Kadın-erkek eşitliği, devrimle kurulan yeni Türkiye Cumhuriyeti'nde, Türk Hukuk Devriminin en önemli sac ayağı olup, kadınların toplumun her alanında insanlığın diğer yarısı olan erkeklerle eşit düzeye getirilmesi amaçlanarak buna göre yasalar yapılmış, eğitim sisteminden yargı sistemine kadar buna göre kurumlar ihdas edilmiştir. Kadın-erkek eşitliği açısından tam bir devrim olan Türk Medeni Kanunisi bunlardan en önemlisidir. Şuanki Anayasa'da eşitlik ilkesini düzenleyen 10. maddede ve aileyi düzenleyen 41. maddede hayat bulan bu durum, Türk Medeni Kanunu'nda asıl manasına kavuşmuş, Türk Ceza Kanunu gibi bazı diğer kanunlarla da bunun sağlaması yapılmıştır.

 Anayasa Mahkemesi'nin 27.05.2015 tarihinde, Türk Ceza Kanunu'nda yer alan ve resmi nikah olmaksızın dini nikah kıyanlara cezai yaptırım getiren maddeyi kaldırması, Türk kadınının medeni dünyadaki yerini alması için ülkemize has koşullar düşünülerek oluşturulmuş hukuki güvencelerden birinin elinden alınması anlamına gelen tarihi bir hatadır. Zira ne yazık ki Türkiye halen modern toplumlardakinin aksine erkek egemen, feodal kültürün defedilemediği, patriarkal ve cinsiyetçi bir toplum olmakla, TCK Madde 230'daki gibi düzenlemelere ihtiyaç duymaktadır.

 Toplumumuzda hem resmi hem de dini nikah ile evlenen çiftlerin oranı, Türkiye İstatistik Kurumu’nun 2011 verilerine göre oranı % 93,7 iken sadece resmi nikahla evlenenlerin oranı % 3,3 ve sadece dini nikahla evlenenlerin oranı % 3’tür. Bölgelere göre nikah türleri incelendiğinde, resmi evliliği olmayıp sadece dini nikah yaptıranların oranının en yüksek olduğu bölgenin Güneydoğu Anadolu bölgesi olduğu (% 8,3), en düşük orana sahip bölgenin ise Batı Marmara bölgesi olduğu (% 0,9) görülmektedir (Türkiye İstatistik Kurumu Bülteni, Sayı:13662, 13 mayıs 2013). Yine 2005 yılında yapılmış aile araştırmasında da sadece dini nikahı olanların oranının 1968’de % 15 iken 1978’de % 12, 1988’de % 8, 1998’de %7 ve 2003’te de % 5,8 olduğu görülmektedir. Bu verilere göre 1968’den 2003’e kadar sadece imam nikahlı birlikteliklerde % 61 azalma meydana gelmiştir.

 Yine aynı araştırmanın bulgularından, Türkiye genelinde “imam nikahı”nın bölgesel ve sosyo-kültürel faktörlere göre değişiklik arzettiği, bu bağlamda coğrafi olarak Batı’dan Doğu’ya arttığı, eğitim seviyesi yükseldikçe azaldığı, gibi veriler elde edilmiştir. Bu tablodan çıkan sonuç, toplumsal düzenin temel esaslarından biri olarak kabul edilen kadın-erkek eşitliğine dayalı evlilik kurumunun, yani Medeni Kanun’a göre yapılan evlenme akdinin Devletçe bazı yaptırımlarla desteklenmesine ihtiyacın, kalkınmışlık düzeyi arttıkça ters orantılı olarak azaldığı, ancak toplumun bazı kesimleri ve bazı bölgeler itibariyle halen bazı yaptırımlara ihtiyaç bulunduğu ve iptali istenen kuralın bu yönde önemli bir kamu yararına hizmet ettiğidir.[1]

 Nitekim, İsveç'te yaşamıyoruz! Her gün (en az ) bir kadın cinayetinin olduğu, erkek egemen kültürün ceza indirimlerinden haksız tahrik hükümlerine kadar hemen her yerde karşımıza çıktığı, kadınların toplumun en aydın (!) kesimlerinde dahi yüzde yüz eşitliğinin içselleştirilememiş olduğu, devlet başının dahi bu eşitliği yadsıdığı Türkiye'de, bu tip yargı kararları Türkiye'yi geriye götürmekten başka bir işe yaramaz. Anayasa Mahkemesi'nin TCK'daki hükmü iptal yönünde oy kullanan 7 üyesinin sözde insan haklarına ve eşitlik ilkesine dayanan gerekçeleri, gerçekler karşısında komik durumdadır. Maddenin kinci fıkrasındaki “Ancak, medeni nikah yapıldığında kamu davası ve hükmedilen ceza bütün sonuçlarıyla ortadan kalkar” hükmü gereği, iptal edilen normun bir cezadan ziyade tazyik niteliği ortadadır; dolayısıyla hiçbir insan hakkı ihlali söz konusu değildir. Bahsi geçen kuralla sıkıntısı olan kişilerin, evlilik kurumunun kanuni yükümlülüklerinden kurtulmak ve partnerini, hukuken evli olmaksızın aile olarak birlikte yaşamaya ikna etmek için dinin manevi gücünden yararlanmak isteyenler olduğu anlaşılmaktadır. Bunların da özgürlükler kapsamında himaye edilecek meşru bir hukuki yararlarının olmadığı açıktır. Karar gerekçesinde; dini nikah kıyarak partnerinde ve toplumda meşruiyet kanısı yaratan kişilerce kadının resmi nikahın korumalarından mahrum bırakıldığı durumun, nikahsız beraber yaşayan çiftlerle karşılaştırılması, sosyolojik yapıyı ve TCK'daki koruyucu hükmün neden getirildiğini bilmemekten değil, gittikçe şer'ileşen siyasal ve sosyal düzenin etkisine ayak uydurmaktan ileri gelmektedir.

