Anayasa Mahkemesi Başkanlığından:

İKİNCİ BÖLÜM
KARAR

HAMDİ AKIN İPEK BAŞVURUSU

Başvuru Numarası
Karar Tarihi

Başkan

Üyeler

: 2015/17763
: 24/5/2018

Raportör

Başvurucu

Vekili

: Engin YILDIRIM
: Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Celal Mümtaz AKINCI
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
: Özgür DUMAN
: Hamdi Akın İPEK
: Av. Muhammet Gökhan KILIÇ

  1. BAŞVURUNUN KONUSU
  1. Başvuru; terör örgütü yöneticiliği, terörizmin finansmanı, zimmet ve
    terör örgütü propagandası yapma suçlarından dolayı başlatılan ceza soruşturması
    sırasında verilen arama, el koyma ve kayyım atama kararları nedeniyle adil yargılanma
    ve mülkiyet hakları ile ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
  1. BAŞVURU SÜRECİ
  1. Başvuru 19/11/2015 tarihinde yapılmıştır.
  2. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön
    incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
  3. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm
    tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
  4. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas
    incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
  5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık)
    gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.
  6. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.
  1. OLAY VE OLGULAR

şöyledir:

  1. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle
  1. FETÖ/PDY Yapılanmasına ve Darbe Girişimine İlişkin Genel

Bilgiler

  1. Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda
    Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak
    isimlendirilen bir yapılanma bulunmaktadır (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No:
    2016/22169, 20/6/2017, §§ 21-25).
  2. Yetkili makamlarca ve soruşturma mercilerince 15 Temmuz darbe
    teşebbüsünün faili olduğu belirtilen FETÖ/PDY'ye ilişkin olarak özellikle son yıllarda
    yürütülen soruşturma ve kovuşturmalarda bu yapılanmanın özelliklerine ve
    faaliyetleriyle ilgili birçok tespit ve değerlendirmeye yer verilmiştir. Buna göre devletin
    anayasal kurumlarını ele geçirmek, sonrasında devleti, toplumu ve fertleri kendi
    ideolojisi doğrultusunda yeniden şekillendirmek ve oligarşik özellikler taşıyan bir zümre
    eliyle ekonomiyi, toplumsal ve siyasal gücü yönetmek amacıyla mevcut idari sisteme
    paralel şekilde örgütlenen, ulusal ve uluslararası düzeyde siyasi ve ekonomik ittifaklar
    kuran FETÖ/PDY devlet ve toplum üzerinde bir vesayet kurumu hâline gelmiştir (Aydın
    Yavuz ve diğerleri
    , § 26).
  3. Türk yargı organları, yakın dönemde verdikleri birçok kararda
    FETÖ/PDY'nin silahlı bir terör örgütü olduğunu kabul etmiştir. Bu kapsamda Yargıtay
    Ceza Genel Kurulu 26/9/2017 tarihinde (E.2017/16.MD-956, K.2017/370) ve -terör
    suçlarına ilişkin davaların temyiz mercii olan- Yargıtay 16. Ceza Dairesi 24/4/2017 ve
    14/7/2017 tarihlerinde verdiği kararlarda (Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158,
    26/7/2017, §§ 20, 21) FETÖ/PDY'nin silahlı bir terör örgütü olduğu sonucuna varmıştır.
  4. FETÖ/PDY'nin ulusal güvenlik üzerinde oluşturduğu tehdit; idari
    organların karar, açıklama ve uygulamalarına da konu olmuştur. Bu bağlamda devlet
    yetkilileri sürekli olarak anılan yapılanmanın ülke güvenliği için bir tehdit olduğuna dair
    açıklamalarda bulunmuşlardır. Bu değerlendirmeler Millî Güvenlik Kurulu (MGK)
    kararlarında da ifade edilmiştir. MGK; söz konusu yapılanmayı 2014 yılı başından
    itibaren sırasıyla halkımızın huzurunu ve ulusal güvenliğimizi tehdit eden yapılanma,
    devlet içindeki illegal yapılanma, kamu düzenini bozan iç ve dış legal görünüm altında
    illegal faaliyet yürüten paralel yapılanma, paralel devlet yapılanması, terör örgütleriyle
    iş birliği içinde hareket eden paralel devlet yapılanması
    ve bir terör örgütü olarak kabul
    etmiştir. Söz konusu MGK kararlarının her biti basın duyuruları aracılığıyla
    kamuoyuyla paylaşılmıştır. Yine FETÖ/PDY 2014 yılında, Millî Güvenlik Siyaset
    Belgesi'nde Legal Görünümlü İllegal Yapılar başlığı altında Paralel Devlet Yapılanması
    adıyla yer almış; Jandarma Genel Komutanlığı ise 8/1/2016 tarihinde FETÖ/PDY'yi
    mevcut terör örgütleri listesine dâhil etmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 33).
  5. Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya
    kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine
    karar verilmiş ve olağanüstü hâl bugüne kadar birçok kez uzatılmıştır. Kamu makamları
    ve soruşturma mercileri -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında
    Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden FETÖ/PDY yapılanmasının
    olduğunu değerlendirmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 12-25).
  6. Darbe girişiminin engellenmesinden sonra başta yargı mensupları ve
    polis görevlileri olmak üzere çok sayıda kamu görevlisiyle ilgili disiplin soruşturmaları
    yürütülmüş, birçok kamu görevlisi hakkında kamu görevinden çıkarma da dâhil olmak

üzere disiplin yaptırımları veya idari tedbirler uygulanmıştır. Ayrıca FETÖ/PDY ile
irtibatlı olduğu değerlendirilen bazı ticari kuruluşlara, fınans kuruluşlarına ve medya
organlarına yönelik idari birtakım tedbirlere de başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve
diğerleri
, §§ 34, 35).

  1. FETÖ/PDY’nin Mali Yapılanmasma İlişkin Genel Bilgiler
  1. FETÖ/PDY'nin mali yapılanması ve fınans kaynakları çok sayıda yargı
    kararı ile idari işlem ve raporlarda ortaya konulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26;
    Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 10/7/2017 tarihli ve E.2017/1517, K.2017/4830 sayılı,
    28/12/2017 tarihli ve E.2017/2999, K.2017/5811 sayılı kararlan; Mali Suçlan Araştırma
    Kurulu (MASAK) tarafından düzenlenen 5/8/2016 ve 5/10/2016 tarihli raporlar). Bu
    kararlar ile raporlara göre örgütün mali yapılanmasına ilişkin tespitler şöyle
    özetlenebilir:
  1. FETÖ/PDY; bünyesinde bulunan ışık (talebe) evleri, okullar, yurtlar
    ve dershaneler aracılığıyla ulaştığı gençleri amaçları doğrultusunda
    yetiştirmiş ve bu kişiler yapılanmanın insan kaynağını oluşturmuştur.
    Yapılanmaya mensup kişilerin gelirlerinin belli bir oranı himmet adı altında
    alınmış, yapılanmadan ayrılmak isteyen kişilere baskı ve çeşitli yaptırımlar
    uygulanmıştır. Çeşitli yargı kararlarında, örgüt üyelerinin gelirlerinin bir
    miktarını himmet olarak örgüte verdikleri belirtilmiştir. Bu bağlamda örgüt
    üyesi devlet memurları ve diğer kamu görevlilerinin ilk maaşlarının
    tamamını, sonraki maaşlarının da %10-15 gibi bir bölümünü himmet olarak
    örgüte verdikleri ifade edilmiştir. İkinci olarak örgüte bağlı şirketlerin de
    gelirlerinin bir bölümünü himmet adı altında örgüte transfer ettiği
    vurgulanmıştır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 25/1/2018 tarihli
    iddianamesinde himmet uygulaması ile ilgili şu bilgilere yer verilmiştir:

"Örgütün himmet yolu ile sağladığı gelirler genel olarak mütevelli
heyetleri vasıtası ile toplanmaktadır. Örgütün sohbet gruplarında yer alan
kişilerden; sohbet toplantılarına düzenli olarak katılıp verilen görevleri
yerine getiren, örgütün verdiği talimatları sorgulamaksızın itaat eden ve
maddi gücü yerinde olan kimseler seçilerek mütevelli heyeti üyesi
yapılmaktadır. Sohbet gruplarında zekât, burs, kurban ve himmet adı altında
paralar toplanırken; mütevelli heyeti üyesi kişiler ayrıca bir ışık evinin maddi
ihtiyaçlarından sorumlu tutulmaktadır. Mütevelliler topladıkları parayı
sohbet hocasının yanında getirdiği muhasebecilere vermektedir. Örgütün
mali kayıtlarını bu muhasebeciler tutmaktadır. İl imamının da bir
muhasebecisi bulunmakta ve il genelinde mali kayıt tutmaktadır. Mütevellide
yer alanlar arasından her üç mütevelli heyetinden bir mali heyet teşekkül
edecek şekilde isimler seçilmektedir. Mali heyetler yurtdışında bulunan
örgüte ait yurt ve okulların yapımı için ihtiyaç duyulan paranın, hangi
mütevelli heyetinden ne kadar toplanacağına karar vermektedir. Mali heyet
toplantıları dünyanın her yerinde Salı günleri sabah namazından sonra
gerçekleştirilmekte ve bu toplantılara mütevelli heyet sohbet hocaları da
katılmaktadır. İlçe imamlarının sorumluluğu altında bulunan mütevelli
heyetlerinin üstünde, il imamlarının sorumluluğundaki il mütevelli heyeti yer
almaktadır. İl genelinde ne kadar para toplanacağına ise ilin bağlı
bulunduğu bölgenin toplantısında karar verilmektedir. Burada alınan karar
mütevelli heyet toplantısı adı altında yılda bir kez düzenlenen gizli toplantıda
mensuplara aktarılmaktadır. Kişilerden alınan himmet vaadi nakit, çek, senet
karşılığı olarak tahsil edilmekte; çek ve senetlerin ödenememesi halinde icra
yoluna başvurulmaktadır. İl imamının koordinesinde yılda en az bir kez
mütevelli heyeti üyelerinin katılımı ile kamp düzenlenmektedir. Kamplar
esnasında dini duygular istismar edilerek himmet, zekat, kurban ve öğrenci
bursu adı altında toplanan paraların artırılması sağlanmakta, toplanan
paraların karşılığının Cennet ile mükafatlandırılmak olacağı
vurgulanmaktadır. Mütevelli heyeti mensuplan, iş adamlarının kurduğu sivil
toplum kuruluşlarına üye yapılmakta, kimin hangi STK’ya üye olacağı sohbet
abisi tarafından belirlenmektedir. Örgüt bu kuruluşların başkan ve üye
seçimlerinde söz sahibi olmayı böylelikle de hükümete baskı yapabilmeyi
hedeflemektedir."

  1. FETÖ/PDY, zamanla faaliyetlerini birçok alanda genişletmiş ve
    Türkiye'nin yanı sıra yüz elliyi aşkın ülkede yaygmlaştırmıştır. Nitekim söz
    konusu yapılanmanın yurt içinde ve yurt dışında eğitim, sağlık, medya,
    fınans, ticaret, sivil toplum gibi farklı alanlarda faaliyet gösteren çok sayıda
    kuruluşu bulunmaktadır. Özellikle ülkemizdeki bazı dershane ve okullar ile
    çok sayıda ülkede örgütle ilişkili eğitim kurumlarından toplanan paralarla
    burs adı altında toplanan paralar örgütün önemli bir gelir kaynağını
    oluşturmaktadır.
  2. FETÖ/PDY'nin sosyal, kültürel ve ekonomik alanda yürüttüğü yasal
    faaliyetleri; dershaneler, okullar, üniversiteler, demekler, vakıflar, sendikalar,
    meslek odaları, iktisadi kuruluşlar, finans kuruluşları, gazeteler, dergiler, TV
    kanalları, radyolar, internet siteleri, hastaneler gibi sivil alanlara ilişkindir.
    Bunun yanında bazen bu yasal kuruluşların içinde gizlenmiş olan, bazen de
    yasal yapıdan tamamen farklı şekilde konumlanan ve hareket eden, özellikle
    de kamusal alana yönelik faaliyetlerde bulunan illegal bir yapılanma söz
    konusudur. Bu kapsamda kamu kaynaklarının örgüte bağlı şirket, demek ve
    vakıflar yoluyla örgüt birimlerine aktarılması sağlanmıştır.
  3. Ayrıca kişilerin dinî duygularını istismar etmek suretiyle kurban
    bedeli, sadaka,zekât
    gibi adlar altında para veya ayni yardım toplandığı tespit
    edilmiştir. Kimi durumlarda tehdit ve cebir yoluna gidilerek gazete ve
    dergilere abonelik ücreti alınması, örgüte yakın demek ve vakıflara bağışlar
    toplanması da önemli fınansal kaynaklardan biri olarak gösterilmektedir.
  1. Başvurucuya İlişkin Süreç
  1. Başvumcu, Koza İpek Holding A.Ş.nin (Holding) kumcu
    ortaklarındandır. Koza İpek Gmbu temel olarak başvurucunun da içinde olduğu İpek
    ailesinin fertlerinin ortak olduğu veya yönetimi kontrolü altında bulundurduğu ve 2015
    yıl sonu itibarıyla yirmi sermaye şirketini, bir vakfı ve vakfa bağlı bir özel üniversiteyi
    ifade etmektedir. Koza İpek Gmbu içinde yer alan şirketlerin ortaklık yapıları
    incelendiğinde Holding yapılanmasına uygun olarak hâkim şirketin bağlı şirketlere
    iştirak etmesi yoluyla bir yapınm oluşturulduğu ve bu yapı içinde yer alan şirketlerin
    altın madenciliğinden enerji, gıda, medya, bilişim, sigorta, tedarik, turizm ve seyahat
    sektörüne kadar pek çok farklı alanda faaliyet gösterdiği anlaşılmaktadır. Bu kapsamda
    Holding bünyesinde faaliyet gösteren şirketler şunlardır:

Koza Altın İşletmeleri A.Ş., Koza Anadolu Metal Madencilik İşletmeleri
A.Ş., Özdemir Antimuan Madenleri A.Ş., İpek Doğal Enerji Kaynaklan
Araştırma ve Üretim A.Ş., Doğu Anadolu Maden Arama ve Sondaj A.Ş.,
Konaklı Metal Madencilik ve Sanayi A.Ş., Bugün Televizyonu ve Radyo
Prodüksiyon A.Ş., Yaşam Televizyon ve Yayın Hizmetleri A.Ş., Koza
Prodüksiyon ve Ticaret A.Ş., Rek-Tur Reklam ve Pazarlama Ticaret A.Ş.,
İpek Online Bilişim Hizmetleri Ltd. Şti., Koza İpek Tedarik Danışmanlık
Araç Kiralama Ticaret A.Ş., AZ İpek Danışmanlık Proje Reklam ve
Organizasyon İşleri Ticaret A.Ş., BB İpek Danışmanlık Reklam ve
Organizasyon Hizmetleri Ticaret A.Ş., ATP İnşaat ve Ticaret A.Ş., Koza İpek
Basın ve Basın Sanayi Ticaret A.Ş., ATP Koza Gıda Tarım ve Hayvancılık
A.Ş., ATP Koza Turizm ve Seyahat Ticaret A.Ş., ATP Havacılık ve Ticaret
A.Ş.

