2010 referandumunda “evet” veya “yetmez ama evet” pozisyonunu savunanlara karşı yoğun muhalefet sergilemiş olanların pek çoğu bugün dahi onları çok da ahlaki olmayan şekilde suçlamaları devam ediyor olsa da, referandumda kabul edilen bireysel başvuru Türkiye'nin önünü açan ve özgürlükleri güçlendiren sonuçlar doğuruyor. Bireysel başvurudan en fazla yararlananlar o kesimden olsalar da öyle. Çünkü özgürlük, kimin olduğuna bakılmaksızın, değerlidir! 
Anayasa Mahkemesi adil yargılama ve haksız yahut uzun tutukluk nedeniyle özgürlükleri ihlal edilenler bakımından haksızlığı giderici kararlar vermeye başladı. 
Balbay ve KCK'lı vekil tutuklu lar hakkında verdiği kararlardan sonra İlker Başbuğ'un müebbet hapse çarptırıldığı davada da “ihlal” kararı verdi. Yine hatırlayalım, bireysel başvuruyu savunduğumuz günlerde çok önemli hukuk akademisyenleri, “bununla bireylerin AİHM'e başvuru imkanları ellerinden alınacak” diye akla ziyan gerekçelerle ciddi ciddi itirazlar yükseltmişlerdi. 
Yetersiz de olsa ve halen pek çok sorun ile mustarip olsa da, Anayasa Mahkemesi 2010 referandumuyla kavuştuğu demokratik meşruiyetin ardından özgürlük alanını genişletici bir işlev üstlendi. 
Mahkemenin adil yargılama ve tutukluluk konularında, yani kısaca usule aykırılık nedeniyle gerçekleşen hak ihlallerine yönelik kararlarında, davanın esasına ilişkin elbette bir karar vermiş değil. Balbay'ın, BDP'li vekillerin veya Başbuğ'un beraat etmesi gerektiğini söylemiyor. Örneğin Başbuğ hakkında verilen kararda şöyle diyor: 
“Özgürlükten yoksun bırakmanın hukuki olmadığı iddiasının mahkemesince etkili bir şekilde incelenmeden reddedilmesi ve mahkumiyete ilişkin gerekçeli kararın açıklanmamasından dolayı Yargıtay önüne götürülememiş olması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği kapsamında Anayasa'nın 19. maddesinin sekizinci fıkrasının I·HLAL EDI·LDI·GˆI·NE...” 
Bu kararda Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi'nde (ÖYM) yapılan yargılamanın, bu yargılamaya yol açan iddianamenin, bu iddianamede dile getirilen delillerin vs. doğruluğu veya yanlışlığı hakkında bir şey söylemiyor. 
Söylemesi de şimdilik mümkün değil, zira karardan da anlaşıldığı üzere, Başbuğ hakkındaki mahkumiyet kararı yedi aydır gerekçesi yazılmadığı için temyize yani üst denetim mercii olan Yargıtay'a dahi ulaştırılabilmiş değil. 
Davanın esasına ilişkin bireysel başvuru için kararın kesinleşmiş olması gerekiyor. 
İşin teknik boyutu böyle. 
Ancak diğer bir boyutu daha var. O da kanaatimce esası etkileyecek türden. 
17 Aralık süreci, hukuk dışı bir yapının, hukuk kurallarını ve yargıda ele geçirdikleri mevkileri, gayrimeşru bir hedefe ulaşmak için etik dışı yöntemlerle nasıl kullandığını gözler önüne serdi. 
Türkiye'de ve uluslararası kamuoyunda bu davalarda da benzer yöntemler kullanılarak gayrimeşru bir siyasal hedefe ulaşılmak istendiğine yönelik derin kuşkular ortaya çıktı. 
Siyasi irade, bu yapıyla anayasanın tanıdığı yetkileri kullanarak mücadele etmeye başladı. Yasa koyucu bu yapının kümelendiği ÖYM'leri özel yetkili savcılık kurumuyla birlikte tümden kaldırdı. Anayasa Mahkemesi de yaptığı incelemelerde bu mahkemelerin “şimdilik sadece” usule ilişkin konularda adil olmayan uygulamalar yaptığını saptamış oldu. Bu durum gerek yasa koyucunun, gerekse Anayasa Mahkemesi'nin bu davaların esasına ilişkin konularda da önemli sorunların bulunduğuna yönelik bir kanaatinin işareti olarak görülebilir. 
Görülmelidir de... 
Anayasa Mahkemesi'nin Başbuğ kararının son kısmında, yeniden incelemenin, ÖYM yerine olağan bir Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülmesi gerektiğini belirtmiş olması, çok önemli bir vurgudur. Bu vurgunun özellikle Balyoz davası bakımından yeniden yargılama gerekçesine dönüşmesi pekâlâ mümkündür. 
Darbeyle mücadeleye evet ama adilce... 
Ve başka darbeci yapılara fırsat vermeden...