakem heyetleri yargılamaları gerçekleştiriyor. Birkaç milyon doların altında meblağların pek telaffuz edilmediği, milyarlarca dolarlık davaların söz konusu olabildiği bu dünyanın kapılarını aralamak için, prestijli uluslararası tahkim bürolarından Pinsent Masons’ın Türkiye’deki ortağı Noyan Göksu’nun kapısını çaldım.

NOYAN GÖKSU (Sağda)


Göksu’ya, bir Türk işadamının yatırımının kaderini neden yurtdışında kurulan bir hakem heyetine emanet etmeye yanaşacağını soruyorum, bunun tüm dünyada uygulandığını anlatıyor: “Temel kaygı daima yatırımcıların diğer tarafın yargısına güvenmemesidir. Bir Türk Çin’de fabrika kurmak istediğinde Çinli ortağıyla kendini Çin mahkemelerine emanet eden bir sözleşme yapmak ister mi? Yabancı yatırımcı da bizim mahkemelerimize tabi olmak istemeyebiliyor, tahkim yargılamasını şart koşuyor. Bu herkes açısından böyledir.” Göksu’ya göre tahkim yargılamasının başkaca avantajları da ihtilaf konusu alanda uzmanlaşmış hakemlerle muhatap olmak, yargılamanın tarafların öngördüğü süreler içerisinde bitmek zorunda olması ve tamamen gizli yapılması.

Kamuoyu tahkimi Uzan ve Turkcell davalarından tanıyor ancak Göksu’ya göre bugün dünyada Türk şirketlerinin taraf olduğu 100’den fazla uluslararası tahkim davası görülüyor. Hükümetin İstanbul’u bir uluslararası tahkim merkezi yapma planı da göz önünde bulundurulursa bu alan gelecek yıllarda başarılı genç hukukçular için kesinlikle parlak bir kariyer vaat ediyor.

"Özgürlükten mahrumiyetin telafisi yok"

Hukuk fakültelerinin efsane hocalarından en parlak öğrencilerine, ceza avukatlarından iş dünyasının avukatlarına, sorunları ve vaat ettikleriyle Türkiye’de avukatlık... Ve ilk bölümde ceza avukatlığı...


Avukatlık… Hak arayışının, haksızlığa karşı başkaldırının ve adalet savaşçılığının vücut bulmuş hali olan bu yüce mesleği sayfalarca tasvir etmek mümkün. Türkiye’de de gençlerin bu onurlu mesleğe teveccühü bir hayli fazla. Ülke genelinde hukuk fakültesi sayısı 100’ü geçmiş durumda, her yıl binlerce mezun veriliyor. Avukat sayısı 80 bini aşmış durumda. Sadece İstanbul Barosu’na kayıtlı 32 bin avukat var, aralarına her yıl 3 binden fazla yeni meslektaş adayı katılıyor. Durum böyle olunca, bir hukukçu olarak Türkiye’de avukatlığın geldiği noktayı keşfetme yolculuğuna çıkmamam düşünülemezdi.5 gün boyunca Türkiye’de avukatlık mesleğini her açıdan mercek altına alacağız. Ünlü ceza avukatlarıyla konuşacak, onların dünyasına gireceğiz. İş dünyasının avukatlarıyla konuşacak, milyar dolarlık müzakere masalarına oturacak, yabancı hukuk bürolarına bakış atacağız. Önde gelen hukuk fakültelerini ziyaret edecek, dekanlarla görüşecek, öğrencilerle fakülte sıralarında oturacağız. Avukatların güncel sorunlarını masaya yatıracağız. Bu alanı düşünen gençler, seçip de okumaya başlamış müstakbel meslektaşlar, mesleğinin ilk yıllarındaki genç avukatlar, avukatlığın üstadları ve mesleği merak eden herkesin ilgiyle okuyacağı bir yazı dizisi sizleri bekliyor. 


FATİH VOLKAN SOLDA...