  1. MASAK tarafından düzenlenen 4/8/2014 tarihli rapor ile Emniyet Genel
    Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığının 3/3/2015
    tarihli değerlendirme raporları üzerine başvurucu ile Holdingin diğer yöneticileri
    hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından terör örgütü
    yöneticiliği, terörizmin finansmanı, zimmet ve terör örgütü propagandası yapma
    suçlarından ceza soruşturması başlatılmıştır. Bu raporlarda özetle Holding şirketlerinin
    mali tablolarında ve banka hareketlerinde şüpheli farklılıklar olduğu ve ticari hayatın
    gerekleriyle açıklanamayan kazançlar ile para hareketlerinin bulunduğu belirtilmiştir.
  2. Başsavcılık 31/8/2015 tarihinde, Ankara 7. Sulh Ceza Hâkimliğinden
    başvurucunun üzerinde, kendisine ait cep telefonlarında ve bilgisayarlarında, ayrıca
    ortağı olduğu vakıf ve şirket merkezlerinde arama ve el koyma işlemleri yapılması
    talebinde bulunmuştur. Talep yazısında; Holding şirketlerinin FETÖ/PDY'nin finanse
    edilmesini sağlamak, bu terör örgütünün mali kaynaklarını gizlemek ve yurt dışına
    aktarmak, örgüt propagandası yapmak amacıyla bir kısım paravan ve şemsiye şirket
    kurarak gerçeğe aykırı işlemler yaptığı hususunda kuvvetli suç şüphesine ulaşıldığı
    belirtilmiştir.
  3. Sulh Ceza Hâkimliği, aynı tarihli kararı ile yürütülmekte olan
    soruşturmaya esas olmak üzere suç delillerinin elde edilebileceği yönünde somut
    delillere dayalı kuvvetli suç şüphesinin mevcut olduğu gerekçesiyle arama ve el koyma
    talebinin kabulüne karar vermiştir. Kararda, aramanın üç gün içinde, gündüz vakti bir
    defaya mahsus yapılması ve elde edilen suç delillerine el konulması hususları
    belirtilmiştir. Başvurucunun karara karşı yaptığı itiraz, Ankara 8. Sulh Ceza
    Hâkimliğince kesin olarak reddedilmiştir.
  4. Holding bünyesindeki şirketlerde 1/9/2015 tarihinde arama ve el koyma
    işlemi yapılmıştır. Başsavcılık; yapılan aramada el konulan bütün faturalar, defterler,
    dijital kayıtlar ve deliller üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar vermiştir.
    Bilirkişi Kurulunca düzenlenen 16/10/2015 tarihli raporda şu tespitlere yer verilmiştir:
  1. İncelenen kuramların birbirleriyle ilişkili olup kurum ortaklık
    yapılarında yer alan kişilerin neredeyse tüm şirketlere hâkim derecede aynı
    kişilerden oluştuğu anlaşılmaktadır. Bu kuramların aynı adreste olduğu, farklı
    adreste olanların ise Ankara'nın Yenimahalle ilçesindeki Smurfs Village
    (Şirinler Köyü) adı verilen bir adreste toplandığı tespit edilmiştir.
  2. Yapılan incelemelere göre kanuna aykırı olarak çeşitli muhasebe
    sahteciliklerinin ve hilelerinin yapıldığı, ayrıca kayıt dışı parasal girdilerin
    mevcut olduğu belirlenmiştir.
  3. Özellikle altın üretiminde gerçekte yapılan üretim ile bildirilen
    üretimler arasında şüpheli farklılıkların olduğu, yurt dışından gelen fınansal
    kaynakların içeriğinin tespit edilemediği ve mali iz takibini ortadan
    kaldıracak şekilde iç içe geçmiş kurumsal belge hareketliliğinin olduğu ifade
    edilmiştir.
  4. Ayrıca şirketlerce yapılan bağış ve yardımların toplumsal ve ticari
    hayatın olağan akışına, ticari teknik ve icaplara uygun olmadığı belirtilmiştir.
  5. Rapora göre, alımı yapıldığı iddia edilen ancak alımına dair hiçbir
    somut belge bulunmayan danışmanlık hizmetleri için gider pusulası
    düzenlenmek suretiyle para çıkışları yapılmıştır. Bunun yanında peçeleme ve
    muvazaa marifetiyle birçok işlem tesis edilerek bu sayede örtülü kazanç
    sağlanmıştır.
  6. Son olarak inceleme yapılan şirketler ile ilgili olarak çok sayıda kara
    para aklama eyleminin tespit edildiği ifade edilmiştir. Örgütsel amaçlara
    ulaşabilmek için kurumlarına ve kendilerine muhalif kişilerle ilgili bilgi ve
    doküman hazırlandığı, kişilerin ayrıma tabi tutularak tehdit unsuru olabilecek
    şahıs veya kuramların belirlendiği, önlemler alınması için yazışmalar
    yapıldığı da bildirilmiştir.
  1. Başsavcılık 20/10/2015 tarihinde Ankara 5. Sulh Ceza Hâkimliğinden
    başvurucunun yöneticisi ve ortağı olduğu şirketlere kayyım atanması talebinde
    bulunmuştur. Talep yazısında, FETÖ/PDY tarafından toplanan himmet paralarının
    başvurucunun ortağı ve yöneticisi olduğu şirketlerin yasal faaliyetlerinden elde edilmiş
    paralar gibi gösterilerek aklandığı tespitine yer verilmiştir. Başsavcılık ayrıca şirketlerin
    kazançlarından örgüte finansal kaynak sağlandığını, bazı kişi ve kuramlara bağış
    yapılarak veya eğitim ve burs verilerek FETÖ/PDY'ye eleman kazandırıldığını
    belirtmiştir. Başsavcılık sonuç olarak şirket yönetimlerinin mevcut hâli ile devam etmesi
    durumunda suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama ve silahlı örgüt
    yöneticiliği suçlarının şirketlerin faaliyetleri çerçevesinde işlenmeye devam edeceği
    hususunda kuvvetli şüphenin bulunduğunu ifade etmiştir.
  2. Ankara 5. Sulh Ceza Hâkimliği 26/10/2015 tarihinde Başsavcılığın
    talebinin kabulü ile başvurucunun ortağı ve yöneticisi olduğu, kararda belirtilen
    şirketlere kayyım atanmasına karar vermiştir. Kararda, kayyım olarak atanan bu kişilerin
    yönetim organının tüm yetkilerine sahip olduğu belirtilerek bu şirketlerin yönetim
    organının yetkilerinin tümü ile bu kayyımlara devredildiğine ve yeni yönetim organının
    bukayyımlarca oluşturulmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde;
  1. Anılan şirketlerin terör örgütünün faaliyetleri kapsamında ve
    faaliyetlerine destek olacak şekilde kullanıldığı yönünde tespitler içerdiği
    belirtilen MASAK rapora ile Bilirkişi Kurulu raporuna atıfta bulunulmuştur.
    Ayrıca şirketlerin ticari faaliyetten ziyade terör örgütüne yardım etme
    amacına yöneldiği ve bu faaliyetlerin suç işlendiği hususunda kuvvetli şüphe
    oluşturduğu belirtilmiştir.
  2. Söz konusu raporlara göre şirketlerin yoğun olarak kullanıldığı
    belirtilen bu faaliyetlerin ise 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza
    Muhakemesi Kanunu'nun 133. maddesinin (4) numaralı fıkrasında belirtilen
    katalog suçlardan olan suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama,
    silahlı örgüt veya bu örgütlere silah sağlama suçları kapsamında kaldığı ifade
    edilmiştir.
  3. Sonuç olarak soruşturma aşamasında ilgili delillerin toplanabilmesi
    ve maddi gerçeğin ortaya çıkarılabilmesi için bu şirketlere kayyım
    atanmasının zaruri görüldüğü belirtilmiştir.
  1. Ankara 5. Sulh Ceza Hâkimliğinin 4/11/2015 ve 5/11/2015 tarihli ek
    kararlarıyla Doğu Anadolu Maden Arama ve Sondaj A.Ş., BB İpek Danışmanlık Proje
    Reklam ve Organizasyon A.Ş., AZ İpek Danışmanlık Proje Reklam ve Organizasyon
    Hizmetleri Tic. A.Ş. ile Atlantik Eğitim Yayın Taş. Bilgisayar Tic. AŞ.ye atanan
    kayyımların görevlerinin sona erdirilmesine karar verilmiştir.
  2. Başvurucunun kayyım atanması kararına karşı yaptığı itiraz üzerine
    Ankara 6. Sulh Ceza Hâkimliği 12/11/2015 tarihinde; daha önce kayyım atanması kararı
    kaldırılan şirketler yönünden bir karar verilmesine yer olmadığına, diğer şirketler
    yönünden ise itirazın reddine karar vermiştir.
  3. Kararın gerekçesinde, bilirkişi raporu ile MASAK raporuna atıfla
    başvurucu ve arkadaşları hakkında yürütülen soruşturma kapsamında isnat edilen
    suçların şirketin faaliyetleri çerçevesinde işlenmekte olduğu hususunda kuvvetli
    şüphenin bulunduğu belirtilmiştir. Bunun yanında somut olayda medya organlarım da
    içinde barındıran şirketler ile ilgili olarak verilen kararın Anayasa'nın 30. maddesinde
    tarif edildiği şekilde zapt ya da müsadere kararı olmayıp tedbir nitelikli bir karar olduğu
    belirtilmiştir. Kararda, ticaret şirketleri ile ilgili mali ve sair işlemler yönünden ilgili
    kuruluşların denetim yetkisinin bulunduğu ancak suç olarak nitelendirilen eylemlerden
    ötürü soruşturma ve kovuşturma aşamasında bilirkişi görüşüne başvurulabileceği ifade
    edilmiştir. Ayrıca atanan kayyımların gerek hukuki gerekse de cezai sorumluluklarının
    bulunduğuna dikkat çekilmiştir.
  4.  Son olarak itiraza ilişkin kararda mülkiyet hakkı yönünden de bir
    değerlendirme yapılmıştır. Buna göre kayyım atanmasına ilişkin koruma tedbiri
    uygulamasının kanunda sıkı koşullara bağlandığı ve itiraza konu kararda yapılan kayyım
    atamasının Anayasa ile getirilen sınırlamaya uygun nitelikte olduğu kabul edilmiştir. Bu
    bağlamda yapılan kayyım atamasının maddi bir gerçeğin ortaya çıkarılmasını sağlamaya
    yönelik bir araç olarak uygulandığı ve kovuşturma yapılmasına yer olmadığı ya da
    beraat karan verilmesi durumunda uğranılan zarar ile kayyımlara ödenen ücretin tazmin
    edilebileceği vurgulanmıştır.
  5. Bu karar, başvurucu vekiline 12/11/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.
  6. Başvurucu 19/11/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
  1. Başvuru Tarihinden Sonra Yaşanan Gelişmeler
  1. Olağanüstü hâl ilan edildikten sonra 27/7/2016 tarihli ve 29783 sayılı 2.
    Mükerrer Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 668 sayılı Olağanüstü Hal
    Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair
    Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile Bugün TV
    kapatılmıştır.
  2. 1/9/2016 tarihli ve 29818 sayılı 2. Mükerrer Resmî Gazete'de
    yayımlanan 674 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması
    Hakkında KHK'nm 19. maddesi ile kayyımlık yetkisinin devri ve tasfiyesi
    düzenlenmiştir. Bu maddede daha önce kayyım atanmasına karar verilen şirketlerde
    görev yapan kayyımların yetkilerinin hâkim veya mahkeme tarafından Tasarruf
    Mevduatı Sigorta Fonuna (TMSF) devredileceği ve devir ile birlikte kayyımların
    görevlerinin sona ereceği hükme bağlanmıştır.
  3. Anılan hüküm gereğince Holding bünyesinde yer alan ve kayyım
    idaresinde bulunan şirketler Ankara 4. Sulh Ceza Hâkimliğinin 6/9/2016 tarihli kararı ile
    TMSF'ye devredilmiştir. Bu şirketler hâlen TMSF tarafından görevlendirilen Yönetim
    Kurulunca idare edilmektedir. TMSF; devredilen şirketlerin büyük çoğunluğunun mali
    açıdan kârda olduğunu, daha önce zarar edenlerin ise bu durumlarının devam ettiğini
    bildirmiştir.
  4. Terör örgütü yöneticiliği suçundan cezalandırılması istemiyle başvurucu
    hakkında açılan kamu davası Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesinde devam etmektedir.
    Bunun yanında Başsavcılık tarafından düzenlenen 13/6/2017 tarihli iddianame ile
    başvurucunun terörizmin finansmanı, güveni kötüye kullamna, Vergi Usul Kanunu'na
    muhalefet, Sermaye Piyasası Kanunu'na muhalefet suçlarından cezalandırılması talep
    edilmiştir. İddianamede ayrıca başvurucu ile diğer şüphelilerin terörizmin finansmanı ve
    güveni kötüye kullamna suçları yönünden mal varlıklarının suçtan elde edildiği
    gerekçesiyle müsadere edilmesi talep edilmiştir. İddianamede, başvurucunun da
    aralarında bulunduğu şüphelilerin para transferlerini örgüt üyeliklerinin bir gereği olarak
    yapmış olmaları nedeniyle eylemlerinin silahlı terör örgütü üyeliği suçu kapsamında
    kaldığı belirtilmiştir.
  5. İddianamede; Sermaye Piyasası Kurulu (SPK), Vergi Denetleme Kurulu
    (VDK) ve MASAK raporlanna dayalı olarak müsadere talebi yönünden şu tespitlere yer
    verilmiştir:
  1. Koza İpek Grubu şirketleri tarafından FETÖ/PDY’ye aidiyeti,
    iltisakı veya bu örgütle irtibatı olan medya kuruluşlarına yaklaşık 850 milyon
    TL’lik bir fon aktarımı yapılmıştır. Buna göre Holding tarafından 2013
    yılında yaklaşık 4,4 milyon adet, 2014 yılında ise 5,6 milyon adet Bugün
    Gazetesi sahte belge düzenlenmek suretiyle satın alınmıştır. Bunun için iki
    yılda yaklaşık 10 milyon TL bedel ödendiği tespit edilmiştir.
  2. Koza İpek Grubu şirketlerinin gerek yasal görünümlü bağış ve
    yardımlar yoluyla gerekse de yasal olmayan kâr aktarım mekanizmaları
    kurarak muvazaalı yollarla FETÖ/PDY’ye aidiyeti, iltisakı veya bu örgütle
    irtibatı olan eğitim kuramlarına yaklaşık 688 milyon TL’lik fon aktardığı
    belirtilmiştir.
  3. Holding bünyesindeki şirketlerin 2010-2015 yılları arasındaki bağış
    ve yardımlarının toplam tutarının %93,25'lik kısmı, 23/7/2016 tarihli ve
    29779 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 667 sayılı
    Olağanüstü Hal Kapsamında Alman Tedbirlere İlişkin KHK ve 668 sayılı
    KHK'yla kapatılmasına karar verilen kuram ve kuruluşlara yapılmıştır.
  4. Koza İpek Grubu şirketlerinin FETÖ/PDY’ye aidiyeti, iltisakı veya
    bu örgütle irtibatı olduğu değerlendirilen eğitim ve medya kuramlarına