 Kadınların bir "tapulu mal, namus" olarak görüldüğü toplumsal yapıda TCK'daki hükmü kaldırmak demek, çok eşlilik, kuma konumuna girecek nice kadın ve çocuğun hukuki himayeden yoksun kalarak hiçbir hak talep edememesi, kadının erkeğe tabiyeti, çocuk gelinler ve daha nice ilkellik demektir. İşte asıl o zaman, erkeğe tabi bir canlı olarak görülen, "boş ol" dendiği zaman ortada kalan bir nevi köleleşen kadının insan hakkı ihlal edilmiş olmaktadır! Halihazırda da geri kalmış yerlerde yaşanan ilkel durumu, hukuki korumaları işleterek ortadan kaldırmak yerine, bu  korumaları kaldırmak Anayasa Mahkemesi'nin tarihinde bir kara olmuştur. AYM, daha önce oybirliğiyle vermiş olduğu Esas.1999/27, Karar:1999/42 sayılı kararında bu konuyu aksi yönde karara bağlamışken, başkalaşan haliyle zıt yönde karar vererek tarihe geçmiştir...

 Burada AYM'nin bir diğer gerekçesinin "din özgürlüğü" olması asıl vahim kısımdır. Anayasa'nın 174. maddesine göre“Anayasanın hiçbir hükmü, Türk toplumunu çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyetinin laiklik niteliğini koruma amacını güden, aşağıda gösterilen inkılap kanunlarının, Anayasanın halkoyu ile kabul edildiği tarihte yürürlükte bulunan hükümlerinin, Anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaz ve yorumlanamaz."  Kaldı ki laiklik tam da AYM'nin gerekçesinde yazılanın aksine, bir dünyevi kuralın herhangi bir dini referansla belirlenmemesi demektir!

 Laiklik ilkesi, hapsedilmeye çalışıldığı gibi yalnızca "din ve devlet işlerinin ayrılması" değil, "din ve dünya işlerinin ayrılmasıdır." Bunun en önemli göstergesi, hiçbir dünyevi kuralın din kurallarına göre belirlenememesidir. HSYK'nın , hakim ve savcıların kıyafetleriyle ilgili almış olduğu yeni karar da laiklik ilkesine ve hakim tarafsızlığına aykırıdır. AİHM'in de defaatle belirttiği gibi mahkemelerin tarafsızlığı sadece uygulamada tarafsızlığı değil, "görünüşte tarafsızlığı"nı da kapsar. Bir sanığın hakim karşısına geldiğinde onu sadece "yargıç" kimliğiyle görmesi gerekir. Yargıçların dinsel, siyasal tercihlerini gösteren simgeleri takmaları/giymeleri tarafsızlıklarına gölge düşürdüğü gibi, böylesi bir genişliğin sağlanması durumunda bunun sınırı da belirsizdir. Öyle ya, laik devlet tüm dinlere eşit mesafededir. Uygulanması istenen referansın kabul edilebilirliği, üç ilahi dinden biri olmasıyla özdeşleştirilemez. Dünyada belki sadece on işinin belki de bir kişinin benimsediği din yine bir dindir ve o dinin uçuk örnekler verebileceğimiz referansları olsa o referansları uygulamak durumunda mı kalınacaktır? Cevabının hayır olduğunu biliyoruz. Çoğunluğun dini olması da bu konuda bir şey değiştirmemeli, (hatta çoğunluğun dini olması baskı tehlikesini doğurur) hiçbir dünyevi kural dini referansla belirlenmemelidir. Fakat ne yazık ki yazının başından beri eleştirdiğimiz tam da budur.

 Siyasal İslam'ın artık her kurumda hissettirdiği nefesi, yargı kurumlarını da etkilemekte, daha önce alınan AYM, Danıştay ve hatta AİHM kararlarının aksine böylesi kararlar alınabilmekte, uygulanabilmektedir. Bunlar laiklik ilkesinin açıkça ihlalidir. Laiklik, bir toplumda yerleşmesi zor, kaybedilmesi kolay en önemli modernleşme enstürmanıdır. Afganistan ve İran örnekleri önümüzdedir. "Özgürlük" adı altında sunulan, kurbağaların sıcak suda yavaş yavaş ısıtılması hikayesidir. Aşındırılan yada yok edilen bu kural ve normlar, "Türk kadınının özgürlüğünü yasaklamayı yasaklamaktadır". Bunlarda verilen her taviz, geriye gidiş yolunun taşlarını döşemekte, kanıksatılan her ihlal bizi karanlığa sürüklemektedir; farkındayız! Ülkemizdeki tüm kurum, kuruluşları ve bireyleri, laiklik ilkesine sahip çıkmaya davet ediyoruz...                         

                                                                                                                      02.06.2015

           

AVUKATLAR SENDİKASI

 



[1] Anayasa Mahkemesi kararına karşı oy yazan Osman Alifeyyaz Aksüt'ün karşı oy yazısından