ÖĞRENCİLERİN HAYALİ

İlk başlığımız ceza hukuku. Türkiye’de 1984’ten beri uygulanmayan idam cezası 2004 yılında Anayasa’dan da çıkarıldı ancak özgürlük insanın hayattaki en değerli varlığı olmaya devam ettiği ve özgürlüğünüzden olmanız veya özgürlüğünüze kavuşturulmanız hâlâ bu alanın konusu olduğu için, bu arenanın savaşçıları ceza avukatları da hukuk dünyasında ayrı bir yere sahip. Özellikle adaletin sağlanmasına katkıda bulunmak isteyen idealist hukuk öğrencilerinin büyük çoğunluğunun kariyer hayali olan ceza avukatlığını, Türkiye’nin önde gelen 3 ceza avukatı Prof. Dr. Ersan Şen, İlkay Sezer ve Fatih Volkan ile konuştuk. Kamuoyunun yakından tanıdığı Prof. Dr. Ersan Şen, hukukçuluğunu akademisyenliğiyle pekiştirmiş bir isim. Ergenekon, Balyoz, Şike gibi Türkiye’nin yakın hukuk tarihine damgasını vurmuş ve asla gündemden düşmeyen davalarda avukatlık yapmasıyla biliniyor. Kamuoyu İlkay Sezer’i de Ergenekon ve Balyoz davalarından tanıyor.  İlker Başbuğ, Hurşit Tolon, Tuncer Kılınç ve Bilgin Balanlı’nın olmak üzere 4 emekli orgeneralin avukatlığını yapan Sezer, subay olduktan sonra hukuk okumaya başlamış emekli bir yarbay. Fatih Volkan ise Türkiye’de ceza hukuku denince ilk akla gelen birkaç isimden biri. Yıllardır kamuoyunun yakından tanıdığı pek çok önemli ismin avukatlığını yapıyor, Türkiye’nin en önemli hukuk büroları ceza hukuku alanında ona danışıyor.

‘GECESİ GÜNDÜZÜ YOK’

Ceza hukuku denildiğinde akla çok stresli, gecesi gündüzü olmayan bir iş geliyor. Fatih Volkan bu algıyı doğruluyor: “Ceza avukatlığı çok streslidir. Ceza alma tehdidi altında olan birinin psikolojik durumu, o ağırlık sizin de üzerinize çöker. Gecesi gündüzü yoktur. Sabaha karşı ifade alınır. Sorgular gece gündüz sürer. Duruşmaya gündüz girersiniz, gece yarısı çıkarsınız.” Prof. Şen de katılıyor: “Müvekkiliniz gözaltına alınmış, gece vakti veya haftasonu sizi aradığında gelmiyorum diyemiyorsunuz. Yerinize birini gönderebilirsiniz ama benim karşılaştığım durumlarda hep beni görmek isterler, siz olmadıkça o güven duygusu insanlarda oluşmuyor.”Ancak Volkan’a göre tüm bu stres ve özverinin sonunda avukatı paha biçilemez bir tatmin bekliyor: “Duruşma günleri streslidir, ama iyi geçerse o stres bir anda omuzlarınızdan kalkar. İyi bir savunma yapmışsınız ve müvekkiliniz tahliye olmuş ya da müdahil olarak davaya dahil olmuşsunuz ve sanığa hak ettiği cezayı aldırmışsınız, müthiş bir keyiftir. O keyfin parayla pulla ölçüsü yoktur.’ İlkay Sezer de özveri ve fedakârlıktan bahsediyor, sık sık sabahlara kadar çalıştığını, bayramlarda bile cezaevine gittiğini anlatıyor. Öyleyse “neden ceza hukuku” diye sorduğumda, empati yapmamızı öneriyor: “Hukukun ekmek gibi, su gibi vazgeçilmez bir insan ihtiyacı olduğunu en çok ceza yargılamasında gördüm. Diğer yargılamalarda, örneğin ticaret hukuku yargılamalarında bir kişinin ekonomik anlamda aleyhine ya da lehine kararlar çıkıyor. Bunlar telafi edilebilir. Ama insanın özgürlüğünden mahrum bırakılmasının telafisi mümkün değildir.”