aktardığı fonların toplam değerinin 1,5 milyar TL’yi aştığı vurgulanmıştır.
Grubun yegâne kârlı şirketi olan ve grubun tek nakit üreten birimi
konumundaki Koza Altın İşletmeleri A.Ş.nin ise 2015 yıl sonu itibarıyla aktif
toplamının 2,1 milyar TL, öz kaynak toplamının ise 1,9 milyar TL olduğu
açıklanmıştır. Buna göre grup şirketlerinin mali ve hukuki organizasyonlarını
FETÖ/PDY’nin medya ve eğitim unsurlarını finanse etmeküzere oluşturduğu
belirtilmiştir.

  1. Ayrıca başvurucu ve diğer şüphelilerin SPK raporlarında detayları
    açıklandığı üzere sermayesinin bir bölümü halka açık olan şirketlerdeki
    yönetim yetkilerini kötüye kullanarak güveni kötüye kullanma suçunu
    işledikleri ifade edilmiştir. Şüphelilerin bu suçun işlenmesi suretiyle
    şirketlerdeki pay sahiplerinin zararına ve kendi yararlarına olmak üzere
    aşağıda belirtilen miktarlarda haksız kazanç elde ettikleri belirtilmiştir:
  • Şüpheli başvurucu yönünden toplam 1.647.690.856,13 TL
  • Şüpheli [C.T.İ.] yönünden toplam 1.647.641.112,07 TL
  • Şüpheli [M.İ.] yönünden toplam 1.119.014.045,85 TL
  • [P.Z.] yönünden toplam 344.486.087,70 TL
  • Şüpheli [A.S.H.] yönünden toplam 269.048.898,17 TL
  • Şüpheli [Ş.A.] yönünden toplam 269.048.898,17 TL
  1. İddianamenin 6/7/2017 tarihinde kabul edilmesiyle Ankara 24. Ağır
    Ceza Mahkemesinde görülmeye başlanan dava devam etmektedir. Yargılamanın
    19/2/2018 tarihinde yapılan üçüncü oturumunda Mahkeme, bilirkişi raporu aldırılmasına
    karar vermiş olup duruşma 28/5/2018 tarihine talik edilmiştir. Söz konusu ara kararının
    ilgili kısmı şöyledir:

"...Dosyanın SPK, Vergi Usul ve Ticaret Hukuku alanında uzman
mahkememizce re'sen seçilecek üç kişilik bilirkişi heyetine tevdii ile ;

-Dosya kapsamındaki raporlar, belgeler incelenmek suretiyle ayrıca
sanık müdafılerinin yazılı ve sözlü beyanları da incelenerek Sermaye Piyasası
Kanunu'na muhalefet suçları yönünden her bir sanığın eyleminin ve
sorumluluğunun ayrı ayrı tespiti,

-İddianame kapsamında terörizmin finansmanı suçu ile sermaye
piyasası kanuna muhalefet eylemleri yönünden ismi geçen 6 sanık tarafından
haksız kazanç olarak elde edildiği bildirilen miktarın dayanak ve kaynakları
ile birlikte tespiti ile bu miktarın yerinde olup olmadığının, var ise bu miktarı
aşan bir bedel bulunup bulunmadığının tespiti,

-Vergi Usul Kanunu'na muhalefet suçları yönünden her bir sanığın
eyleminin ve sorumluluklarının ayrı ayrı tespiti,

-Koza Holding bünyesinde bulunan şirketlere ortaklığı bulunan sanıklar
yönünden, bu şirketlerin ve holdingin mal varlığı değerlerini fetö pdy silahlı
terör örgütünün faaliyetleri kapsamında kazandıklarına ilişkin veya bu
örgütün faaliyetlerine özgülemiş olduklarına ilişkin delil ve tespitlerin ayrı
ayrı belirlenmesi, eğer bu yönde bir tespit bulunması halinde ne kadarlık
miktarının bu kapsamda bulunduğunun belirlenmesi,

-Adı geçen holding ve bağlı şirketler tarafından terörizmin finansmanı
kapsamında yapılan bir harcama bulunup bulunmadığının, var ise ne kadar
olduğunun tespitinin istenmesine... [karar verildi.]"

  1. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

  1. Ceza Muhakemesi Kanunu Hükümleri
  1. 5271 sayılı Kanun’un 116. maddesi şöyledir:

“Yakalanabileceği veya suç delillerinin elde edilebileceği hususunda
makul şüphe varsa; şüphelinin veya sanığın üstü, eşyası, konutu, işyeri veya
ona ait diğer yerler aranabilir. ”

  1. 5271 sayılı Kanun’un 119. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Hâkim kararı üzerine veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde
Cumhuriyet savcısının, Cumhuriyet savcısına ulaşılamadığı hallerde ise
kolluk amirinin yazılı emri ile kolluk görevlileri arama yapabilirler. Ancak,
konutta, işyerinde ve kamuya açık olmayan kapalı alanlarda arama, hâkim
kararı veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının
yazılı emri ile yapılabilir. Kolluk amirinin yazılı emri ile yapılan arama
sonuçları Cumhuriyet Başsavcılığına derhal bildirilir. ’’

  1. 5271 sayılı Kanun’un 127. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Hâkim kararı üzerine veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde
Cumhuriyet savcısının, Cumhuriyet savcısına ulaşılamadığı hallerde ise
kolluk amirinin yazılı emri ile kolluk görevlileri, elkoyma işlemini
gerçekleştirebilir. ”

  1. 5271 sayılı Kanun’un 128. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“(1) Soruşturma veya kovuşturma konusu suçun işlendiğine ve bu
suçlardan elde edildiğine dair somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebebi
bulunan hallerde, şüpheli veya sanığa ait;

  1. Taşınmazlara,
  2. Kara, deniz veya hava ulaşım araçlarına,
  3. Banka veya diğer malî kurumlardaki her türlü hesaba,
  4. Gerçek veya tüzel kişiler nezdindeki her türlü hak ve alacaklara,
  5. Kıymetli evraka,
  6. Ortağı bulunduğu şirketteki ortaklık paylarına, .
  7. Kiralık kasa mevcutlarına,
  8. Diğer malvarlığı değerlerine,

Elkonulabilir. Somut olarak belirlenen Bu taşınmaz, hak, alacak ve
diğer malvarlığı değerlerinin şüpheli veya sanıktan başka bir kişinin
zilyetliğinde bulunması halinde dahi, elkoyma işlemi yapılabilir. (Ek cümle:

21/2/2014 - 6526/10 md.) Bu madde kapsamında elkoyma karan alınabilmesi
için ilgisine göre Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, Sermaye
Piyasası Kurulu, Mali Suçlan Araştırma Kurulu, Hazine Müsteşarlığı ve
Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumundan, suçtan
elde edilen değere ilişkin rapor alınır. Bu rapor en geç üç ay içinde
hazırlanır. Özel sebepler zorunlu kıldığında bu süre talep üzerine iki ay daha
uzatılabilir.

  1. Birinci fıkra hükmü;
  1. Türk Ceza Kanununda tanımlanan;

5. Güveni kötüye kullanma (madde 155),

10. (Mülga: 21/2/2014 - 6526/10 md.; Yeniden düzenleme:
24/11/2016-6763/25 md.) Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (madde 220,
fıkra üç),

  1. Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar (madde 302, 303, 304, 305, 306,
    307, 308),
  2. (Değişik: 2/12/2014-6572/41 md.) Anayasal Düzene ve Bu Düzenin
    İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 311, 312, 313, 314, 315, 316),

Hakkında uygulanır.

(6) Şirketteki ortaklık paylarına elkoyma kararı, ilgili şirket yönetimine
ve şirketin kayıtlı bulunduğu ticaret sicili müdürlüğüne teknik iletişim
araçlarıyla derhâl bildirilerek icra olunur. Söz konusu karar, ilgili şirkete ve
ticaret sicili müdürlüğüne ayrıca tebliğ edilir.

  1. (Değişik: 24/11/2016-6763/25 md.) Bu madde hükümlerine göre
    elkoymaya ve onuncu fıkra uyarınca kayyım atanmasına ancak hâkim karar
    verebilir.
  2. (Ek:       15/8/2016-KHK-674/13        md.; Aynen kabul:

10/11/2016-6758/13 md.) Bu madde uyarınca elkonulan taşınmaz, hak ve
alacakların idaresi gerektiğinde bu malvarlığı değerlerinin yönetimi
amacıyla kayyım atanabilir. Bu durumda 133 üncü madde hükümleri kıyasen
uygulanır. ”

  1. 5271 sayılı Kanun’un 133. maddesi şöyledir:

“(1) Suçun bir şirketin faaliyeti çerçevesinde işlenmekte olduğu
hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve maddi gerçeğin ortaya
çıkarılabilmesi için gerekli olması halinde; soruşturma ve kovuşturma
sürecinde, hâkim veya mahkeme, şirket işlerinin yürütülmesiyle ilgili olarak
kayyım atayabilir. Atama kararında, yönetim organının karar ve işlemlerinin
geçerliliğinin kayyımın onayına bağlı kılındığı veya yönetim organının
yetkilerinin ya da yönetim organının yetkileri ile birlikte ortaklık payları veya
menkul kıymetler idare yetkilerinin tümüyle kayyıma verildiği açıkça belirtilir.

Kayyım tayinine ilişkin karar, ticaret sicili gazetesinde ve diğer uygun
vasıtalarla ilan olunur.

  1. Hâkim veya mahkemenin kayyım hakkında takdir etmiş bulunduğu
    ücret, şirket bütçesinden karşılanır. Ancak, soruşturma veya kovuşturma
    konusu suçtan dolayı kovuşturmaya yer olmadığı veya beraat kararının
    verilmesi halinde; ücret olarak şirket bütçesinden ödenen paranın tamamı,
    kanunî faiziyle birlikte Devlet Hâzinesinden karşılanır.
  2. İlgililer, atanan kayyımın işlemlerine karşı, görevli mahkemeye
    22.11.2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu ve 29.6.1956 tarihli ve
    6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre başvurabilirler.
  1. 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“(1) Suç somşturması veya kovuşturması sırasında;

  1. Hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen,
  1. Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı
    halde elkonulan veya komnması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası
    veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan veya zamanında geri
    verilmeyen,

Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarım, Devletten isteyebilirler.

■ (2) Birinci fıkranın (e) ve (j) bentlerinde belirtilen kararları veren
merciler, ilgiliye tazminat hakları bulunduğunu bildirirler ve bu husus verilen
karara geçirilir.

  1. (Ek:18/6/2014-6545/70 md.) Birinci fıkrada yazan hâller dışında,
    suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya
    diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet
    savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat
    davaları ancak Devlet aleyhine açılabilir.
  2. (Ek:18/6/2014-6545/70 md.) Devlet, ödediği tazminattan dolayı
    görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle görevini kötüye kullanan
    hâkimler ve Cumhuriyet savcılarına bir yıl içinde rücu eder. ”
  1. 5271 sayılı Kanun’un 142. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları

şöyledir:

“(1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden
itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen
bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.

(2) İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve
eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı
yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde
karara bağlanır. ”

  1. Türk Ceza Kanunu Hükümleri
  1. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanımu’nun 55. maddesi

şöyledir:

"(1) Suçun işlenmesi ile elde edilen veya suçun konusunu oluşturan ya
da suçun islenmesi için sağlanan maddi, menfaatler ile bunların
değerlendirilmesi veya dönüştürülmesi sonucu ortaya çıkan ekonomik
kazançların müsaderesine karar verilir. Bu fıkra hükmüne göre müsadere
kararı verilebilmesi için maddi menfaatin suçun mağduruna iade edilememesi
gerekir.

(2) Müsadere konusu eşya veya maddi menfaatlere elkonulamadığı veya
bunların merciine teslim edilmediği hallerde, bunların karşılığını oluşturan
değerlerin müsaderesine hükmedilir.

