İKİNCİ BÖLÜM

KARAR

Başvuru Numarası: 2012/1184

Karar Tarihi: 16/7/2014

İKİNCİ BÖLÜM

KARAR

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucu, bir elektronik iletide kullandığı sözlerden dolayı tazminat ödemeye mahkûm edilmesi nedeniyle Anayasa'nın 26. maddesinde koruma altına alınan düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün ve Anayasa'nın 36. maddesinde koruma altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 19/12/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 24/12/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Bölüm tarafından 23/1/2014 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru konusu olay ve olgular 24/1/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı görüşünü 25/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 25/3/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 7/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu olayların geçtiği tarihte, Ankara Üniversitesinde Profesör ve Rektör Yardımcısı olarak görev yapmaktadır.

9. Aynı üniversitede görevli diğer bir profesör olan O.Ö. 2158 kişinin üye olduğu bir elektronik ileti gurubunda üniversite yönetiminin icraatlarını eleştirmiştir. O.Ö'nün eleştirileri şu şekildedir:

"Turnikelerin kaldırılması ile ilgili birkaç soru: 1. Daha önce turnikelerin kaldırılması, öğretim üyeleri ve öğrenciler tarafından defalarca istenmiş olduğu ve bu konudaki rahatsızlıklar dile getirildiği halde yönetim neden hep sessiz kaldı' 2. Şimdi birdenbire kaldırılmasının nedenini yönetim bize açıklayabilir mi' 3. Bu hareket bir seçim yatırımı mı' Soruların cevaplanması umudu ile."

10. Başvurucu O.Ö.'nün eleştirilerine cevap olarak onun elektronik ileti hesabına 8/2/2011 tarihinde şu içerikli bir elektronik ileti göndermiştir:

"Sayın O.Ö, ilginç mesajınızı kişiliğinizin aynası olarak algılıyorum. Hani bazı insanlar vardır, ne yapılırsa yapılsın aşağılık duygularının yansısı olarak tepki verirler ya sizinki de öyle bir şey. Bu iş seçim yatırımı değildir. Sizin kime oy vereceğiniz de kimsenin umurunda değil inanın. Biz yönetim olarak yapılması gerekeni yapılması gerektiği zamanda yapıyoruz"

11. O.Ö., başvurucunun yalnız kendisine göndermiş olduğu elektronik iletiyi 9/2/2011 tarihinde elektronik ileti gurubuna atarak guruba dâhil tüm üyelerin görmesini sağlamıştır.

12. O.Ö., başvurucu aleyhine 23/2/2011 tarihinde Ankara 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açmıştır.

13. Ankara 2. Asliye Hukuk Mahkemesi, 21/6/2011 tarihinde "Davalının verdiği cevapta; davacıya iltifatta bulunulmamıştır, tartışmaya tarafların mensubu olduğu akademik camianın seviyesine uygun veya orta halli insanların anlayışına uygun şekilde iştirak edilmemiş, tereddüde yer bırakmayacak şekilde davacının girdiği tartışmadaki düşüncelerin, aşağılık duygularının yansıdığı kişiliğin aynası olarak görülerek hakaret edilmiştir. İki kişi arasında özel yazışmada cevap olarak gönderilmemiş aksine Ankara Üniversitesi öğretim mensubu 2158 kişiye açık haberleşme sitesine gönderilmiştir. Tasvip edilmeyen bir düşünceye veya açıklamaya hakaretle cevap verilmiştir. Üniversitede öğretim üyesi olan bir kimseye veya ünvanı olmayan herhangi bir kimseye rektör yardımcısı bir akademisyen tarafından aşağılık duygusu taşıdığı ithamı o kişiyi üzer ve kişilik haklarını ihlal eder, tarafların ekonomik durumu dikkate alınarak B.K 49. maddesine göre manevi tazminata hükmedilmesi gerekmiştir" gerekçesi ile başvurucunun davacıya 3500,00 TL manevi tazminat ödemesine karar verilmiştir.

14. Temyiz üzerine karar Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 16/10/2012 tarihli ilamı ile onanmıştır.

B. İlgili Hukuk

15. 11/1/2011 tarih ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun "sorumluluk" kenar başlıklı 49. maddesi şöyledir:

"Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.

Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de,bu zararı gidermekle yükümlüdür."

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

16. Mahkemenin 16/7/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 19/12/2012 tarihli ve 2012/1184 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

17. Başvurucu, bir elektronik iletide kullandığı sözler nedeniyle tazminat ödemeye mahkûm edilmesi nedeniyle Anayasa'nın 26. maddesinde koruma altına alınan düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün ihlal edildiğini iddia etmektedir. Başvuran ayrıca Mahkemenin kendisine karşı önyargılı davrandığını ve usul kurallarını kendisinin aleyhine yorumladığını bu sebeple adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

18. Başvurucu, İlk Derece Mahkemesinin ve Yargıtayın, usul kurallarını kendisinin aleyhine yorumladığını ileri sürmüştür. Başvuranın şikâyet ettiği koşullar ve şikâyetlerini dile getirme biçimini dikkate alınarak bu şikâyetlerin Anayasa'nın 26. maddesi bağlamında incelenmesi gerekmektedir.

19. Başvurucunun, üniversite profesörleri arasında mevcut bir tartışmada muhatabına karşı sarf ettiği sözlerden dolayı aleyhine tazminata hükmedilmesinin düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün ihlali niteliğinde olduğuna ilişkin şikâyetleri açıkça dayanaktan yoksun değildir. Ayrıca başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığı için başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlığın Görüşü

20. Başvurucu, Ankara Üniversitesi öğretim görevlileri ve öğretim üyelerinin üye olduğu bir elektronik ileti gurubunda, uzun yıllardır Üniversitenin Cebeci Kampüsünün girişinde bulunan ve kampüse girişlerin kontrol altında tutulması için kullanılan güvenlik turnikelerin kaldırılmasına ilişkin olarak başlayan tartışmada üyelerden Profesör O.Ö.'nün Üniversite Rektörlüğünü eleştirdiğini ve yapılanları iki yıl sonraki Rektörlük seçimlerine bağladığını, Rektör yardımcısı olarak kendisinin Profesör O.Ö.'ye cevap verdiğini belirtmiştir.

21. Başvurucu, elektronik iletide geçen "aşağılık duygusu" teriminin bilimsel bir kavram olduğunu, davacıya hakaret etme amacıyla kullanılmadığını, aşağılık duygusu teorisinin müellifinin Alfred Adler olduğunu ve bu konuda pek çok bilimsel çalışma bulunduğunu, bu duygunun herkeste mevcut olan bir duygu olduğunu, bu duygunun insan olmanın bir gereği olduğunu, aşağılık duygusunun, "aşağılık kompleksinden" farklı olduğunu belirtmiştir. Başvurucu, davacı ile birbirlerini karşılıklı olarak eleştirdiklerini, her iki tarafın birbirlerini ve üniversiteyi eleştirme hakları olduğunu, İlk Derece Mahkemesinin gerekçesinde olduğu gibi düşüncelerini orta halli insanlar gibi dile getirmediği için cezalandırılmasının düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğüne haksız bir müdahale olduğunu ileri sürmüştür.

22. Başvurucu, söz konusu elektronik iletiyi yalnızca O.Ö.'nün posta hesabına gönderdiğini, O.Ö.'nün ise tüm grup üyelerine gönderdiğini, üniversite yönetiminin faaliyetleri çerçevesinde başlayan tartışmada hakaret kastı içermeyen ve eleştirilere cevap niteliğindeki sözleri nedeniyle cezalandırılmasının Anayasa'nın 26. maddesinde yer alan düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün ihlali niteliğinde olduğunu ileri sürmüştür.

23. Başvurucunun iddialarına karşı Bakanlık görüşünde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) içtihatları hatırlatılarak başvurucunun düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğüne müdahale edildiğine dair şikâyetlerinin başvurucunun düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile başkalarının özel hayatı arasında adil bir dengenin sağlanıp sağlanmadığı açısından değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir.