İLKAY SEZER

'TEHDİT EDİLDİĞİMİZ ZAMANLAR OLDU'

Ceza avukatlığının aynı zamanda belalı bir iş olduğu söylenir. Hiç tehdit alıyorlar mı? Cevaplara bakılırsa, iyi bir ceza avukatının gerçekten gözü pek olması gerektiği ortada. Fatih Volkan;  “Tehdit edildiğimiz zamanlar oldu. Ama siz bir yanlış yapmıyorsanız bu tehditlere aldırmayacaksınız” diyor. “Ben delilleri getirebiliyorsam, toplanan delilleri değerlendirebiliyorsam, şahısların kasıtlarını ortaya koyuyorsam, tehditten falan korkmam. Avukatların silah alma hakları vardır, ben ruhsatlı silah bile almadım. Çünkü kimseye kötü bir şey yapmadım.” İlkay Sezer, Ergenekon davasında yaşadıklarını örnek veriyor: “Tehdit edilmedim ama fiziksel şiddete maruz kaldım. Salonda asayişi sağlamak üzere bulunan jandarmayı, savunma hakkımızı engellemek için cop ve kalkanla üzerimize saldırttılar. Bizi salondan atmak istediler, çekiştirildik, yanımdaki meslektaşlarımı cop darbelerinden korumak için pozisyon aldım. Direnç gösterdiğiniz sürece bunların hiçbir etkisi olamaz.” Prof. Şen ise tehdidin avukatların yanlış tutumundan da kaynaklanabileceğini belirtiyor: “Türkiye’de avukatların müvekkile garanti verme gibi bir durumları var. Mesleği ne kadar iyi yaptığınız değil de garanti veriyor musunuz, bunu arayan çok insan var, bu insanlar bir yalanın peşinden koşabiliyorlar. Bunun sonucunda istedikleri gerçekleşmediği zaman da tehdit sözkonusu olabiliyor.” 

'İKİ YARGILAMA VAR; MAHKEME VE KAMU VİCDANINDA'

Her gün basının ve kamuoyunun büyük ilgi gösterdiği davalarda avukatlık yapmanın nasıl bir deneyim olduğu sorusuna Sezer’in yanıtı şöyle: “Kamuoyunun önünde görülen davalarda iki yargılama vardır. Bir mahkeme salonunda yapılan, bir de milletin vicdanında yapılan. Haklı olduğunuzu iki yerde de duyuracaksınız.”  Ergenekon gibi binlerce klasörden, milyonlarca sayfadan oluşan davalarda avukatlık yapmanın “çok meşakkatli” olduğunu anlatıyor Sezer: “ Çok çalışmanız, ilgilendiğiniz dosyaya çok hakim olmanız lazım. Bir de kamuoyunu bilgilendiriyorsanız, hata yapmanız kabul edilemez.” Sezer’e, Ergenekon ve Balyoz davalarıyla birlikte avukatların; ne kadar iyi savunmalar yaparlarsa yapsınlar, hukuki açıdan ne kadar haklı olurlarsa olsunlar, adaletin tecellisine katkı sağlayamadıkları yönünde kamuoyunda bir algı oluştuğunu düşünüp düşünmediğini sordum. Böyle bir görüntü oluşmuş olabileceğine katılıyor: “Bu görüntünün oluşmasına yol açan yargı mensupları olabilir. Ama ülke genelinde mesleğini dürüstçe, aynı bizler gibi özel yaşamından bile ödün vererek yapmaya çalışan hakim ve savcılar var. Siz haklıysanız, hakim de önünde olan mevzuatı uyguluyorsa, sizin dediğiniz noktaya bugün değilse de yarın gelir.” Aynı soruyu Prof. Şen’e sorduğumda çok çarpıcı bir yanıt veriyor: “Sonucu belli olan bazı davalarda avukatın görevi sadece psikolojik danışmanlık haline geliyor.” 