(2) (Ek: 26/6/2009 - 5918/2 md.) Bu madde kapsamına giren eşyanın
müsadere edilebilmesi için, eşyayı sonradan iktisap eden kişinin 22/11/2001
tarihli ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun iyiniyetin korunmasına ilişkin
hükümlerinden yararlanamıyor olması gerekir."

  1. 5237 sayılı Kanun’un 155. maddesi şöyledir:

"(1) Başkasına ait olup da, muhafaza etmek veya belirli bir şekilde
kullanmak üzere zilyedliği kendisine devredilmiş olan mal üzerinde,
kendisinin veya başkasının yararına olarak, zilyedliğin devri amacı dışında
tasarrufta bulunan veya bu devir olgusunu inkar eden kişi, şikayet üzerine,
altı aydan iki yıla kadar hapis ve adlî para cezası ile cezalandırılır.

(2) Suçun, meslek ve sanat, ticaret veya hizmet ilişkisinin ya da hangi
nedenden doğmuş olursa olsun, başkasının, mallarını idare etmek yetkisinin
gereği olarak tevdi ve teslim edilmiş eşya hakkında işlenmesi halinde, bir
yıldan yedi yıla kadar hapis ve üçbin güne kadar adlî para cezasına
hükmolunur. ”

  1. 5237 sayılı Kanun'un 314. maddesi şöyledir:

"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları
işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla
kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

  1. Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla
    kadar hapis cezası verilir.
  2. Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer hükümler, bu
    suç açısından aynen uygulanır."
  1. Diğer Kanun Hükümleri
  1. 7/2/2014 tarihli ve 6415 sayılı Terörizmin Finansmanının Önlenmesi
    Hakkında Kanun'un 4. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) 3 üncü madde kapsamında suç olarak düzenlenen fiillerin
gerçekleştirilmesinde tümüyle veya kısmen kullanılması amacıyla veya
kullanılacağını bilerek ve isteyerek belli bir fiille ilişkilendirilmeden dahi bir
teröriste veya terör örgütlerine fon sağlayan veya toplayan kişi, fiili daha
ağır cezayı gerektiren başka bir suç oluşturmadığı takdirde, beş yıldan on
yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(7) (Ek: 14/4/2016 - 6704/29 md.) Bu suç bakımından 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanununun;

  1. 133 üncü maddesinde yer alan şirket yönetimi için kayyım tayini,
  2. 135 inci maddesinde yer alan iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda
    alınması,
  3. 139 uncu maddesinde yer alan gizli soruşturmacı görevlendirilmesi,

ç) 140 inci maddesinde yer alan teknik araçlarla izleme,

tedbirlerine ilişkin hükümler uygulanabilir."

  1. Kanun Hükmünde Kararname Hükümleri
  1. 674 sayılı KHK'mn 19. maddesi şöyledir:

"(1) Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce terör örgütlerine
aidiyeti, iltisakı veya irtibatı nedeniyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanununun 133 üncü maddesi uyarınca kayyım atanmasına
karar verilen şirketlerde görev yapan kayyımların yetkileri, hakim veya
mahkeme tarafından Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilir ve devirle
birlikte kayyımların görevleri sona erer.

  1. Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten sonra ve olağanüstü halin
    devamı süresince terör örgütlerine aidiyeti, iltisakı veya irtibatı nedeniyle
    Ceza Muhakemesi Kanununun 133 üncü maddesi uyarınca şirketlere ve bu
    Kanun Hükmünde Kararnamenin 13 üncü maddesi uyarınca varlıklara
    kayyım atanmasına karar verildiği takdirde, kayyım olarak Tasarruf
    Mevduatı Sigorta Fonu atanır.
  2. 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla
    ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan
    kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan ve Vakıflar Genel
    Müdürlüğüne veya Hâzineye devredilen şirketler hariç olmak üzere; birinci
    ve ikinci fıkra kapsamındaki şirketlerin mali durumu, ortaklık yapısı, diğer
    sorunları veya piyasa koşulları nedeniyle mevcut halin sürdürülebilir
    olmadığının Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu tarafından tespit edilmesi
    durumunda, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu şirketin yahut varlıklarının
    veya bu Kanun Hükmünde Kararnamenin 13 üncü maddesinde belirtilen
    varlıkların satılmasına veya feshi ile tasfiyesine karar verebilir. Satış ve
    tasfiye işlemleri Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu tarafından yerine getirilir."
  1. 22/11/2016 tarihli ve 29896 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak
    yürürlüğe giren 677 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması
    Hakkında KHK'mn 7. maddesi şöyledir:

"Bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yürürlüğe girdiği tarihten önce
terör örgütlerine aidiyeti, iltisakı veya irtibatı nedeniyle 4/12/2004 tarihli ve
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 133 üncü maddesi uyarınca
kayyım atanmasına karar verilen şirketlerde görev yapan kayyımların
yetkileri, hâkim veya mahkeme kararı ya da talep olmaksızın bu Kanun
Hükmünde Kararnamenin yayımı tarihinde sona erer ve şirketlerin yönetimi
kayyımlar tarafından derhal Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilir."

B. Uluslararası Hukuk

1. Uluslararası Sözleşmeler

  1. Suçtan gelir elde edilmesinin önlenmesi amacıyla suç gelirlerinin
    müsadere edilerek aklanmasının önlenmesine ve bu amaçla uluslararası iş birliğinin
    sağlanmasına yönelik olarak Avrupa Konseyi tarafından 8/11/1990 tarihinde Suçtan
    Kaynaklanan Gelirlerin Aklanması, Araştırılması, Ele Geçirilmesi ve El Konulmasına
    İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi kabul edilmiştir. Strazburg Konvansiyonu olarak
    bilinen bu sözleşme, Türkiye tarafından 27/9/2001 tarihinde imzalanmış ve sözleşmenin
    onaylanması 16/6/2004 tarihli ve 5191 sayılı Suçtan Kaynaklanan Gelirlerin Aklanması,
    Araştırılması, Ele Geçirilmesi ve El Konulmasına İlişkin Sözleşmenin Onaylanmasının
    Uygun Bulunduğuna Dair Kanun ile uygun bulunmuştur. Strazburg Konvansiyonu'nun
  1. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Taraf olan her devlet, suç vasıtaları ile gelirlerini veya bu gelirlere
eşdeğer malların zoralımını gerçekleştirmek için gerekli olan yasal ve diğer
tedbirleri alacaktır."

  1. Strazburg Konvansiyonu'nun 11. maddesinin (1) numaralı fıkrası

şöyledir:

"Bir cezaî kovuşturma veya bir zoralım işlemi başlatan diğer bir Tarafın
talebi ile bir Taraf Devlet, daha sonra bir zoralım talebine konu
oluşturabilecek veya böyle bir talebi karşılayabilecek herhangi bir malla
ilgili olarak, bu mal üzerinde herhangi bir işlemi, devir veya elden
çıkarılmasını engellemek amacıyla bloke etmek ve el koymak gibi gerekli
geçici önlemleri alacaktır."

  1. Strazburg Konvansiyonu, uluslararası gelişmeler doğrultusunda yeniden
    gözden geçirilerek güncellenmiş ve bu kapsamda hazırlanan Terörizmin Finansmanı ve
    Suçtan Elde Edilen Gelirlerin Aklanması, Aranması, Elkonması ve Müsaderesi
    Hakkmdaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi 16/5/2005 tarihinde imzaya açılmıştır.
  2. Ayrıca Terörizmin Finansmanının Önlenmesine Dair Uluslararası
    Sözleşme, 9/12/1999'da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilmiş ve
    10/1/2000 tarihinde imzaya açılmıştır. Anılan sözleşme 17/1/2002 tarihli ve 24643 sayılı
    Resmî Gazete'de 10/1/2002 tarihli ve 4738 sayılı Terörizmin Finansmanının
    Önlenmesine Dair Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun ile
    onaylanmıştır. Bu sözleşme; taraf devletlerde terörizmin finansmanının engellenmesini,
    terörizme mali destek sağlanmasının suç hâline getirilmesini, bu suçun ağır cezalara tabi
    tutulması için gerekli önlemlerin alınmasını ve taraf devletler arasında iş birliğinin
    sağlanmasını amaçlamaktadır. Sözleşmenin 8. maddesi şöyledir:

"1. Her Taraf Devlet, gerektiğinde müsadere edilebilmeleri amacıyla, 2.
maddede belirtilen suçların işlenmesi için kullanılan veya kullanılması için
oluşturulan fonların veya bu suçlardan temin edilen kazançların tespiti,
bulunması, dondurulması, el konulması için iç hukuku uyarınca gerekli
tedbirleri alır,

  1. Her Taraf Devlet, 2. maddede belirtilen suçların işlenmesinde
    kullanılan veya kullanılması için oluşturulan fonların veya bu suçlardan elde
    edilen kazançların müsadere edilebilmesi için iç hukuku uyarınca gerekli
    tedbirleri alır,
  2. İlgili her Taraf Devlet, işbu maddede öngörülen müsadere sonucunda
    elde edilen fonların düzenli ya da duruma göre başka Taraf Devletlerle
    paylaşımını düzenleyen anlaşmalar akdetme yoluna gidebilir,
  3. Her Taraf Devlet, işbu maddede öngörülen müsadere sonucunda elde
    edilen fonların, 2. madde 1, Paragraf (a) ve (b) bentlerinde zikredilen
    suçların mağdurlan veya ailelerinin tazmini için kullanılması amacıyla
    düzenlemeler oluşturur,
  4. Bu maddenin hükümleri, iyi niyetli üçüncü tarafların haklarına halel
    getirmeksizin uygulanır"
  1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün
    "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı
gösterilmesini isteme hakkı vardır. Biricimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve
yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun
olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yulcarıdaki hükümler, devletlerin, mülldyetin kamu yararına uygun
olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya
para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları
uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."

2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları

  1. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), suç isnadına bağlı olarak
    yapılan el koyma işlemlerini Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi
    kapsamında değerlendirmektedir. AİHM'e göre kamu makamlarınca kişilerin mülküne
    el konulması mülkiyet hakkına müdahale teşkil etmektedir. AİHM, bu suretle yapılan
    müdahalenin mülkiyetin kullanılmasının kontrolüne ilişkin üçüncü kural çerçevesinde
    incelenmesi gerektiği görüşündedir (Raimondo/İtalya, B. No: 12954/87, 22/2/1994, §
    27; Andrevvs/Birleşik Krallık (k.k.), B. No: 49584/99, 26/9/2002; Adamczyk/Polonya
    (k.k.), B. No: 28551/04, 7/11/2006; JGK Statyba Ltd ve Guselnikovas/Litvanya, B. No:
    3330/12, 5/11/2013, § 117). Buna göre el koyma işlemiyle başvurucu, mülkünden
    tamamıyla yoksun bırakılmamakta; başvurucunun mülkünden yararlanması veya
    tasarrufta bulunması geçici olarak sınırlandırılmaktadır. AİHM ayrıca el koyma
    işleminin -kimi durumlarda- muhtemel bir müsadere kararının uygulanmasını güvence
    altına almaya yönelik olarak geçici bir tedbir şeklinde uygulandığına da dikkat
    çekmektedir (Rafig Aliyev/Azerbaycan, B. No: 45875/06,6/12/2011, § 118).
  2. AİHM, el koyma yoluyla yapılan müdahalenin öncelikle iç hukukta
    yeterli bir temelinin olması ve kamu yararına dayalı meşru bir amacı içermesi
    gerektiğini kabul etmektedir {Ali Esen/Türkiye, B. No: 74522/01, 24/7/2007, § 32).
    Nitekim Viktor Konovalov/Rusya (B.No: 43626/02, 24/5/2007) kararında, iç hukukta bu
    konuda bir düzenleme bulunmadığı hâlde el konulan aracın nihai karar beklenmeden
    satılması suretiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin Sözleşme'ye ek 1 No.lu
    Protokol'ün 1. maddesi anlamında hukuka dayalı olma gerekliliğini karşılamadığı
    sonucuna varılmıştır (Viktor Konovalov/Rusya, §§ 38-47). Bununla birlikte AİHM, el
    koyma yönünden kamu makamlarının geniş bir takdir yetkisi olduğunu kabul etmektedir
    {Dzinic/Hırvatistan, B. No: 38359/13, 17/5/2016, § 68). AİHM ayrıca, muhtemel bir
    müsadere için el koyma tedbirinin uygulanmasının kamu yararına dayalı olup meşru bir
    amacı da içerdiğini sıklıkla içtihatlarında belirtmektedir (Borzhonov/Rusya, B. No:
    18274/04, 22/1/2009, § 58; East West Alliance Limited/Ukrayna, B. No: 19336/04,
    23/1/2014, § 187).
  3. AİHM'e göre mülkün kamu yararına kullanılmasının kontrolü

kapsamında mülke el konulması hususunda devletlerin geniş bir takdir yetkisi
bulunmakla birlikte bu yetkinin tanınması, kişilerin mülkünden geçici süreyle de olsa
yoksun bırakılması gibi ağır bir sonuca da yol açmaktadır. Bu nedenle başvurucunun
mülkiyet hakkına el koyma suretiyle yapılan müdahalenin keyfî veya öngörülemez
olmaması için usule ilişkin bazı güvenceler öngörülmelidir. AİHM, özellikle el koyma
ve müsadere yoluyla yapılan müdahaleler yönünden verdiği kararlarında keyfî
müdahalelerden korunmak amacıyla mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden bu
önlemlerin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin
savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme
olanağının kişilere tanınması güvencesinin sağlanması gerektiğini belirtmektedir. Bu
değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır
{AGOSI/Birleşik Krallık, B. No: 9118/80, 24/10/1986, § 60 Saccoccia/Avusturya, B.
No: 69917/01, 18/12/2008,            § 89; el koyma ile ilgili kararlar için bkz.

Dzinic/Hırvatistan, § 68; Borzhonov/Rusya, §§ 60, 61).