24. Başvurucu, başvurunun esası hakkındaki Bakanlık görüşüne karşı, başvuru dilekçesindeki beyanlarını tekrar etmiştir.

b. Değerlendirme

25. Somut başvuruya konu hakaret davasında başvurucu, kullandığı sözlerin hakaret içerdiği kabul edilerek 3.500,00 TL tazminat ödemeye mahkûm edilmiştir. O halde söz konusu mahkeme kararı ile başvurucunun düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğüne yönelik bir müdahale yapılmıştır.

26. Öte yandan söz konusu müdahalenin Anayasa'nın 13. maddesi açısından "yasayla öngörülmüş" olduğu ve Anayasa'nın 26. maddesinin ikinci fıkrası çerçevesinde "başkalarının şöhret veya haklarının korunması" şeklinde "meşru bir amaç güttüğüne" yönelik bir ihtilaf bulunmamaktadır. Bu durumda söz konusu müdahalenin "demokratik bir toplumda gerekli" ve "ölçülü" olup olmadığı değerlendirilmelidir.

27. Başvurucunun Ankara Üniversitesi öğretim üyesi ve öğretim görevlilerinin dâhil olduğu bir kamusal tartışmada sarf ettiği sözlerden dolayı manevi tazminata mahkûm edilmesine ilişkin kararda, demokratik bir toplumda, başvurucunun düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile başkalarının şöhret veya haklarının korunması arasında makul bir dengenin gözetilip gözetilmediği değerlendirilmelidir.

28. Anayasa'nın "Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti" kenar başlıklı 26. maddesi şöyledir:

"Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. .

Bu hürriyetlerin kullanılması, milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.

Haber ve düşünceleri yayma araçlarının kullanılmasına ilişkin düzenleyici hükümler, bunların yayımını engellememek kaydıyla, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması sayılmaz.

Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir."

 

29. Anılan düzenleme uyarınca düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü, sadece "düşünce ve kanaate sahip olma" özgürlüğünü değil aynı zamanda sahip olunan "düşünce ve kanaati (görüşü) açıklama ve yayma", buna bağlı olarak "haber veya görüş alma ve verme" özgürlüklerini de kapsamaktadır. Bu çerçevede düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü, insanın serbestçe haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği düşünce ve kanaatlerden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir (B. No: 2013/2602, 23/1/2014, § 40).

30. Toplumsal ve siyasal çoğulculuğun varlığı, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Aynı şekilde birey özgün kişiliğini düşüncelerini serbestçe ifade edebildiği ve tartışabildiği bir ortamda gerçekleştirebilir. İfade özgürlüğü, kendimizi ve başkalarını tanımlamada, anlamada ve algılamada, bu çerçevede başkalarıyla ilişkilerimizi belirlemede ihtiyaç duyduğumuz bir değerdir (B. No: 2013/2602, 23/1/2014, § 41).

31. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), ifade özgürlüğünün "toplumun ilerlemesi ve her insanın gelişmesi için esaslı koşullardan biri olan demokratik toplumun asıl temellerinden birini" oluşturduğuna sıklıkla dikkat çekmektedir. AİHM'e göre "İfade özgürlüğü, 10. maddenin 2. fıkrasına bağlı olarak, yalnızca lehte olduğu kabul edilen veya zararsız ya da ilgilenmeye değmez görülen bilgi veya düşünceler için değil, aynı zamanda devletin veya nüfusun bir bölümü için saldırgan, şok edici veya rahatsız edici bilgi ve düşünceler için de uygulanır. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir; bunlar olmaksızın demokratik toplum olmaz." (bkz. Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49).

32. Düşünceyi açıklama özgürlüğü konusunda devletin pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır. Kamu makamları negatif yükümlülük kapsamında Anayasa'nın 13. ve 26. maddeleri kapsamında zorunlu olmadıkça düşüncenin açıklanmasını ve yayılmasını yasaklamamalı ve yaptırımlara tabi tutmamalı; pozitif yükümlülük kapsamında ise düşünceyi açıklama özgürlüğünün gerçek ve etkili korunması için gereken tedbirleri almalıdır (benzer yöndeki AİHM görüşü için bkz. Özgür Gündem/Türkiye, B.No:23144/93, 16/3/2000, §43).