ERSAN ŞEN

“ADLİYELERE SORULSA YARGIYA GÜVEN YÜZDE 5 ÇIKMAZ

”Kamuoyu araştırmalarında Türkiye’de yargıya güven oranı çok düşük çıkıyor. Son araştırmalarda bu oran yüzde 23 civarındaydı. Sezer bunun çoğunlukla siyasetçilerden kaynaklandığı görüşünde: “Yasama organı olarak 2004’te kanun çıkarıp 2005’te yürürlüğe girmeden önce değişiklik yapmaya başlar ve 9 senede 14 kez değişiklik yaparsanız, yargıya karşı güvensizliğe yol açarsınız.” Volkan ise daha karamsar bir tablo çiziyor: “Bu kamuoyu araştırmasıdır. Adliyeye sandık koysanız, yargı mensuplarına ve yargıda işi olan vatandaşa ‘Adalete güveniyor musunuz’ diye sorsanız, yüzde 5 çıkmaz.” Ergenekon ve Balyoz davalarında yaşananların bu algıda çok etkili olduğunu düşünüyor Volkan: “Şu son 5-6 seneden beri yaşadığım hukuksuzluğu hayatımın hiçbir döneminde yaşamadım. Bu kadar dava gördüm, 1985’ten beri bu işi yapıyorum, bu kadarının da olabileceği aklıma gelmezdi. Artık bu da olmaz dediğim hiçbir şey kalmadı.”Prof. Şen’e kamuoyunda oldukça yaygın olan ve bir hukuk devletinde insanların aklının ucundan geçmesi bile oldukça sorunlu olan ‘hakimi tanıyorsan davan hallolur’ algısı ile müvekkillerinde karşılaşıp karşılaşmadığını sorduğumda maalesef doğruluyor: “Tanıyor musunuz, ulaşılabilir mi, halledilir mi gibi yaklaşımlarla karşılaşabiliyoruz. Meslek hayatımın hiçbir döneminde asla garanti vermedim, vermem de mümkün değildir.” Peki Türkiye’de insanlar bir ceza
avukatının meziyetini hakim veya savcı tanımakla doğru orantılı olarak mı değerlendiriyorlar?  “Maalesef bu var. İnsanların bir hukukçunun bir yerlere ulaşabilir olması, oralarla ilişki kurabilmesi gibi özelliklerinden ziyade mesleki kapasitesi, bilgisi, duruşu itibariyle oraya ulaşıp ulaşamayacağına, çözüm bulma kabiliyetine sahip bir hukukçu olup olmadığına önem vermesi gerektiğini düşünüyorum.”Peki avukatların gördükleri hukuksuzluklar karşısında mesleklerini sorguladıkları olmuyor mu? Fatih Volkan bu konuda net: “Avukatlık yapmam dediğim asla olmadı. Çok zorlu zamanlar oldu ama hep severek yaptım. Unutmayalım ki ne olursa olsun hukuka hep ihtiyaç var.” Prof. Şen de aynı görüşte: “Etkisiz de kalsa insanlar asla vazgeçmezler avukattan. Bu psikolojisidir işin. Ceza alacağını bilse bile avukatıyla sonuna kadar gider.” Sezer de son yıllarda yaşadıklarına rağmen böyle bir sorgulamaya gitmemiş: “Zorlandığımız, karamsarlığa kapıldığımız, delil denizi içinde boğulma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığımız, savunma hakkımızı kullanabilmek için fiziksel güce bile direndiğimiz oldu. Ancak gecenizi gündüzünüzü verirseniz, iyi bir ekiple çalışırsanız, aydınlığa çıkabilirsiniz.” Hukukçuların bir başka ortak şikâyeti ise, davaların çok uzaması ve sanık haklarının ihlali. Volkan şu değerlendirmede bulunuyor: “Uzadıkça uzuyor, adama aynı gerekçeyle 10 kere tutukluluğun devamı kararı veriyorsun; aynı gerekçeyle, değiştirdiğin hiçbir şey yok. Ceza hakimlerinde inanılmaz bir takdir hakkı var. Yasayı ne kadar iyi yaparsan yap bunu uygulayacak olan insandır. Mantalitenin değişmesi gerekiyor.” 