  1. Bunun yanında AİHM, müsadere gibi el koymanın da orantılı olması
    gerektiğini belirtmektedir. Nitekim Dzinic/Hırvatistan. kararında, el koyma tedbirinin
    muhtemel bir müsadereyi güvence altına almak için uygulandığım gözeten AİHM,
    başvurucunun mülküne el konulması tedbirinin meşru olsa da el konulan mülkün değeri
    ile karşılaştırılmaksızın uygulanmasının adil dengenin gerekliliklerine uygun olmadığını
    kabul ederek sonuca varmıştır (Dzinic/Hırvatistan, §§ 67-82).
  2. AİHM, bu kapsamda başvurucunun davranışları ile kanuna aykırı eylem
    arasındaki illiyet bağının kamu makamlarınca makul bir şekilde değerlendirilmesini de
    başka bir güvence ölçütü olarak değerlendirmektedir. Bununla birlikte AİHM, kamu
    yararının gerektirdiği bazı durumlarda böyle bir ilişkinin mevcut olmasa dahi el koyma
    ve müsaderenin uygulanabileceği gerçeğini yadsımamaktadır. Ancak böyle bir durumda
    yani el koyma ve müsaderenin muhakkak uygulanması gerektiği kabul edildiği takdirde
    özellikle iyi niyetli üçüncü kişiler yönünden eşyanın belirli koşullar dâhilinde iadesi
    veya bu mümkün olamıyorsa eşya sahibinin zararının tazminine yönelik bir iç hukuk
    yolunun mevcut olması ölçülülüğün unsurlarından biri olarak değerlendirilmektedir
    {AGOSI/Birleşik Krallık, §§ 57-61; Vasilevski/Makedonya, B. No: 22653/08, 28/4/2016,
    §§ 56-60; Sulejmani/Makedonya, B. No: 74681/11, 28/4/2016 , §§ 40-44). AİHM, bu
    ilkenin beraat eden mülk sahipleri yönünden de uygulanacağını belirtmektedir
    (Jucys/Litvanya, B.No: 5457/03, 8/1/2008, § 36).
  3. AÎHM, el koyma ve müsadere yoluyla yapılan müdahalelerin

sonuçlarını da kararlarında tartışmaktadır. Buna göre AİHM, her el koyma ve
müsaderenin muhakkak bir zarara yol açtığını kabul etmektedir. Ancak AİHM, el
koyma ve müsaderenin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesine göre adil
olabilmesi için mülkün sahibinin güncel zararının kaçınılmaz olandan daha fazla
olmaması gerektiğini sıklıkla vurgulamaktadır (Raimondo/Italya,   §          33;

Borzhonov/Rusya, § 61; Jucys/Litvanya, § 36). Bu bağlamda Borzhonov/Rusya
kararında, el konulan otobüsün yapılan kanun değişikliğiyle sahibine iadesi gerektiği
hâlde kamu makamlarının altı yıl boyunca hareketsiz kalması kaçınılmaz olandan daha
ağır bir zarar olarak görülmüştür (.Borzhonov/Rusya, §§ 61-63). East/West Alliance
Limited/Ukraine
kararında, başvurucunun mülkünden on yıl boyunca yoksun kalmasına
yol açan el atma tedbirinin mülkiyet hakkına ölçüsüz bir müdahale olduğu sonucuna
varılmıştır (East/West Alliance Limited/Ukraine, §§ 166-218). Jucys/Litvanya kararında
ise el koyma tedbirinin yaklaşık sekiz buçuk yıl sürdüğüne vurgu yapılarak mülkiyet
hakkına yapılan müdahalenin başvurucuya aşırı ve orantısız bir külfet yüklediği
belirtilmiştir (Jucys/Litvanya, §§ 34-39).

  1. Ali Esen/Türkiye kararı ceza soruşturmasında el koyma tedbirinin
    uygulanması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Bu
    başvuruya konu olayda başvurucu, daha önce sahte kimlik bilgileri kullanılarak ve sahte
    bir senetle satıldığı iddia edilen bir aracı satın almıştır. Ceza soruşturması sırasında
    20/9/1999 tarihinde araca el konulmuş, aracı daha önce sahtecilik yoluyla satan bir kişi
    hakkında resmî evrakta sahtecilik suçundan iddianame düzenlenerek ceza davası
    açılmıştır. Yargılama devam ederken 19/9/2002 tarihinde aracın teminatsız olarak
    başvurucuya iadesine karar verilmiştir. AİHM, kovuşturma sürecinin tamamlanması
    beklenmeden aracın teminatsız olarak iade edildiğine vurgu yapmıştır. AİHM'e göre
    kanuna aykırı olarak kullanılmasını önlemeye yönelik olarak araca el konulmasında
    meşru amaç bulunmaktadır. AİHM, devletlerin bu alanda geniş takdir yetkilerinin
    bulunduğu ve somut olay bağlamında ayrıca aracın mülkiyeti konusunda mevcut bir
    ihtilafın olduğu dikkate alındığında başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan
    müdahalenin ölçülü olduğu sonucuna varmış; başvurunun açıkça dayanaktan yoksun
    olduğuna karar vermiştir (Ali Esen/Türkiye, §§27-36).
  2. Ayrıca Islamic Republic of Iran Shipping Lines/Türkiye (B. No:
    40998/98, 13/12/2007) kararında ise el konulan gemi ve bu gemideki yüklere, iade
    edildikleri tarihe kadar yaklaşık bir yıl boyunca keyfî olarak el konulduğunun ceza
    yargılamasında tespit edildiği gerekçesine dayalı olarak el koyma ile başvurucunun
    mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçüsüz ve adil dengeyi bozucu nitelikte olduğu
    sonucuna varılmıştır (Islamic Republic of Iran Shipping Lines/Türkiye, §§ 97-103).
    Vendittelli/İtalya (B. No: 14804/89, 18/7/1994) kararında da bir suç isnadı kapsamında
    başvurucunun taşınmazına konulan tedbirin hükümden sonra gerek de kalmadığı hâlde
    on bir ay daha uygulanmaya devam edilmesi ölçüsüz bir müdahale olarak görülmüştür
    (Vendittelli/İtalya, §§ 31-40).
  3. Diğer taraftan AİHM kural olarak bir kimsenin kendisi taraf sıfatını haiz
    olmadığı müddetçe ortağı olduğu tüzel kişiliğin taraf olduğu yargılamalar nedeniyle
    temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasında bulunamayacağını vurgulamıştır
    (F. Santos Lda. ve Fachadas/Portekiz (k.k.), B. No: 49020/99, 19/9/2000, § 1;
    Nosov/Rusya (k.k.), B. No: 30877/02, 20/10/2005). Bununla birlikte belirli durumlarda
    şirketin sahibi veya şirketi kontrol edebilecek hisseye sahip olan kimse de şirket

aleyhine alman tedbirler nedeniyle mağduriyetini ileri sürebilir {Ankarcrona/İsveç, B.
No: 35178/97, 27/6/2000; G.J./Lüksemburg, B. No: 21156/93, 26/10/2000, § 24).
Ayrıca AİHM içtihatlarında, şirket tüzel kişiliğinin başvurmasını imkânsız kılan hukuki
sınırlamalar olduğunda da şirket ortaklarının bireysel başvuruda bulunabilecekleri kabul
edilmiştir (Agrotexim ve diğerlerifYunanistan, B. No: 14807/89, 24/10/1995, § 66; CDI
Holding Aktiengesellschaft ve diğerleri/Slovakya
(k.k.), B. No: 37398/97, 18/10/2001;
Amat-G Ltd. ve Mebaghishvili/Gürcistan, B. No: 2507/03, 27/9/2005, § 33; MeltexLtd.
ve Mesrop Movsesyan/Ermenistan,
B. No: 32283/04, 17/6/2008, § 66). Kendisini
doğrudan etkileyen tasarruflar bakımından şirket ortağının mağdur sıfatının bulunduğu
ise tartışmasızdır (Olczak/Polonya (k.k.), B. No: 30417/96, 7/11/2002).

  1. İNCELEME VE GEREKÇE
  1. Mahkemenin 24/5/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru
    incelenip gereği düşünüldü:
  1. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

  1. Başvurucu, öncelikle kayyım atanmasına ilişkin olarak 5271 sayılı
    Kanun'da öngörülen koşulların somut olayda gerçekleşmediğini ifade etmiştir.
    Başvurucuya göre şirkete kayyım atanabilmesi için işlenmiş bir suçun değil işlenmekte
    olan bir suçun bulunması gerekmektedir. Başvurucu ayrıca, olayda kanun gereği olması
    gereken kuvvetli bir suç şüphesinin de bulunmadığını öne sürmüştür. Bunun yanında
    kayyım atama kararının tescil ve ilanının da yapılmadığı belirtilmiştir. Başvurucu, bu
    gerekçelerle tedbir kararının öngörülemez ve hukuki belirlilik ilkesine aykırı biçimde
    uygulandığından yakmmıştır.
  2. Başvurucu; derece mahkemelerinin kararlarının yeterli bir gerekçe
    içermediğini, tedbirin uygulanmasına esas alman bilirkişi raporunun tebliğ
    edilmemesinin ve kayyım atama usulüne dâhil edilmemesinin de silahların eşitliği ve
    çelişmeli yargılama ilkesinin ihlali anlamına geldiğini ifade etmiştir. Başvurucu ayrıca
    kendisine atfedilen fiillerin suç teşkil etmediğini, bu nedenle suç ve cezalarda kanunilik
    ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
  3. Başvurucu; kayyım atanmak suretiyle bütün mal varlığının yönetiminin
    kayyımların iradesine geçtiğini, bunun ise mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiğini
    iddia ederek uygulanan tedbir sebebiyle şirketlerinin önemli ölçüde değer
    kaybettiğinden yalanmıştır. Başvurucu, müdahalenin kanuni bir dayanağmın
    bulunmadığını, kayyım atama kararlarının gerekçesi olmadığından dolayı meşru bir
    amacının da olmadığını belirtmiş; aslında hiç kayyım atanmaması gerektiğini, buna
    karşın denetim kayyımı atamak yerine yönetim kayyımı atandığını, uluslararası niteliği
    bulunan şirketlere bu şekilde el konulmasının ölçüsüz bir zarara yol açtığım, bu yüzden
    yapılan müdahalenin kamunun yararı ile kendisinin mülkiyet hakkı arasında olması
    gereken adil dengeyi bozduğunu belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri
    sürmüştür. Başvurucu, bu gerekçelerle ayrıca özel hayata saygı hakkının da ihlal
    edildiğini iddia etmiştir.
  4. Başvurucu 31/1/2018 tarihli dilekçesinde bireysel başvuru tarihinden
    sonra ilan edilen olağanüstü hâl çerçevesinde yayımlanarak yürürlüğe giren 677 sayılı
    KHK'nın 7. maddesine göre başvuruya konu şirketlerin TMSF'ye devredildiğini
    belirtmiştir. Başvurucu, olağanüstü hâl döneminde dahi temel hak ve hürriyetlerin
    askıya alınamayacağını ileri sürerek geçici nitelikte olması gereken olağanüstü hâl
    döneminde söz konusu şirketlerin yönetiminin bu şekilde devredilmiş olmasının kanuni
    dayanaktan yoksun olduğunu ifade etmiştir.
  5. Bakanlık görüşünde, 1/7/2016 tarihinde yapılan değişiklikle 5271 sayılı
    Kanun'un 133. maddesi uyarınca atanan kayyımların görevleriyle ilgili iş ve işlemlerden
    dolayı aynı Kanun'un 141. devamı maddeleri uyarınca devlet aleyhine tazminat davası
    açılabileceği belirtilmiştir. Bakanlık, bu sebeple başvuru yollarının usulünce
    tüketilmediğinin düşünüldüğünü bildirmiştir. Bakanlık, mülkiyet hakkının ihlal
    edildiğine ilişkin iddia çerçevesinde başvurucunun şirketlerinin faaliyetleri çerçevesinde
    işlenmekte olan bir suçun ve kuvvetli suç şüphesinin bulunmadığı yönündeki
    şikâyetlerinin ise özü itibarıyla kanun yolu şikâyetine ilişkin olduğunu belirtmiştir.
  6. Bakanlık, el koyma tedbirinin geçici olarak uygulandığına dikkat
    çekerek Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarında müdahalenin mülkiyetin kamu
    yararına kullanımının kontrolüne ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelendiğini
    bildirmiştir. Bakanlık bu bağlamda ilk olarak müdahalenin kanuni bir dayanağının
    olduğunu belirtmiştir. Bakanlık, bunun yanında suçla mücadele ve suç işlenmesinin
    önlenmesi amacı dikkate alındığında müdahalenin kamu yararına dayalı meşru bir
    amacının da olduğunu vurgulamıştır. Bakanlık, ceza soruşturması kapsamında
    başvurucuya uygulanan tedbire karşı yetkili makamlar önünde etkin bir itiraz imkânının
    tanındığını, söz konusu tedbir gereği atanan kayyımın yetkisinin özenle ve şirket
    menfaatleri gözetilerek yerine getirildiğini bildirmiştir. Bakanlık, bu çerçevede hâlen
    TMSF tarafından idare edilen şirketlerin kârlılık durumlarının devam etmekte
    olduğunun bildirildiğine işaret etmiştir. Bakanlık ayrıca, kayyımların işlemleri nedeniyle
    bir zarara uğramlması hâlinde tazminat davası açılabileceğini de vurgulamıştır. Bakanlık
    son olarak olağanüstü hâl ilanı ile birlikte derogasyon bildirimi yapıldığını da belirterek
    mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetlerin açıkça dayanaktan yoksun
    olduğunu bildirmiştir.
  7. Başvurucu, cevap dilekçesinde başvuru formundaki beyanlarını
    yinelemiştir.

