İstanbul Adliye Sarayında Berkin Elvan'ın soruşturmasını yürüten savcının rehine alınması ve sonrasında yapılan operasyon sonucunda biri savcı, ikisi eylemci olmak üzere üç kişinin ölümü ile sonuçlandı. Olayın oluşunda devletin sorumluluğu açıkken, fatura yine avukatlara kesildi. 

Gerek CB gerekse BB'nın bu olay hakkında Adliyeden sorumlu birimlerin açıklamalarını beklemeden tamamen soyut bir yaklaşım içine girerek sorumlu olarak avukat ve avukatlık mesleğini sorumlu tutmuş olması üzerine kurulmuş bir karalama kampanyası ile karşı karşıyayız. Bu karalama kampanyasının baş sırasında havuz medyası dışındaki basın ve muhalifliğini korumuş bulunan avukatlar konulmuştur. CB Erdoğan'ın avukatlara karşı olumsuz tavrı, Öcalan'ın avukatlarının tutuklannasından önce polise hedef göstermesi, ÇHD'li avukatları için "dokuz kapılı" odalardan bahsetmesi, TBB Başkanı Metin Feyzioğlu'nun yargı açılış konuşması nedeniyle polemik yaşaması, son olarak Adli Yıl Açılışı için Feyzioğlu'na davetiye gönderildi diye hükümet olarak Adli Yıl açılışını boykot etmesi olaylarıyla biliniyor. CB, BB ve bakanların Avukat karşıtlığı avukat düşmanlığı derecesindedir. Bunun en önemli nedeni AKP'nin futbol kulüplerinden ticaret odalarına kadar her yere hakim olmasına rağmen, Türkiye'nin en büyük ve önemli barolarıyla TBB'ne hakim olmamasından ileri gelmektedir. Anayasa Mahkemesi, HSYK(CB'nin kendi kontenjanından HSYK'ya atadığı Avukatların tamamı AKP'li olarak bilinenlerdendi, aynı şekilde Avukatlıktan hakimliğe geçenler de),  İnsan Hakları Kurumları, Arabuluculuk Üst kurumlarında temsili çok zorlanmış ya da büyük baroları dışlayarak kendi yandaş avukatların seçilmesi yönünde düzenlemeler yapılmıştır. Avukata karşı politik bir karşı koyuş vardır. AKP hükümetinin avukatlara yönelik bu politik tavrı anlaşılmadıkça her olayın avukatın aleyhine kullanılacağın bilinmelidir. 

CB ve BB'nin çok önemli olaylarda "anlık" olarak bilgilendirilip(?) açıklamaların onlar tarafından yapılıyor oluşu, bu olayların oluşu, oluş şekli üzerinde etkili olabilen merkezi istihbari/güvenlik birimlerinin var olduğunu gösteriyor. Bingöl'de iki Üst düzey emniyetçinin öldürülmesinden sonra ilgisi olmayan kişilerin infazının anında CB ve BB tarafından "cezalandırıldılar" şeklinde açıklama yapılmasına benzer bir durum savcının olayında da yaşanmıştır. Belli ki, aynı merkezi istihbari/güvenlik birimi yine devreye girmiş, oluşturulan senaryoyu yine onlara söyletilmiştir. Henüz güvenlik kameraları incelenmeden, bu konuda açıklama yapması gereken İstanbul C.Başsavcılığı açıklama yapmadan olayın alakasız bir şekilde CB ve BB'ye aktarılmasında manipülasyonun ve yönlendirmenin boyutu gözler önündedir. Diğer bilgi kaynaklarına kulaklarını kapatıp, bu merkezi yapıya kulaklar açık olursa başkaca olaylarda da aynı tutumun sergileneceği açıktır. Gezi'de olan da bundan farksızdır. 17-25 Aralık soruşturmasından sonra yaşadığı kişisel korku CB'yi gerçek dünyadan giderek kopardı. 

Bingöl olayı, HSYK seçimlerinden bir hafta öncesinde olmuştu. O dönemde HSYK seçimlerinin Yargıda Birlik Platformunun kazanması yönünde talimat verilmişti. Bu olay üzerinden yargı mensupları üzerinde baskı oluşturuldu. Nitekim HSYK sonuçları hükümetin istediği şekilde oldu. HSYK seçimleri sonuçları üzerinde mutlak etkisi olan İstanbul adliyesinde seçim sonrasındaki pazartesi gününde elektriklerin kesilmiş olması dikkat çekicidir. 