“CÜPPEYİ GİYDİM 2 SENE SONRA FERRARI ALAYIM YOK”

Ünlü
ceza avukatlarının çok yüksek vekâlet ücretleri aldıkları söylenir ama, üç ünlü cezacı bu alanda gösterilen özverinin maddi karşılığını bulmanın her zaman mümkün olmadığı görüşünde. Volkan şu tespitlerde bulunuyor: “Avukatlıkta ne kadar para kazandığınız sizin müşteri portföyünüze bağlıdır. Bu da önce çevreyle alakalıdır. Avukat sosyal olmalı, iyi bir çevresi olmalı. Bir de cüppeyi giydim 2 sene sonra Ferrari alayım; böyle bir iş değil. Çok anormal paraların kazanıldığı bir iş değil.” Prof. Şen’e göre de hak ettiğiniz ücreti alabilmenizin binbir zorluğu var: “Anlaşırsınız, anlaştığınız ücreti alamazsınız. Tahliye ederseniz ücretinizi alamazsınız, tahliyeden önce isteyemezsiniz. Önüne sözleşme koysanız üzerine kayıtlı malı olmuyor. Ücretinizi alamazsanız da devam etmek zorundasınız, istifa edemezsiniz.”

‘PARA İÇİN ADAM ÖLDÜRENİN DAVASINA BAKMAM’

Bir de işin etik boyutu var. Herkesi temsil ederler mi yoksa almayacakları davalar var mı? Volkan’ın yanıtı çarpıcı: “Kesinlikle var. Para için adam öldüren bir insanın davasına bakmam. Bana ne verirse versin. Alacağım davada kalben rahat olmalıyım. Meşru müdafaa davasını alırım. Ancak adam taammüden gitmiştir, soğukkanlılıkla adam öldürmüştür, kesinlikle almam.” Sezer ise sınırı “dürüstlük”te çekiyor: “Yalan söylenecekse ben orada yokum. Suç işlendiyse bunun üstüne örtmeye çalışacak bir şeyin içerisinde olmam söz konusu olamaz.” Prof. Şen ise Türkiye’nin bazı realitelerinin bir avukatın bazı davaları almasını engelleyebileceğini belirtiyor: “Dosyasını aldığınız bir tarafın tam tersi bir taraf size dava getirdiğinde Türkiye şartlarında bunu almanızı istemeyebilirler. Alırsanız sırlarını paylaşacağınızdan çekinebilirler. Bu durumlarda dava almakta zorlanabilirsiniz.”

“CİNAYETTEN İBARET DEĞİL”

Ünlü ceza avukatlarının özellikle üzerinde durduğu konulardan biri de ceza hukukunun sadece çetecilik, organize suç, adam öldürme gibi suçlardan ibaret olmadığı. Ceza avukatlığı, bilişim suçlarından çevre suçlarına, sermaye piyasası suçlarından sosyal medya aracılığıyla işlenen suçlara kadar çok geniş bir yelpazeyi bünyesinde barındırıyor. Kendi ofislerindeki dosyaların çoğunu da ticaret hukukundan kaynaklanan suçlar ve ekonomik suçlar oluşturuyor.

“MÜEBBET ALAN BİLE ‘SEN ELİNDEN GELENİ YAPTIN’ DİYEBİLMELİ”