2. Değerlendirme

  1. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa’nm 35.
    maddesi şöyledir:

“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz. ”

  1. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki
    nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder
    (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).
  2. Başvurucu, Başsavcılığın ceza soruşturması sırasında yaptığı basın
    açıklamasında yer verilen ifadeler sebebiyle masumiyet karinesinin ihlal edildiğini iddia
    etmiştir. Masumiyet karinesi, kişinin suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama
    makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilmemesini ve suçlu
    muamelesine tabi tutulmamasım güvence altına alır (Kürşat Eyol, B. No: 2012/665,
    13/6/2013, § 26, Kadir Sağdıç [GK],B. No: 2013/6617, 8/4/2015, § 27). Ancak olayda
    iddia makamı konumundaki Başsavcılığın söz konusu basın açıklamasının yapılan el
    koyma ve arama bulgularının paylaşımından ibaret olduğu dikkate alınarak masumiyet
    karinesi bakımından ayrıca inceleme yapılmamıştır.
  3. Başvurucunun derece mahkemelerince kanundaki koşullar
    gerçekleşmeden ve konuya ilişkin bilirkişi raporu da tebliğ edilmeden gerekçesiz olarak
    söz konusu şirketlere kayyım atandığı yönündeki şikâyetleri adil yargılanma hakkı ile
    suç ve cezalarda kanunilik ilkesinin ihlali iddiaları kapsamında da ileri sürülmüştür.
    Başvurucu ayrıca ortağı olduğu şirketlerdeki yönetim yetkisinin alınmasıyla mahkemeye
    erişim ve etkili başvuru haklarının da ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu; sulh
    ceza hâkimliklerinin doğal hâkim ilkesine aykırı olarak kurulmuş mahkemeler
    olduğunu, ayrıca bağımsız ve tarafsız da olmadıklarını belirtmiştir. Başvurucu, bu
    gerekçelerle şirketlere kayyım atanması nedeniyle özel hayata saygı hakkının da ihlal
    edildiğinden yakmmıştır. Bununla birlikte başvurucunun belirtilen şikâyetlerinin özü,
    ortağı ve yöneticisi olduğu şirketlerin yönetiminin kayyıma devredilmesi nedeniyle mal
    varlığı bakımından önemli zararlara yol açıldığı şikâyetine bağlı olarak mülkiyet
    hakkının ihlali iddiasına ilişkindir. Bu nedenle başvurucunun belirtilen ihlal iddiaları
    mülkiyet hakkı kapsamında incelenmiştir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

  1. Bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için
    öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir (Ayşe Zıraman ve Cennet
    Yeşilyurt,
    B. No: 2012/403, 26/3/2013, §§ 16, 17).
  2. 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (j)
    bendinde, eşyasına veya diğer mal varlığı değerlerine koşulları oluşmadığı hâlde el
    konulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer mal
    varlığı değerleri amaç dışı kullanılan ya da zamanında geri verilmeyen kişilere tazminat
    talebinde bulunabilme imkânı tanınmaktadır (bkz. § 40).
  3. Anayasa Mahkemesi, ceza soruşturması veya kovuşturması sırasında
    yargı organlarınca şüphelilerin eşyasına ya da mal varlığı değerlerine ilişkin olarak el
    koyma tedbirinin uygulandığı durumlarda bunun hukuka aykırı olduğu iddialarına
    ilişkin olarak bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla asıl dava sonuçlanmamış
    da olsa -ilgili Yargıtay içtihatlarına atıf yaparak- 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde
    öngörülen tazminat davası açma imkânının tüketilmesi gereken etkili bir hukuk yolu
    olduğu sonucuna varmıştır {Nuray Işık, B. No: 2014/7561,28/9/2016, §§ 60-69; Sinan
    Aydın Aygün (2),
    B.No: 2014/922,16/6/2016, §§ 61-69).
  4. Bununla birlikte somut olayda kayyım atanmasına ilişkin koruma
    tedbirinin devam ettiği gözönünde bulundurulmalıdır. Mülkiyet hakkına ilişkin bireysel
    başvurularda giderim bakımından kural olarak eski hâle getirme (restitutio in integrum)
    yükümlülüğü söz konusu olup bunun mümkün olamaması durumunda tazminat yolu
    etkili bir yol olarak görülmektedir (Halil İbrahim Köktepe, B. No: 2014/12521,
    19/4/2017, § 47). Bunun doğal bir sonucu olarak 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesi
    kapsamında öngörülen hukuk yolu giderim bakımından sadece tazminat içerdiğinden
    devam eden el koyma veya kayyım atanmasına ilişkin müdahaleler bakımından söz
    konusu hukuk yolu bu aşamada etkili olarak görülemez.
  5. Kayyım atanmasına ilişkin olarak soruşturma aşamasında hâkim
    tarafından 5271 sayılı Kanun'un 133. maddesi uyarınca verilen kararlara karşı ilgililer
    tarafından 5271 sayılı Kanun'un 267. maddesi uyarınca itiraz yoluna
    başvurulabilecektir. Somut olayda da başvurucunun kayyım atanmasına ilişkin karara
    karşı süresinde itiraz yoluna başvurduğu ve itirazının Ankara 6. Sulh Ceza Hâkimliğince
    12/11/2015 tarihinde reddedilmesi üzerine bireysel başvuruda bulunduğu
    anlaşılmaktadır (bkz. §§ 24-26). Bu durumda başvum yollarının usulünce tüketildiğinin
    kabulü gerekmektedir.
  6. Diğer taraftan başvuruya konu olayda şirketlerin yönetiminin kayyıma
    devredildiği dikkate alındığında şirket tüzel kişiliğinin başvurmasını güçleştiren hukuki
    sınırlamalar nedeniyle bu şirketlerin ortağı ve yöneticisi olduğu anlaşılan başvurucunun
    doğrudan ve güncel bir mağduriyetinin söz konusu olduğu değerlendirilmiştir (Benzer
    yöndeki karar için bkz. Özgür Güleç, B. No: 2014/11503, 1/2/2017, § 37).
  7. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar
    verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının
    ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b.           Esas Yönünden

  1. Mülkün Varlığı
  1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle
    bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır. Bu nedenle öncelikle başvurucunun
    Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate
    sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir {Cemile
    Ünlü,
    B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26; İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539,
    16/5/2013, §31).
  2. Mülkiyet hakkı, özel hukukta veya idari yargıda kabul edilen mülkiyet
    hakkı kavramlarından farklı bir anlam ve kapsama sahip olup bu alanlarda kabul edilen
    mülkiyet hakkı, yasal düzenlemeler ile yargı içtihatlarından bağımsız olarak özerk bir
    yorum ile ele alınmalıdır {Hüseyin Remzi Polge, B. No: 2013/2166,25/6/2015, § 31).
  3. Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı,
    ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını
    kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda mülk
    olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar
    ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve fikrî hakların yanı sıra icrası kabil
    olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir {Mahmut Duran ve
    diğerlen,
    B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60).
  4. Başvurucu, kayyım atanan şirketlerin ortağı ve yöneticisi
    konumundadır. Sermaye şirketlerinin ortaklık paylarının Anayasa’nın 35. maddesi
    kapsamında mülk olduğunda kuşku bulunmamaktadır (Hisse senetlerinin mülk teşkil
    ettiğine ilişkin benzer yöndeki karar için bkz. Josef Asboth, B. No: 2013/6484,
    31/3/2016, §46).
  1. Müdahalenin Varlığı ve Türü
  1. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına
    alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların
    koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma ve
    ondan tasarruf etme, onun ürünlerinden yararlanma olanağı verir (Mehmet Akdoğan ve
    diğerleri,
    B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma,
    mülkün semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden
    herhangi birinin sınırlanması mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve
    Afife Tarhan,
    B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53).
  2. Anayasa’nm 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer
    hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nm mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili
    üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nm 35. maddesinin birinci
    fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten
    barışçıl yararlanma hakkına
    yer verilmiş; ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl
    yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında,
    genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı
    zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir.
    Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı
    olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol
    etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nm diğer bazı maddelerinde de
    devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir.
    Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlemnesi,
    mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, §§
    55-58).
  3. Sermaye şirketlerinin idare edilmesi şirketin ekonomik faaliyetleri, mal
    varlığı ve gelirleri üzerinde tasarrufta bulunma yetkisi tanıması bakımından önem
    taşımaktadır. Dolayısıyla şirketler yönünden yönetimin kamu gücü kullanılarak kayyıma
    devredilmesinin şirket ortağı ve yöneticisi konumundaki başvurucu yönünden mülkiyet
    hakkı kapsamında tanınan tasarruf yetkisini kısıtladığı kuşkusuzdur (Benzer yöndeki
    karar için bkz. Emine Görgülü, B. No: 2014/5871, 6/7/2017, § 48). Diğer taraftan
    kayyım atama tedbiri, suç isnadı kapsamında uygulanan geçici bir koruma tedbiri
    mahiyetindedir. Bu tedbirle başvurucu, mevcut aşama itibarıyla mülkünden yoksun
    bırakılmış değildir. Bu tedbire terörizmin finansmanının önlenmesi ve güveni kötüye
    kullanma suçuna ilişkin muhtemel bir müsaderenin uygulanmasını temin amacıyla gerek
    duyulduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla esas itibarıyla toplum yararına aykırı olarak
    suçta kullanılmasının önlenmesi amacıyla mülkün kontrolü söz konusu olduğuna göre
    başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin mülkiyetin kullanımının
    kontrolüne veya düzenlenmesine ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelenmesi gerekir
    (Benzer yöndeki karar için bkz. Hanife Ensaroğlu, B. No: 2014/14195, 20/9/2017, § 52).
  1. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
  1. Anayasa’nm 13. maddesi şöyledir:

“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca
Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna,
demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük
ilkesine aykırı olamaz. ”

  1. Anayasa’nm 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak
    düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yaran amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği

öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de
gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Anılan madde uyarınca temel hak ve
özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı
olmaksızın Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak
kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya
uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve
ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarkan ve Afife Tarkan, §
62).

  1. Başvurucunun şikâyetine konu tedbir kararı, olağanüstü hâl ilamndan
    önce başlatılan bir soruştunna kapsamında ve henüz olağanüstü hâl ilan edilmeden önce
    verilmiştir. Her ne kadar bireysel başvuru incelemesi sırasında başvurucunun ortağı ve
    yöneticisi olduğu şirketlerdeki kayyım yetkisi olağanüstü hâl döneminde çıkarılan
    KHK'larla ile TMSF'ye devredilmiş ise de başvurucunun asıl şikâyeti kayyım atanması
    tedbirinin uygulanması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlali iddiasına yöneliktir.
    Dolayısıyla tedbir kararının verildiği tarih gözetildiğinde başvurunun Anayasa'nın 15.
    maddesi kapsamında incelenmesine gerek bulumnamaktadır. Sonuç olarak olağan
    dönemde yapıldığı anlaşılan başvuruya konu müdahalenin Anayasa'nın 13. ve 35.
    maddesinde yer alan güvencelere aykırı olup olmadığı tespit edilecektir.
  1. Kanunilik
  1. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi gereken ölçüt
    kanuna dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler
    bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna
    varılacaktır. Müdahalenin kanuna dayalı olması, iç hukukta müdahaleye ilişkin
    yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir kanun hükümlerinin bulunmasını gerektirmektedir
    (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B.No: 2014/6192,12/11/2014, § 44).
  2. Başvurucu, el koyma kararının kanuna aykırı olarak uygulandığını ileri

sürmektedir. Ancak hukuk kurallarının uygulanmasına yönelik şikâyetler bakımından
Anayasa Mahkemesinin görevi sınırlı olup Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru
kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya açık
bir keyfîlik içeren durumlar dışında derece mahkemelerinin hukuk kurallarını uygulama
ve yorumlama bakımından takdir yetkisine karışamaz. Yukarıda da değinildiği üzere
somut olayda müsadere yoluyla başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan bir
müdahalenin mevcut olduğu kuşkusuzdur (bkz. § 86). Mülkiyet hakkına yapılan bir
müdahalenin ise öncelikle belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir bir kanuni temelinin
bulunması gerekmektedir. Diğer bir deyişle somut başvuru bakımından Anayasa
Mahkemesi, öncelikle mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden müsadere tedbirinin
belirtilen şekilde kanuni bir dayanağının olup olmadığını tespit etmek durumundadır
(Benzer yöndeki karar için bkz. Torsan Orman Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., B. No;
2014/13677, 20/9/2017, § 63).                                  •

  1. Somut olayda başvuruya konu kayyım atanması tedbiri, 5271 sayılı
    Kanun'un 133. maddesi kapsamında uygulanmıştır. Bu maddenin birinci fıkrasında;
    suçun bir şirketin faaliyeti çerçevesinde işlenmekte olduğu hususunda kuvvetli şüphe
    sebeplerinin varlığı ve maddi gerçeğin ortaya çıkarılabilmesi için gerekli olması hâlinde
    soruştunna ve kovuşturma sürecinde, hâkim veya mahkemenin şirket işlerinin
    yürütülmesiyle ilgili olarak kayyım atayabileceği hüküm altına alınmıştır. Maddenin

dördüncü fıkrasında da kayyım atanması öngörülen suçlar gösterilmiştir. Kayyım
atanmasına ilişkin talep yazısında ve kararda da anılan fıkrada gösterilen suçtan
kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama ve silahlı örgüt ile bu örgütlere silah
sağlama suçlarmın işlendiği hususunda kuvvetli suç şüphesinin mevcut olduğu
belirtilmiştir.

