Ölümünün ardından adı Şırnak Havalimanı'na verilen Kürt siyasetçi Şerafettin Elçi 3 sene evvel 25 Aralık günü hayata veda etmişti. Memleketi Cizre'de toprağa verilen Elçi'ye oğlu Heja Elçi'nin yazdığı mektup T24'te yayınlandı:





Cizre'desin!

Aramızda değilsin fakat hep bizimlesin bilmeni isterim. Kendini bildiğin günden başlayarak bütün hayatın boyunca doğru yerde durabilmek için çok dikkatli bir duruş sergiledin. Eğilmedin, bükülmedin fakat kırılacak kadar da katı olmadın hiçbir vakit. Yürüttüğün her mesaide belli bir yumuşaklık, nezaket ve istikrar vardı. Bunun hayattaki karşılığı ise toplumda güvenilir bir sahıslık olarak tanınman ve bilinmen idi. Seninle mesai içinde olabilmiş her adam bilirdi farklı düşüncelere aleni bir yapıya sahip ve konuşulabilir bir şahsiyet olduğunu.

Düşünce hürriyeti için hayatın boyunca mücadele etmiştin. Mazlumun yanında olma tercihin, bütün hayatın boyunca terk etmediğin en esas özelliğindi. Haksızlığın olduğu her noktada derhal dikilirdin hiç tereddüt etmeden. Seni sen yapan o hakiki duruşundu. İnsanların ruhuyla temas kurardın. O iş öyle herkese nasip olabilecek bir şey değildir.

Sahip çıktığın evrensel değerler; özgürlük, demokrasi, adam hakları ve hukukun üstünlüğü gibi kavramlar, sen ve senin gibilerin tutarlı duruşları sayesinde ete kemiğe bürünüp ümit verdi umutsuzlara. Umutların tükendiği, umutsuzluğun yargıç olduğu güç zamanlarda bile umudun asla yitirilmemesi gerektiğini tüm inancınla, o sarsılmaz duruşunla defalarca gösterdin ve anlattın bizlere.

Gerekli zamanlarda bulunman gereken yerdeydin hep hiç tereddütsüz. Ölüm, korku ve her türlü haksızlık kol gezerken yurdunda, dik duruşunla misal oldun toplumuna. Ezber bozmayı severdin. Bunu da üslubundan gelen bir yumuşaklık içinde yapardın.

Seni Yüce Divan'da bile yargıladılar ezberlerini bozmak istemeyenler. O ezberlerini bozmak istemeyenler babanı ve dedeni de İstiklal Mahkemelerinde yargılamışlardı. Sıra sana gelmişti artık. 80'de 22 aylık bakanlığının bedelini ödetmek istemişlerdi 30 ay hapiste tutarak. Bütün duruşmalarını izleyen biri olarak o haklılıktan gelen dik duruşuna gözlerimle ve kulaklarımla şahidim ben.

1971'de genç bir avukat iken bu sefer de Diyarbakır Askeri Cezaevi'nde 8 ayını senden çalmışlardı. Oradaki duruşunun da şahidiyim. Her tarafın buz içinde olduğu o Diyarbakır gününü bugün gibi hatırlıyorum. O hapishanenin içini de ve babamın oradaki duruşunu da doğal. Sekiz yaşımdaydım.

On yıl sonra, 18 yaşımda, babamı gene hapishanede görecektim. Bu sefer Başkent Ankara Ulucanlar Cezaevi'nde. Gerçekleri gözümüzün içine sokma becerin vardı. "Türkiye'de Kürtler mevcut, ben de Kürdüm" söylemiştin. (O senelerde biz Kürtlere, resmi ideolojinin gereği olarak, "yoksunuz" diyorlardı). O sosyolojik gerçeği senin kadar aleni, çarpıcı ve anlaşılır bir şekilde kimse dile getirme gücünü kendinde görememişti o güne kadar. O makamda bulunup böyle bir gerçeği dile getirmek sana nasip olmuştu. Bilim namusu olanlar avazlarının çıktığı kadar bağırıyorlardı doğal ki. Ama onların sesini toplumun belli bir kesimi duyabiliyordu ancak.

Ret ve inkâr politikalarının revaçta olduğu zamanlardı. (Devlet, pervasız ve gaddar bir asimilasyon politikası güdüyordu. Oluşturdukları potada bizleri de eritmekten bahsediyorlardı). İşte o sürmekte olan politikaları yere çalmıştın ve memleket çalkalanmıştı günlerce ve haftalarca. Sonradan bedelini ödettiler sana fakat. Önce Sıkıyönetim Mahkemesi, ardından Yüce Divan.

Reva görülen cezanı çektikten sonra dışarı çıkıp özgürlüğüne kavuştuğunda artık 10 yıllık bir siyasi yasaklıydın. Ayrıca mesleğini icra edebilmen için lüzumlu olan avukatlık ruhsatını da iptal etmişlerdi. Hatta vasıta kullanma ehliyetini bile elinden almışlardı. Her dönemin Kürtlere hususi hediyeleri olurdu. 1980 askeri darbesinin sana düşen kısmı bu şekildeydi.

Hemen derhal tüm hayatın, cemiyet için verdiğin mücadelenin içinde geçti. Ne mesut sana. Arkanda dev gibi bir miras bıraktın. Onurlu bir yaşamın onurlu mücadelesiyle geçti ömrün. Kendi adıma açıkça söyleyebilirim ki dikkatli bir takipçin olacağım ve seni daima hatırlayacağım. O kıvrımsız fakat aynı zamanda tertemiz yolundan ben de büyük bir inanç ve gururla yürüyeceğim. Her yeri ve zamanı geldiğinde mensubu olduğun halkın ne kadar cefakâr ve vefakâr olduğunu söylerdin sen. Bir de ne kadar mazlum olduğunu. Kendini koruma, mevcut olma meselesiydi halkının mücadelesi. Bu gerçeğe sahip çıkardın her vakit.

Zalimlere hiç boyun eğmemiştin. O misal almamız gereken duruşunu da biz geride kalanlara miras olarak bıraktın. Sana bunun için gerçekten de minnet borçluyuz. Allah'ın rahmeti üzerinde olsun sevgili babamız…

Kabrinin başında bulunmayı ve seni layık olduğun şekilde anmayı istiyorduk. Ama kendi şehrinde (kimimiz bedenen, kimimiz ruhen) tutsak olmak da varmış kaderde. Şu an orada, kadim Cizre'de, yaşayanlar dışına çıkamıyor şehrin. Biz de içine giremiyoruz. Cizre halkı orada tutsak, bizler de burada.

"Fırtına çocukları geliyor!" söylemiştin. O tespitinde de yanılmamışsın. İşte o da oldu! Zamanında rüzgâr ekenlerin, fırtına biçmeye gittikleri günler bugünler. Mezarındaki kitabeye "Merhamet vicdanı, vicdan adaleti, hak ise barışı getirir" cümleni yazdırdık.

Öylece duruyor ayak ucunda o "değişmez hakikat" cümlesi.

(İlk defa Mardin Milletvekili olarak parlamentoya giren eski Bayındırlık ve İskân Bakanı, Kürt hukukçu Şerafettin Elçi, Türkiye siyasetinde derin bir iz bıraktı. 3 sene evvel bugün, 25 Aralık 2012'de, 74 yaşındayken hayatını kaybeden Elçi, doğduğu Cizre'de toprağa verildi.)

Kaynak: radikal