Savcının rehine alındığı gün elektriklerin kesik oluşu, yine seçim arifesinde oluşu da dikkate alındığında "seçimleri etkileme" amaçlanmış olabilir. Özellikle "yargı denetiminde" yapılan seçimlerin baskı altına alınmış bir yargı eliyle yapmaya zorlamak amaçlanmış olabilir. Can güvenliği endişesiyle burun buruna kalan yargı mensupları, sandık başlarını bundan sonra güvenlik güçlerine daha çok açabilecek, avukatları ise uzaklaştırabilecekler. CB ve BB'nın "olayın" bu kadar açıklığına rağmen avukatları suçlamaya devam etmiş olmalarına başka bir anlam yüklenebilir mi? 

Başsavcıların, Emniyet Müdürlerinin sözünün, Güvenlik Kamera kayıtlarının bir anlamı yoktur. Her şey CB'nin söylediğine göre şekilleniyor. Mağdur edilen sadece avukatlar mı? Savcılar, hakimler, adliye personeli ve basın yayın organlarıdır. Avukatlar bu haksızlığa karşı çıkıyor diye dikkat çekiyorlar. Sindirilen bir toplum vardır. Keyfilik diz boyudur. Birinci seçilen rektör adayı değil de ikinci, üçüncü, beşinci seçilenler rektör olarak atanıyor. Herkese "muhtar" veya "köy korucusu" muamelesi yapılıyor. Anayasa ve yasaları takmadıklarını açıkça söyleyenlerden hukuk dilenir mi? Erdoğan'da da Davutoğlu'nda da "Avukatları işitebilecek kulakları, görebilecek gözleri, hissedebilecekleri kalpleri yoktur" Anayasayı, Yasaları onlara hatırlatmanın gereği kalmış mı? 

Avukatlar Ne olursa olsun kendilerini topluma anlatmalıdırlar. Onların muhatabı toplumdur. Avukatlık Kanununun 1.maddesindeki "Avukatlık, kamu hizmeti ve serbest bir meslektir. Avukat, yargının kurucu unsurlarından olan bağımsız savunmayı serbestçe temsil eder." Hükmü yürürlüktedir. Savunmayı temsil etmek, devleti temsil eden savcı ve hakimden daha önemli ve kamusal bir görev değil midir? Bu yasa ile korunan savunulmak durumunda bulunan birey ve toplum değil mi? 

Savcının rehine alınması olayına karışan iki eylemcinin adliyeye nasıl girdikleri ortaya çıkmıştır. Bilindiği gibi Avukatların giriş yaptığı kapıda "cipli Baro kimlik kartlarını okuyan" bilgisayar sistemi bulunmaktadır. Eğer güvenlik içeriye sahte kimlikle giren kişinin elindeki kartı turnikeli bilgisayarlı sistemden geçirseydi turnike çalışmaz, kimliğinin sahteliği ortaya çıkacaktı. O saatte elektrikler kesilmişti denilse de kimlik üzerinde yapılacak basit bir inceleme ile sahtelik ortaya çıkabilirdi. Demek ki, burada birinci dereceden sorumluluk özel güvenlik görevlisi ve onu çalıştıran AKP'ye yakın şirkete aittir. Kaldı ki, elektrik kesilmesinde de hizmet kusurunun idareye ait olduğu da açık olmasuna rağmen Nedense bunlar görülmek istenmiyor. 

Avukatlar tartaklanıyor, kalkanlarla sürüklene sürüklene adliyenin dışına atılıyor. Aynı işlem baro başkanı Ümit Kocasakal'a da yapılıyor. Kanunsuz talimatlar verilip, avukatlar polislerle başbaşa bırakılıyor. Oysa Avukatlık Kanunun 58.maddesindeki "Ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren bir suçtan dolayı suçüstü hali dışında avukatın üzeri aranamaz." Hükmü açık ve yürürlüktedir. Avukatın görevi bunu hatırlatmak, polise verilen emrin suç oluşturduğunu söylemektir. Konuyu popülist bir konuma getirip, olumsuzlukların genelleştirilip "hakim ve savcılar da x-ray cihazından" geçsinler" konumuna getirmenin bir faydası yoktur. Avukatlar için "bal gibi" yasal düzenlemeler vardır. Bu düzenlemeler avukatlığın güvenceleridir. 

TCK'nun 6/1-d maddesinde yazılı göre "Yargı görevi yapan deyiminden; yüksek mahkemeler ve adlî, idarî ve askerî mahkemeler üye ve hâkimleri ile Cumhuriyet savcısı ve avukatlar" hükmü de geçerliliğini koruyor. 

Feyzi Çelik