33. Düşünceyi açıklama özgürlüğüne yönelik sınırlamalar konusunda devletin ve kamu makamlarının takdir yetkisine sahip olduğu belirtilmelidir. Ancak bu takdir alanı da Anayasa Mahkemesinin denetimine tabidir. Demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk, ölçülülük ve öze dokunmama kriterleri çerçevesinde yapılacak denetimde genel ya da soyut bir değerlendirme yerine, ifadenin türü, şekli, içeriği, açıklandığı zaman, sınırlama sebeplerinin niteliği gibi çeşitli unsurlara göre farklılaşan ayrıntılı bir değerlendirme yapılmasına ihtiyaç bulunmaktadır (B. No: 2013/2602, 23/1/2014, § 48).

34. Anayasa Mahkemesi yerleşik içtihatlarında demokratik toplumu, "Demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunup tümüyle kullanılamaz hale getiren sınırlamalar, demokratik toplum düzeni gerekleriyle uyum içinde sayılamaz. Bu nedenle, temel hak ve özgürlükler, istisnaî olarak ve ancak özüne dokunmamak koşuluyla demokratik toplum düzeninin sürekliliği için zorunlu olduğu ölçüde ve ancak yasayla sınırlandırılabilirler." (AYM, E.2006/142, K.2008/148, K.T. 24/9/2008) biçiminde tarif etmiştir. Diğer bir deyişle yapılan sınırlama hak ve özgürlüğün özüne dokunarak, kullanılmasını durduruyor veya aşırı derecede güçleştiriyorsa, etkisiz hale getiriyorsa veya ölçülülük ilkesine aykırı olarak sınırlama aracı ile amacı arasındaki denge bozuluyorsa demokratik toplum düzenine aykırı olacaktır (Bkz. AYM, E.2009/59, K.2011/69, K.T. 28/4/2011; AYM, E.2006/142, K.2008/148, K.T. 17/4/2008).

35. Öze dokunmama ya da demokratik toplum gereklerine uygunluk kriterleri, öncelikle düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü üzerindeki sınırlamaların zorunlu ya da istisnai tedbir niteliğinde olmalarını, başvurulabilecek en son çare ya da alınabilecek en son önlem olarak kendilerini göstermelerini gerektirmektedir. Nitekim AİHM de demokratik toplumda gerekli olmayı, "zorlayıcı sosyal ihtiyaç" şeklinde somutlaştırmaktadır. Buna göre, sınırlayıcı tedbir, zorlayıcı bir sosyal ihtiyacın karşılanması ya da gidilebilecek en son çare niteliğinde değilse, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez (Bu konudaki AİHM kararları için bkz. Axel Springer AG / Almanya, [BD], B.No: 39954/08, 7/2/2012; Von Hannover/Almanya (no.2) [BD], 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012).

36. Buradan çıkan sonuca göre demokratik toplumun ana temellerinden olan düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız veya ilgilenmeye değmez görülen ifadeler için değil, ayrıca Devletin veya toplumun bir bölümünün aleyhinde olan, onlara çarpıcı gelen, onları rahatsız eden ifadeler için de uygulanır. Çünkü bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir (bkz. Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49).

37. Hak ve özgürlüklere yapılacak her türlü sınırlamada devreye girecek olan bir başka güvence de Anayasa'nın 13. maddesinde ifade edilen "ölçülülük ilkesi"dir. Bu ilke, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin başvurularda öncelikli olarak dikkate alınması gereken bir güvencedir. Anayasa'nın 13. maddesinde demokratik toplum düzeninin gerekleri ve ölçülülük ilkeleri iki ayrı kriter olarak düzenlenmiş olmakla birlikte bu iki kriter arasında bir ilişki vardır. Nitekim Anayasa Mahkemesi önceki kararlarında demokratik toplum düzeni için gerekli olmak ile ölçülülük arasındaki bu ilişkiye dikkat çekmiş, "[T]emel hak ve özgürlüklere yönelik her hangi bir sınırlamanın,] demokratik toplum düzeni için gerekli nitelikte, başka bir ifadeyle güdülen kamu yararı amacını gerçekleştirmekle birlikte, temel haklara en az müdahaleye olanak veren ölçülü bir sınırlama niteliğinde olup olmadığının incelenmesi gerekir." (AYM, E.2007/4, K.2007/81, K.T. 18/10/2007) diyerek, amaca, temel haklara en az müdahaleyle ulaşmayı sağlayacak aracın tercih edilmesi gerektiğine karar vermiştir.