  1. Diğer taraftan bireysel başvuru devam ederken olağanüstü hâl kapsamı
    çerçevesinde düzenlenen 674 sayılı KHK'nın 19. maddesi ile daha önce terör örgütlerine
    aidiyeti, iltisakı veya bu örgütle irtibatı nedeniyle kayyım atanmasına karar verilen
    şirketlerde görev yapan kayyımların yetkilerinin hâkim veya mahkeme tarafından
    TMSF'ye devredileceği ve devirle birlikte kayyımların görevlerinin sona ereceği
    belirtilmiştir.
  2. Sonuç olarak söz konusu Kanun ve KHK hükümlerinin açık, ulaşılabilir
    ve öngörülebilir mahiyette olduğu dikkate alındığında başvurucunun mülkiyet hakkına
    yapılan müdahalenin kanuna dayandığı kuşkusuzdur.
  1. Meşru Amaç
  1. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı ancak kamu
    yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı, mülkiyet hakkının kamu
    yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılması imkânı vermekle bir sınırlandırma
    amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının kamu yararı amacı dışında
    smırlanamayacağım öngörerek ve bu anlamda bir sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet
    hakkını etkin bir şekilde korumaktadır (Nusrat Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016, §
    53).
  2. Anayasa Mahkemesinin daha önceki kararlarında el koyma ve müsadere
    gibi tedbirlerin çeşitli kamu yararı amaçlarını taşıdığı açıklanmıştır. Buna göre söz
    konusu tedbirler ile suçta kullanılan, kullanılmak üzere hazırlanan veya suçtan meydana
    gelen eşyanın mahkûmiyete rağmen suçlunun elinde bırakılmaması, suçtan gelir elde
    edilmemesi, ayrıca suçla ilgili veya bizatihi suç teşkil eden eşyanın ülke ekonomisi,
    kamu düzeni ve güvenliği ile toplum ve çevre sağlığı bakımından arz ettiği tehlikelerin
    önlenmesi amaçlanmıştır. Böylece suçla mücadelede caydırıcılığın sağlanması, yeni
    suçların işlenmesinin önüne geçilmesi ve tehlikelilik arz eden suça konu mülkün
    kullanılmasının ve dolaşımının engellenmesi hedeflenmektedir (Bekir Yazıcı [GK], B.
    No: 2013/3044, 17/12/2015, § 64; Mahmut Üçüncü, B. No: 2014/1017, 13/7/2016, 76;
    Fatma Çavuşoğlu ve Bilal Çavuşoğlu, B. No: 2014/5167, 28/9/2016, § 69; Hanife
    Ensaroğlu,
    § 60).
  3. Uluslararası hukuk metinlerinde de suçla mücadelede bu gibi tedbirlerin
    etkin bir yaptırım olarak kullanılması gerektiği belirtilmektedir. Nitekim ülkemizin de
    taraf olduğu 141 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanması, Aranması, Zapt Edilmesi ve
    Müsadere Edilmesi Hakkında Avrupa Konseyi Sözleşmesi ile 198 sayılı Terörizmin
    Finansmanı ve Suçtan Elde Edilen Gelirlerin Aklanması, Aranması ve Müsaderesi
    Hakkmdaki Avrupa Konseyi Sözleşmesinde; giderek artan ölçüde uluslararası bir sorun
    hâline gelen suça karşı mücadelenin uluslararası düzeyde modem ve etkin yöntemlerin
    kullanılmasını gerektirdiği, bu yöntemlerden birinin de el koyma ve müsadere tedbirleri
    olduğu ve bu alanda uluslararası iş birliğine de ihtiyaç duyulduğu belirtilmektedir.
    Ayrıca yine ülkemizin taraf olduğu Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul
    Terörizmin Finansmanının Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşme de terörizmin

finansmanının engellenmesi bakımından el koyma ve müsadere gibi tedbirlerin
uygulanmasının gerekli olduğunu düzenlemektedir (bkz. §§48-51).

  1. Terörizmin finansmanının önlenmesi günümüzde hem ulusal hem de
    uluslararası alanda son derece büyük bir sorun teşkil eden terör örgütleriyle mücadele
    bakımından büyük önem taşımaktadır. Terörizme mali kaynak sağlayan kişi veya
    kurumlarm mal varlıklarının geçici olarak dondurulması veya somut olayda olduğu gibi
    şirketlerin yönetiminin tedbir amacıyla kamu gözetimi ya da denetimine alınması gibi
    tedbirler, terör örgütleri veya diğer organize suç örgütleriyle mücadele bakımından
    gerekli görülmektedir. Özellikle ekonomiyi, toplumsal ve siyasal gücü yönetmeyi
    amaçladığı belirtilen FETÖ/PDY gibi bir yapının yukarıda değinilen karmaşık mali
    yapısı ve örgütlenmesi dikkate alındığında (bkz. § 15) söz konusu tedbirlerin
    uygulanmasının suçla mücadele bakımından önemi ve yaran yadsınamaz.
  2. Somut olayda ise başvurucunun ortağı ve yöneticisi olduğu şirketler
    grubunun kayyıma devredilmesinin terörizmin finansmanının önlenmesi amacıyla ve
    suçtan elde edildiği gerekçe gösterilerek muhtemel bir müsaderenin sonuçsuz
    kalmaması için gerekli görüldüğü anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bu tedbirin
    uygulanmasının kamu yararına dayalı meşru bir amacı bulunmaktadır.
  1. Ölçülülük
    (a) Genel İlkeler
  1. Son olarak kamu makamlarınca başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan
    müdahaleyle gerçekleştirilmek istenen amaç ile bu amacı gerçekleştinnek için
    kullanılan araçlar arasında makul bir ölçülülük ilişkisinin olup olmadığı
    değerlendirilmelidir.
  2. Ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt
    ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı
    gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından
    müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile
    ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile
    ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade
    etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53,
    27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 38).
  3. Ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının sınırlandırılması
    hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir dengenin
    kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun şahsi olarak aşırı bir yüke
    katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş olacaktır. Müdahalenin ölçülülüğünü
    değerlendirirken Anayasa Mahkemesi; bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın
    önemini, diğer taraftan da müdahalenin niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin
    davranışlarını gözönünde bulundurarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate alacaktır
    (Arif Güven, B. No: 2014/13966,15/2/2017, §§ 58, 60).
  4. Anayasa'nm 35. maddesi usule ilişkin açık bir güvenceden söz
    etmemektedir. Bununla birlikte mülkiyet hakkının gerçek anlamda korunabilmesi
    bakımından bu madde Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında da ifade edildiği
    üzere mülk sahibine müdahalenin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde
    uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarım sorumlu makamlar önünde etkin bir

biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsamaktadır. Bu
değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (Başvurucuya
diğer unsurlar yanında ayrıca etkin bir savunma hakkı tanındığından müdahalenin ölçülü
görüldüğü kararlar için bkz. Eyyüp Baran, B. No: 2014/8060, 29/9/2016, §§ 75-95;
Fatma Çavuşoğlu ve Bilal Çavuşoğlu, §§ 74-89; buna karşılık aynı koşulun yargılama
sürecinde sağlanmaması nedeniyle müdahalenin ölçüsüz görüldüğü kararlar için bkz.
Mahmut Üçüncü, §§ 79-102; Arif Güven, §§ 57-72).

  1. Ayrıca el koyma veya müsadere gibi tedbirler yoluyla mülkiyet hakkına
    yapılan müdahalelerin bireyin menfaatleri ile kamunun yararı arasında olması gereken
    adil dengeyi bozmaması için suça veya kabahate konu eşyanın malikinin davranışı ile
    kanunun ihlali arasında uygun bir illiyet bağının olması ve iyi niyetli eşya malikine
    eşyasını -tehlikeli olmaması kaydıyla- geri kazanabilme olanağının tanınması veya iyi
    niyetli malikin bu nedenle oluşan zararının tazmin edilmesi gerekmektedir (Bekir Yazıcı,
    §§31-80; Hanife Ensaroğlu, § 66).
  2. Yukarıda da değinildiği üzere mülkiyet hakkını sınırlandıran bir tedbirin
    uygulanmasının Anayasa'nın 13. ve 35. maddelerine göre ölçülü olabilmesi için bu
    tedbirin öngörülen kamu yararı amacını gerçekleştirmeye elverişli olması ve bu tedbirin
    uygulanması dışında aynı amacı gerçekleştirmeye yarar daha elverişli başka bir aracın
    da bulunmaması gerekmektedir. Bunun yanında söz konusu tedbir gerek kapsamı
    gerekse de süresi itibarıyla orantılı olarak uygulanmalıdır. Kamu yararı amacı
    doğrultusunda mülkle ilgili olarak bu ve benzeri tedbirlerin uygulanmasının zarara yol
    açması ise kaçınılmazdır. Ancak bu zararın kaçınılmaz olandan ağır veya aşırı sonuçlara
    da yol açmaması ya da oluşması durumunda böyle bir zararın kamu makamlarınca
    makul bir sürede, uygun bir yöntem ve vasıtalarla gideriminin sağlanması
    gerekmektedir. Buna göre kamu makamlarının kanuna dayalı olarak ve ilgili kamu
    yararı amacı doğrultusunda mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirler uygulaması
    ve bu tedbirlerin belirli bir sürede devam etmesi ancak bireyin haklarının korunmasının
    gerekliliklerine uyulduğu takdirde ölçülü görülebilir (Hanife Ensaroğlu, 67).

(b) İlkelerin Olaya Uygulanması

  1. Başvurucunun gelirlerinin suçtan elde edildiği veya suçta kullanılacağı
    şüphesiyle ortağı ve yöneticisi olduğu şirketlerin kayyıma devredilmesinin terörizmin
    finansmanının önlenmesi ve muhtemel bir müsaderenin güvence altına alınması amacı
    bakımından elverişli olmadığı söylenemez.
  2. Suçla ve özellikle de örgütlü suçlarla mücadele gibi zor bir alanda hangi
    tedbirlerin gerekli olup olmadığının değerlendirilmesi öncelikli olarak ilgili kamu
    makamlarının yetkisindedir. Bu alanda ne gibi tedbirlerin alınması gerektiği hakkında
    sorumlu ve yetkili otoriteler daha isabetli karar verebilecek konumdadır. Bu nedenle
    hangi tedbirin uygulanacağının belirlenmesi hususunda idarelerin belli ölçüde takdir
    yetkisi bulunmaktadır. Ne var ki seçilen aracın gerekliliğine ilişkin olarak idarelerin
    sahip olduğu takdir yetkisi sınırsız değildir. Tercih edilen aracın müdahaleyi ulaşılmak
    istenen amaca nazaran bariz bir biçimde ağırlaştırması durumunda Anayasa
    Mahkemesince müdahalenin gerekli olmadığı sonucuna ulaşılması mümkündür. Ancak
    Anayasa Mahkemesinin bu kapsamda yapacağı denetim, seçilen aracın isabet derecesine
    yönelik olmayıp hak ve özgürlükler üzerinde oluşturduğu müdahalenin ağırlığına
    dönüktür.
  3. Somut olayda başvurucu, denetim kayyımı atanmak suretiyle de istenen
    amacın gerçekleştirilebileceğini ileri sürmüştür. Ancak Ankara 5. Sulh Ceza
    Hâkimliğinin kayyım atamaya ilişkin kararında da bu husus irdelenmiş ve söz konusu
    şirketlerin büyüklüğü, bu şirketler vasıtasıyla işlendiği iddia edilen suçların kapsamı,
    yoğunluğu ve etkinliği gerekçeleriyle yönetim organının kararlarını denetlemek üzere
    kayyım atanmasının yeterli görülmediği ifade edilmiştir. Sulh Ceza Hâkimliğine göre bu
    şirketlere sadece denetün yönünden kayyım atanması atılı suçların işlenmesine engel
    olamayacağı gibi delillerin toplanması ve maddi gerçeğin ortaya çıkarılması yönünden
    de yetersiz kalacaktır. Dolayısıyla belirtilen gerekçeler ve kamu makamlarının bu
    alandaki takdir yetkileri dikkate alındığında somut olayın koşulları altında müdahalenin
    gerekliliği hususunda yapılan değerlendinnenin aksi bir sonuca ulaşmayı gerektirecek
    bir nedeni bulunmamaktadır.
  4. Somut olaydaki müdahalenin ölçülülüğünün değerlendirilmesi
    bakımından asıl önem taşıyan ölçüt orantılılıktır. Öngörülen tedbirin maliki olağan dışı
    ve aşırı bir yük altına sokması durumunda müdahalenin orantılı ve dolayısıyla ölçülü
    olduğundan söz edilemez. Bu itibarla, uygulanan tedbirle başvuruculara aşırı ve
    orantısız bir yük yüklenip yüklenmediğinin tespiti gerekmektedir.
  5. Bu bağlamda öncelikle başvurucuya uygulanan tedbire karşı iddia ve
    savunmalarını etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınıp tanınmadığı
    değerlendirilmelidir. Her ne kadar başvurucu bilirkişi raporuna karşı itirazlarının
    değerlendirilmediğini ve derece mahkemelerinin kararlarının yeterli bir gerekçe
    içermediğini belirtmiş ise de başvurucunun kayyım atama kararma karşı süresinde
    yaptığı itiraz üzerine Ankara 6. Sulh Ceza Hâkimliğince verilen kararda konuya ilişkin
    olarak ayrıntılı tespit ve değerlendinnelerin yer aldığı görülmektedir. İtiraz dilekçesinde,
    kendisini avukat ile temsil ettiren başvurucunun bilirkişi raporuna karşı beyanlarının da
    mevcut olduğu görülmektedir.
  6. Ankara 5. Sulh Ceza Hâkimliğinin kararında konuya ilişkin teknik
    değerlendirmeleri içeren MASAK raporu ile yetinilmemiş, ayrıca Bilirkişi Kurulundan
    da rapor alınmıştır. Başvurucunun itirazlarını değerlendiren Ankara 6. Sulh Ceza
    Hâkimliğinin kararında da başvurucunun iddialarına yer verilerek rapordaki bulgular
    tartışılmıştır. Bu anlamda başvurucunun itiraz aşamasında bilirkişi raporuna karşı
    beyanlarını sunabildiği dikkate alındığında kayyım atama kararından önce söz konusu
    raporun tebliğ edilmemesi de bir sorun teşkil etmemektedir. Diğer taraftan itiraz üzerine
    verilen kararda ceza usulüne ilişkin hususlar yanında mülkiyet hakkının anayasal
    güvenceleri bakımından da bazı değerlendirmeler yapılmıştır. Ayrıca başvurucunun
    itirazları üzerine bazı şirketler üzerindeki kayyım atama kararları da ek kararlarla
    kaldırılmıştır. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yapılan müdahaleye karşı başvurucunun
    etkin bir biçimde itiraz edebilme olanağı bulduğu ortadadır.
  7. Başvurucu bu bağlamda ayrıca sulh ceza hâkimliklerinin doğal hâkim
    ilkesine aykırı olarak kurulmuş mahkemeler olduğunu, bağımsız ve tarafsız da
    olmadıklarını belirtmiştir.
  8. Anayasa Mahkemesince sulh ceza hâkimliklerinin kanuni hâkim
    güvencesini sağlamadıklarına, tarafsız ve bağımsız mahkeme olmadıklarına, tutukluluğa
    itirazın bu yargı mercilerince karara bağlanmasının etkili bir itirazda bulunmayı
    imkânsız hâle getirdiğine ilişkin iddialar birçok kararda incelenmiş; bu kararlarda sulh
    ceza hâkimliklerinin yapısal özellikleri dikkate alınarak söz konusu iddiaların açıkça

dayanaktan yoksun olduğu sonucuna varılmıştır (Hikmet Kopar ve diğerleri [GK], B.
No: 2014/14061, 8/4/2015, §§ 101-115; Mehmet Baransu (2), B. No: 2015/7231,
17/5/2016, §§ 64-78). Somut başvuruda, aynı mahiyetteki iddialara ilişkin olarak anılan
kararlarda varılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

