Çok şey söyleniyor ve geçiliyor ama neyin doğru, neyin yanlış olduğunun anlaşılması ülkenin geleceği açısından son derece önemli. Bakın referandumda oylar “12 Eylül’ün, darbelerin muhtıraların hesabı sorulacak” diye alındı, hesap yerine 12 Eylül’ün mimarı Kenan Evren’in maaşına 1000 TL’ye yakın zam bir defada yapıldı, darbe yapmayan, demokrasiye saygılı hangi vatandaşa böyle bir hak tanınıyor? 27 Nisan muhtırası ise yabancı basın tarafından “ordu darbe yapacağını ima etmişti” şeklinde değerlendirilirken hala kimse hesabı ağzına almıyor. Yüksek Seçim Kurulu‘nun yerel seçimlerde yaptığı gibi “referandum oylarını sandık bazında açıklamamakta” israr etmesi de nedense ağza alınmıyor, YSK’nın keyfine mi kalmıştır şeffaflığı önleme kararı?

Bütün bunlar Başbakan Erdoğan’ın “MHP lideri çıkıyor ‘Taksim’deki canlı bomba neyse açılım da aynısıdır’ diyor. İşte kalkıp o illere gitmezseniz, oraları görmezseniz, GAP’ın bölge için ne mana ifade ettiğini hissetmezseniz böyle olur(...) Halk oylaması öncesi terörle aynı hizada duranların maalesef referandum sonrasında da hizayı bozmadığını görüyoruz. Dünyada muhalefet böyle hareket etmez, eğer ülkenin çıkarı varsa gelir desteğini verir” sözlerinden aklıma geldi. Başbakan diğer liderlerin sözlerine çok kızıyor oysa kendi sözlerinde onları haklı olarak kızdıracak öyle ağır suçlamalar ve hakaretler var ki... MHP lideri bu tek cümlede ne kastettiğini açıkça ifade edememiş olabilir, bununla birlikte Taksim’deki canlı bomba olayı ile açılımın yakın ilişkisi olduğu doğrudur.

Açılım diye başlanan süreçte açılımın ne olduğunun anlatılmadığı; bir iki partinin değil tüm partilerin genel başkanları ve tüm sivil toplum kuruluşları tarafından dile getirilmişti. Türkiye o süreçte “ne yapılmak istendiğini” anlayamadı ama gelinen noktada “asıl açılımın seçim sonrasına bırakılan yeni anayasada olacağı, PKK ile BDP’nin artık açıkça ifade ettikleri tüm taleplerin karşılanacağı” görülüyor. Öyle olmasaydı iktidar partisi çıkıp topluma hiç değilse “yeni anayasa; tarif edilen İspanya modelinin uygulanmasına, yani Türkiye topraklarında bir özerk Kürdistan kurulmasına izin vermeyecek, teröriste ‘Öcalan’ı da kapsayacak genel af çıkmayacak, BDP’nin söylediği gibi terörist TBMM çatısı altına girmeyecek, Anayasa’nın değiştirilemez maddelerindeki ‘bölünmez bütünlük, vatandaşlık tanımı’ değişmeyecek” güvencelerini verebilirdi(ve tabii laiklik tanımını da değiştimeyeceklerini), bunu yapamıyor.

Yapmadığı gibi hala aynı haksızlığı sürdürerek PKK ile muhalefet partilerini “aynı çizgide” gösteren söylemi sürdürüyorlar, böylece dikkatleri bu iddianın tam aksine “PKK’nın aniden fikir değiştirerek eylemsizliği seçim sonrasına kadar uzatmasındaki nedenin ‘yeni anayasa için verilen sözler’ olduğundan” uzaklaştırdıklarına mı inanıyorlar bilinmez ama ortada ciddi bir yanıltmaca bulunduğuna şüphe yok.

ÜLKE ÇIKARI VAR MIYDI?

Referandum öncesinde muhalefet partileri “AKP tarafından tek başına, diğer partilerin görüşü alınmadan hazırlanıp, üç gün zaman verilerek ‘haydi bizi destekleyin ve yaptığımız Anayasa değişikliğine Evet deyin’ şeklinde sunulan” değişikliklere tepki göstermişlerdi. Tepkilerinin nedeni “yargı bağımsızlığını ortadan kaldıracak ve referandumun asıl amacı olan iki maddenin” demokrasiye zarar verecek olmasıydı ki bugün iktidarın eline geçen HSYK ve yakın gelecekte Anayasa Mahkemesi’nin kararları bu tepkilerin haklılığını gösterecektir. BDP’nin “karşı çıkıyor” görünmesinin sebebi tümüyle başkaydı, onlar sadece “yüzde 10 barajının düşürülmemesini” öne sürerek boykot yapacaklarını söylemişlerdi ama sonunda el altından, il örgütleriyle “Evet” için çalıştıkları anlaşıldı, Güneydoğu’da çıkan sonuç da bunu doğruladı. Nedenler tümüyle farklı olmasına ve aslında terör eşliğinde, terör korkusuyla yürütülen açılımla terör örgütünün cüretini, taleplerini arttıran ve onlara “işte sonunda kazanıyoruz” dedirten muhalefet değil, iktidar partisi olmasına rağmen AKP referandum öncesinde “CHP, MHP ile BDP, PKK aynı safta” şeklindeki haksız söylemi tekrarlayıp durdu. Şimdi; dünyada muhalefet partilerinin “ülkenin çıkarı varsa destek verdiğini” söylemesi de ilgisiz bir benzetmedir, zira referandumla yapılan değişiklikte “ülke çıkarı olmadığına” inanan yüzde 42’lik büyük bir kesim vardı.

GAP’ın da bu konuşmada yeri yoktur aslında çünkü kimse “GAP’a yatırım yapılmasın, Güneydoğu kalkınmasın” demiyor, mesele “Türkiye bölünmesin” tartışmasıdır, adına yıllardır “demokratik hak veya Kürt sorunu” denen talepler artık oraya vardırılmıştır. Siyasette “doğruya, dürüstlüğe, gerçeğe bağlılık” ilkesi ortadan kalkınca halka her şey söylenebiliyor ve bugün muhalefet partilerinin Güneydoğu illerine girmekte yaşadıkları zorluk da buradan kaynaklanıyor; “gerçek dışı söylemlerle beyin yıkama”dan...

O partilerin yapması gereken şey referandum ve açılım konularını, PKK’nın nerede durduğunu tekrar gündeme getirerek gerçekleri millete anlatmak ve “yeni anayasanın da seçim öncesi açıklanmasını” sağlamaktır.