38. Anayasa Mahkemesinin kararlarına göre ölçülülük, temel hak ve özgürlüklerin sınırlanma amaçları ile araç arasındaki ilişkiyi yansıtır. Ölçülülük denetimi, ulaşılmak istenen amaçtan yola çıkılarak bu amaca ulaşılmak için seçilen aracın denetlenmesidir. Bu sebeple düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü alanında getirilen müdahalelerde, hedeflenen amaca ulaşabilmek için seçilen müdahalenin elverişli, gerekli ve orantılı olup olmadığı değerlendirilmelidir.

39. Bu bağlamda, başvuru konusu olay bakımından yapılacak değerlendirmelerin temel ekseni, müdahaleye neden olan derece mahkemelerinin kararlarında dayandıkları gerekçelerin düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünü kısıtlama bakımından "demokratik bir toplumda gerekli" ve "ölçülülük ilkesi"ne uygun olduğunu inandırıcı bir şekilde ortaya koyup koyamadığı olacaktır.

40. Öte yandan Anayasa'nın 26. maddesine göre ifade özgürlüğünün sınırlandırılma nedenlerinden birisi de başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunmasıdır.

41. Bireyin şeref ve itibarı ise Anayasa'nın 17. maddesinde yer alan "manevi varlık" kapsamında yer almaktadır. Devlet, bireyin manevi varlığının bir parçası olan şeref ve itibara keyfi olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür (B.No: 2013/1123, 2/10/2013, § 35). Üçüncü kişilerin şeref ve itibara müdahalesi, birçok ihtimalin yanında, elektronik iletiler gibi haberleşme vasıtaları yoluyla da olabilir. Bir kişi haberleşme vasıtalarıyla bir kamuoyu tartışması çerçevesinde eleştirilmiş olsa dahi o kişinin şeref ve itibarı manevi bütünlüğünün bir parçası olarak değerlendirilmelidir.

42. Bireylerin maddi ve manevi varlığına üçüncü kişilerin müdahalelerine karşı etkili mekanizmalar kurma çerçevesinde Devletin pozitif yükümlülüğü, mutlaka cezai soruşturma ve kovuşturma yapılmasını gerekli kılmaz. Üçüncü kişilerin haksız müdahalelerine karşı bireyin korunması hukuk muhakemesi yoluyla da mümkündür. Nitekim üçüncü kişilerce şeref ve itibara yapılan müdahaleler için ülkemizde hem cezai hem de hukuki koruma öngörülmüştür. Hakaret ceza hukuku anlamında suç, özel hukuk anlamında ise haksız fiil olarak nitelendirilmekte ve tazminat davasına konu edilebilmektedir. Dolayısıyla bireyin, üçüncü kişilerce şeref ve itibarına müdahale edildiği iddiasıyla, hukuk davası yoluyla da bir giderim sağlaması mümkündür (B.No: 2013/1123, 2/10/2013, § 35).

43. Devletin, bireylerin maddi ve manevi varlığının korunması ile ilgili pozitif yükümlülükleri çerçevesinde şeref ve itibarın korunması hakkı ile diğer tarafın Anayasa'da güvence altına alınmış olan düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünden yararlanma hakkı arasında adil bir denge kurması gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Von Hannover/Almanya (no.2) [BD], B.No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 99).

44. AİHM, Axel Springer AG davasında düşünceyi açıklama özgürlüğü ile başkalarının şöhretinin çatışması hâlinde çatışan menfaatlerin dengelenip dengelenmediğini, dolayısıyla müdahalenin demokratik toplumda gerekli ve orantılı olup olmadığını belirlemeye yönelik bazı kriterler geliştirmiştir. Bu kriterler; a) basında yer alan yazı veya ifadelerin kamuoyunu ilgilendiren genel yarara ilişkin bir tartışmaya sağladığı katkı, b) hedef alınan kişinin tanınmışlık düzeyi ve yazının amacı, c) ilgili kişinin yayından önceki davranışı, d) bilginin elde edilme yöntemi ve doğruluğu, e) yayının içeriği, biçimi ve sonuçları ve f) yaptırımın ağırlığı olarak ifade edilmiştir (bkz. Axel Springer AG / Almanya, [BD], B.No: 39954/08, 7/2/2012).