Ve usta ceza avukatlarının genç meslektaşlarına tavsiyeleri…  Tahmin edilebileceği gibi hepsi de mesleği sevmenin ve çok çalışmanın başarı için olmazsa olmaz olduğunu söylüyor. Sezer’in en önemli tavsiyesi, umudu asla yitirmemek: “En umutsuz görünen anda bile umutlu olmalılar çünkü umudunuz yoksa müvekkilinize fayda sağlayabilmeniz mümkün değil. Direnç çok önemlidir. Direnebilmek için de haklı olmanız ve güçlü bir karakter sergilemeniz gerekir.” İkinci altın öğüdü ise mesleklerine sadakat ve samimiyetle yaklaşmaları: “Buna hem müvekkilinizi hem de mahkemeyi inandırabilmelisiniz. Müvekkilim müebbet hapse mahkûm edildikten sonra cezaevinde hemen ziyaret ettiğimde, ‘Sen elinden geleni yaptım, sana teşekkür ediyorum’ diyebiliyorsa, ben çok üzülmeme rağmen, bu haksız karar karşısında pes etmeyecek olmama rağmen, müvekkilimin nezdinde bu algıya sahipsem bu beni rahatlatıyor.” Avukatın takınacağı tavır da çok önemli: “Hep ısrarla ama belli bir çizgide ve olgunlukla, karşılıklı saygı çerçevesinde davranmak gerekiyor. Ortaya olguları, dosyadaki somut konuları koyarak hareket ettiğim için mahkemeden çok farklı itibar gördüğüm durumlar oldu. Bir sözümle karar çıkarıldığını, talebimin kabul edildiğini gördüm.”

“MÜVEKKİLLERİN GLADYATÖRU OLMAYIN”

Volkan’ın bu yola baş koyacak gençlere en önemli tavsiyesi, kendilerini müvekkilleriyle özdeşleştirmemeleri: “Bizler müvekkillerin gladyatörleri değiliz, hukukçuyuz. Sadece hukuki yardımda bulunuruz. Müvekkiller birbirleriyle harp edebilirler, biz bunların dışındayız.” Meslekte başarılı olmak için taktikler de veriyor Volkan: “Ceza avukatlığında karşı tarafı etkileyebilmek, önemli vurgular yapabilmek, güzel örnekler verebilmek çok önemlidir, bu bir ikna işidir esasında.” Olmazsa olmazları ise dürüstlük, işini takip etmek, yılmamak ve kendini sürekli güncel tutmak. Başarının kendince en önemli sırrını ise sona saklıyor: “En önemlisi de avukat mesleki heyecanını kaybetmemeli. Bunca yıl sonra karar duruşmaları bende hâlâ çok heyecan yaratır. Bu heyecanı yaşamazsam ben zaten işimi iyi yapmış olamam.”

“ASLA GARANTİ VERMEYİN”

Prof. Şen’in başarı reçetesinin ilk sırasında hitabet kabiliyeti yer alıyor: “Müthiş bir hitabetiniz olmalı. Bunu geliştireceksiniz. Yargıtayın önünde savunmaya çıkıyorlar, kâğıttan okuyorlar. Böyle bir dünya yok, bu şekilde başarılı olunamaz.” İkinci tavsiyesi ise müvekkille ilişkilerde garanti vermekten kaçınmak ve mesafeyi korumak: “ Asla bir işi halledebileceğinize dair garanti vermeyin ve çözülemeyecek işlerin taşıdığı sorunları önceden anlatın. Bu bir anlamda aydınlatma yükümlülüğüdür, cerrahın tıbbi müdahaleden önce bilgilendirmesi, bilinçlendirmesi gibi. Senli benli ahbap çavuş ilişkilerinden de avukat uzak durmalıdır. Diyaloglarınızı belirli bir saygı ve mesafe çerçevesinde kurmazsanız bu size karşı kullanılabilir, sıkıntılara yol açabilir.”

Peki bu alanda önemli bir konuma gelmek için kamuoyunca tanınmak gerekiyor mu? Prof. Şen: “Ceza işi özel hukuktaki gibi, medeni hukuktaki gibi değildir. Hem az sayıdadır hem de niteliği itibariyle, getirisi itibariyle güçlük arz eder. Bu açıdan belirli kişiler üzerindedir. Bu yüzden ceza dosyaları belki de bir reklam ihtiyacı duyandır.” Ancak önemli bir de hatırlatmada bulunuyor: “ O reklamın, cilanın arkasının dolu olması lazım. Bu cilanın arkasını hukukçuluğunuzla dolduramazsanız, cila hızla dökülür.”

 
http://www.haberturk.com/gundem/haber/1035910-danisman-avukatlar-konustu