  1. Diğer taraftan belirtmek gerekir ki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı
    konusunda Anayasa'mn 19. maddesinin dördüncü fıkrasında belirtilen suçun işlendiğine
    ilişkin "kuvvetli belirti" veya 5271 sayılı Kanun'da ifade edilen "kuvvetli suç şüphesi"
    gibi kavramlara mülkiyet hakkına ilişkin Anayasa'mn 35. maddesinde yer verilmemiştir.
    Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin mülkiyet hakkına yönelik olarak yapılan bireysel
    başvurularda tutuklama tedbirinin uygulanabilmesi için Anayasa'mn 19. maddesiyle
    getirilen bir ek güvence olduğu anlaşılan suçun işlendiğine ilişkin kuvvetli belirti veya
    kuvvetli suç şüphesi gibi kavramlara yönelik bir değerlendinne yapması söz konusu
    değildir. Bununla birlikte mülkiyet hakkına müdahaleye yol açan tedbirlerin keyfî veya
    öngörülemez biçimde uygulanmaması gerekmektedir. Aksi takdirde mülkiyet hakkının
    etkin bir biçimde korunması mümkün olmaz. Bu sebeple kamu makamlarınca
    başvurucunun eylemi ile tedbire yol açan kanuna aykırılık arasında bağlantı olduğunu
    gösterir makul bir değerlendirme yapılmalıdır.
  2. Başvurucunun şirketlerinin kayyıma devredilmesinin temel gerekçesi
    olarak suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerinin aklanması, silahlı örgüt veya bu
    örgütlere silah sağlama suçlarının işlenmekte olduğuna ilişkin kuvvetli suç şüphesinin
    mevcut olduğu gösterilmektedir. Yargısal makamların bu değerlendirmelerinin ise
    uzman bilirkişi raporu ve MASAK raporu doğrultusunda bazı somut olgulara dayandığı
    görülmektedir. Elbette başvurucuların atılı suçlan işleyip işlemedikleri, bu çerçevede
    kayyım atanan şirketlerin akıbetinin ne olacağı ve müsaderenin gerekip gerekmediği,
    iddia ve savunma ortaya konularak yapılacak çelişmeli yargılama neticesinde
    belirlenebilecektir. Anayasa Mahkemesinin bu aşamada bilirkişi raporlarındaki birtakım
    teknik bulgu ve tespitler yönünden herhangi bir değerlendirme yapabilmesi söz konusu
    değildir.
  3. Somut olayda Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen
    13/6/2017 tarihli iddianame ile terörizmin finansmanı yönünden dosyanın tefrikine karar
    verilmiş; ayrıca başvurucunun güveni kötüye kullanma, 213 ve 6263 sayılı Kanunlara
    muhalefet gibi tedbir aşamasında belirtilmeyen suçlardan da cezalandırılması istenmiş
    ve güveni kötüye kullanma suçundan başvurucu hakkında müsadere talebinde
    bulunulmuştur. Ceza soruşturması sırasında elde edilen bilgi, belge ve delillere göre
    suçun mahiyetinin değişebileceği gözetilmelidir. Kaldı ki başvurucu hakkında kayyım
    atanmasına da yol açan terör örgütü yöneticiliği suçlamasıyla ceza davası açıldığı ve
    ayrıca terörizmin finansmanının önlenmesi çerçevesinde müsadere talep edildiği dikkate
    alınmalıdır. Sonuç olarak başvuruya konu tedbir kararının keyfî veya öngörülemez
    olduğu söylenemez.
  4. Ayrıca ceza soruşturmasının mahiyeti ve başvurucuya isnat edilen
    suçların niteliği gözetildiğinde başvurucunun kayyım atama sürecine dâhil olamadığı
    şikâyetinin de yersiz olduğu anlaşılmaktadır. Bu kapsamda, olağanüstü hâl döneminde
    çıkarılan kanun hükmünde kararnameler ile söz konusu şirketlerdeki kayyımlık
    yetkisinin bir kamu kuruluşu olan TMSF'ye devredilmesinin ise başvurucu yönünden bir
    olumsuzluğa yol açmadığı değerlendirilmektedir.
  5. Diğer taraftan bilirkişilerce çeşitli muhasebe hilelerinin yapıldığının
    bildirildiği, kayyım atanan şirketlerin mali yapılarının karmaşıklığı, şirketlerin
    bilançolarının, mal varlıklarının ve gelir durumlarının ceza soruşturmasının ilk
    aşamalarında değerlendirilmesini güçleştirebilir. Nitekim iddianamede başvurucunun da
    aralarmda olduğu sanıkların suçtan elde ettiği ileri sürülen gelirler gösterilmiş,
    yargılama sırasında da ceza mahkemesince konu hakkında bilirkişi raporu düzenlenmesi
    yönünde ara kararı verilmiştir. Netice itibarıyla suçtan elde edilen gelirden fazlasına el
    konulmaması ve müsadere edilmemesi gerekmekle birlikte somut olayda tedbirin
    amacının yalnızca muhtemel bir müsaderenin güvence altına alınması olmayıp diğer bir
    amacının da terörizmin finansmanının önlenmesi olduğu dikkate alınmalıdır. Ayrıca
    olayın karmaşıklığı gözetildiğinde suçtan elde edilen gelirlerin tespitine ilişkin sürecin
    belirli bir zaman alacağı dikkate alındığında ve sonradan iddianamede gösterilen suçtan
    elde edildiği ileri sürülen gelir tutarlarıyla karşılaştırıldığında kayyım atama kararının
    açık bir orantısızlık da içermediği anlaşılmaktadır.
  6. Son olarak Ankara 6. Sulh Ceza Hâkimliğinin kararında da değinildiği
    üzere kayyımın yaptığı iş ve işlemlere karşı çeşitli hukuk yollarının mevcut olduğu
    görülmektedir. Buna göre 5271 sayılı Kanun'un 133. maddesinin (2) numaralı
    fıkrasında, kayyıma şirket bütçesinden ödenen ücretin tamamının soruşturma veya
    kovuşturma konusu suçtan dolayı kovuşturmaya yer olmadığı veya beraat kararının
    verilmesi hâlinde kanuni faiziyle birlikte ödeneceği hüküm altına alınmıştır. Ayrıca aynı
    maddenin (3) numaralı fıkrasında, ilgililerin atanan kayyımın işlemlerine karşı görevli
    mahkemeye 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu ve 29/6/1956 tarihli
    ve 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre başvurabilecekleri belirtilmiştir.
    Dolayısıyla başvurucunun bu maddeye göre şirketlerin yönetimi ile ilgili olarak
    kayyımın işlemlerine karşı her zaman dava açabilme hakkı bulunmaktadır. Bunun
    yanında yine bu maddenin (4) numaralı fıkrasında, kayyımların görevleriyle ilgili iş ve
    işlemlerinden dolayı 5271 sayılı Kanun'un 142. ila 144. maddeleri uyarınca devlet
    aleyhine tazminat davası açılabileceği düzenlenmiştir.
  7. Bu durumda özellikle örgütlü suçlarla mücadele alanında kamu
    makamlarının sahip olduğu geniş takdir yetkisinin bulunduğu ve somut olayda şikâyet
    edilen tedbirin niteliği ile bu tedbire ilişkin olarak başvurucuya sağlanan güvenceler
    dikkate alındığında müdahalenin başvurucuya şahsi olarak aşırı ve olağan dışı bir külfet
    yüklemediği değerlendirilmiştir. Bu sebeple başvuruya konu müdahalenin kamu yaran
    ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunması arasında olması gereken adil dengeyi
    bozmadığı ve ölçülü olduğu sonucuna varılmıştır.
  8. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nm 35. maddesinde güvence altına
    alman mülkiyet hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
  1. İfade ve Basın Özgürlüklerinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia
  1. Son olarak başvurucu, ortağı olduğu medya şirketlerine kayyım
    atanması nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
    Başvurucu; bu bağlamda medya kuruluşlarına kayyım atanmasının kanuni veya
    öngörülebilir olmadığını, bunun meşru bir amacının da bulunmadığını belirtmiştir.
    Başvurucu bu bağlamda ayrıca kayyım atanması için hiçbir acil sosyal ihtiyacın söz
    konusu olmadığını ve müdahalenin ölçüsüz olduğunu ifade etmiştir.
  2. Anayasa’nm 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve
    6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında
    Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereği bireysel başvuru yoluyla Anayasa
    Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir.

Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup bu
ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve
yargısal makamlann görevidir. Bu nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği
iddialarının öncelikle derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar
tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve
Cennet Yeşilyurt,
B. No: 2012/403,26/3/2013, § 16).

  1. Başvurucuların özel hayata saygı hakkı ile ifade ve basın özgürlüklerine
    ilişkin şikâyetlerini başka herhangi bir merci önünde ileri sürmeden doğrudan Anayasa
    Mahkemesine bireysel başvuruda bulundukları anlaşılmaktadır. Bu kapsamda arama
    tedbirinin uygulanması nedeniyle başvurucuların anılan haklarının ihlal edildiğine
    ilişkin şikâyetleri yönünden etkili bir olağan kanun yolunun var olup olmadığı
    belirlenmelidir.
  2. Tüketilmesi gereken başvuru yollarının ulaşılabilir olması yanında telafi
    kabiliyetini haiz olması ve tüketildiğinde başvurucunun şikâyetlerini gidermede makul
    başarı şansı tanıması gerekir. Dolayısıyla mevzuatta bu yollara yer verilmesi tek başına
    yeterli olmayıp uygulamada da etkili olduğunun gösterilmesi ya da en azından etkili
    olmadığının kanıtlanmamış olması gerekir (Ramazan Araş, B. No: 2012/239, 2/7/2013,
    §29).
  3. Başvurucunun ortağı ve yöneticisi olduğu şirketlere kayyım atanması
    tedbiri altın madenciliğinden enerji, gıda, medya, bilişim, sigorta, tedarik, turizm,
    seyahat sektörlerine uzanan geniş bir alanda faaliyet gösteren şirketler grubunun bütünü
    yönünden uygulanmıştır. Buna göre söz konusu tedbir bu şirketler grubunda yer alan
    bazı basın yayın organları yönünden münferit olarak uygulanmış değildir. Somut olayda
    bu tedbirin uygulandığı şirketler grubunun genel olarak faaliyetlerinin terörizmin
    finansmanı ve diğer bazı suçlar çerçevesinde soruşturma ve kovuştunnaya konu edildiği
    dikkate alınmalıdır. Başvurucunun bu çerçevedeki ihlal iddiaları ise mülkiyet hakkı
    kapsamında incelenmiştir. Diğer bir deyişle şikâyet edilen tedbirin münhasıran basın ve
    yayın kuruluşlarına yönelik olarak değil mülkiyetin kullanımının kamu yararına
    kontrolü çerçevesinde pek çok sektörde faaliyet gösteren şirketler grubu yönünden genel
    bir uygulamanın parçası olarak uygulandığı değerlendirilmiştir.
  4. Diğer taraftan bireysel başvuru sırasında olağanüstü hâl çerçevesinde
    şirketler grubunda yer alan bazı basm yayın organlarının kararname ile kapatıldığı
    görülmektedir. Ancak 23/1/2017 tarihli ve 29957 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak
    yürürlüğe giren 685 sayılı Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu Kurulması
    Hakkında KHK'nın 1. maddesiyle Anayasa'nm 120. maddesi kapsamında ilan edilen ve
    21/7/2016 tarihli Türkiye Büyük Millet Meclisi kararıyla onaylanan olağanüstü hâl
    kapsamında terör örgütlerine veya devletin millî güvenliğine karşı faaliyette
    bulunduğuna MGK tarafından karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği,
    mensubiyeti, aidiyeti, iltisakı veya bunlarla irtibatı olduğu gerekçesiyle başka bir idari
    işlem tesis edilmeksizin doğrudan KHK hükümleri ile tesis edilen işlemlere ilişkin
    başvuruları değerlendirmek ve karara bağlamak üzere Olağanüstü Hal İşlemleri
    İnceleme Komisyonu kurulmuştur. Sonradan oluşturulan bu başvuru yolunun
    ulaşılabilirlik açısından ve başarı şansı sunma ile yeterli giderim sağlama kapasitesi
    yönünden etkili bir kanun yolu olup olmadığı Anayasa Mahkemesince incelenmiş ve bu
    kanun yolunun tüketilmesi gereken bir başvuru yolu olduğu ifade edilmiştir (Remziye
    Duman,
    B. No: 2016/25923,20/7/2017, §§ 39-47).
  5. Dolayısıyla başvurucunun ihlal iddiaları dikkate alındığında ilk bakışta
    ulaşılabilir ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama
    kapasitesi olduğu görünen, (Komisyona) başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun
    incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna
    varılmıştır.
  6. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının
    tüketilmemesi
    nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
  1. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

  1. 1. İfade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın
    başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL
EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

  1. Anayasa’mn 35. maddesinde güvence altına alman mülkiyet hakkının
    İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
  2. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA,
  3. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE
    24/5/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

Başkan

Engin YILDIRIM

Üye                                          Üye

Osman Alifeyyaz PAKSÜT           Celal Mümtaz AKINCI

Üye

M.Emin KUZ

Üye

Muammer TOPAL