45. Bu kriterlerden özellikle "yazının hedef aldığı kişinin kimliği ve yazının amacı"nın özel önemi bulunmaktadır. Zira AİHM, başkalarının şöhret ve haklarının korunması kapsamında düşünceyi açıklama özgürlüğüne müdahalenin demokratik toplumlarda gerekliliği konusunda sade vatandaşlarla, kamuya mal olmuş kişileri, kamu görevlileriyle siyasetçileri birbirlerinden ayırarak değerlendirmeler yapmaktadır. Siyasetçiler ve kamuoyunca tanın kişiler gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumundadırlar. Bu nedenle siyasetçilerin veya kamusal yetki kullanan görevlilerin sade vatandaşlara göre eleştiriye daha açık olmaları kaçınılmazdır.

46. Anayasa Mahkemesi, müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığını, müdahalede bulunulurken hakkın özüne dokunulup dokunulmadığını, ölçülü davranılıp davranılmadığını ve düşünceyi açıklama özgürlüğü ile başkalarının şeref ve itibarının korunması hakkının çatışması hâlinde adil bir dengenin kurulup kurulmadığını her olayın kendine has özelliklerine göre takdir edecektir.

 

47. Dolayısıyla, başvurucunun Anakara Üniversitesi Rektör Yardımcısı olarak kendisine kamuoyu önünde yöneltilmiş eleştirilere karşı sarf ettiği sözlerden dolayı aleyhine tazminata hükmedilmesinin ölçülü olduğunun kabulü halinde, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğüne yapılan müdahalenin gerekçelerinin inandırıcı, başka bir deyişle ilgili ve yeterli oldukları sonucuna varılabilir.

48. Başvurucu, aleyhine tazminata hükmedilmesine neden olan "ilginç mesajınızı kişiliğinizin aynası olarak algılıyorum. Hani bazı insanlar vardır, ne yapılırsa yapılsın aşağılık duygularının yansısı olarak tepki verirler ya sizinki de öyle bir şey" ifadelerinin davacının elektronik ileti gurubunda güvenlik turnikelerinin kaldırılması uygulamasını seçim yatırımı olarak gören açıklamalarına karşı yapıldığını ve hakaret kastı bulunmadığını savunmuştur. Başvurucuya göre söz konusu "aşağılık duygusu" deyimi bilimsel bir tanımlama olup bu duygu istisnasız herkeste bulunmaktadır. Başvurucu iddialarını delillendirmek amacıyla söz konusu "aşağılık duygusu" tanımlamasını ortaya atan Bireysel Psikoloji Ekolünün kurucusu Alfred Adler'in konu hakkındaki yazıları ile bu konuda yazılmış "Aşağılık Duygusu ve Karakter" isimli bir kitaba, aynı konuda yazılmış bir yüksek lisans tezine ve bazı internet yazılarına dayanmıştır.

49. Başvurucu söz konusu eserlerde ifade edilen şu görüşlere dayanmıştır:

"yeniliklere karşı gösterilen müşterek mukavemetin en önemli sebebi aşağılık duygusunun belirtilerinden biri olan çekememezliktir. Ortaya bir fikir atılır atılmaz, büyük, küçük, okumuş, cahil daima aynı şeyi duyar ve aynı hareketlerde bulunur; ortaya atılan fikrin önemini azaltmağa, değerini düşürmeye çalışır. Hepimizde mevcut olan bu hal tabidir ve aşağılık duygusunun sonucudur."

"Her çocuk dünyaya gelirken bunu, yani aşağılık duygusunun tohumlarını da beraberinde getirir."

"Beden, ruh yapısı tamamıyla sağlam ve sosyal durumu elverişli, çok iyi bir eğitimle yetiştirilen insanların aşağılık duygusunu duymamaları lazım gelirdi. Halbuki hiç böyle olmuyor ve her bakımdan mükemmel bir şekilde büyüyen insanların aşağılık duygusunun tesirleri altında bulunduklarını görüyoruz."

"Bütün insanlar övülmekten, sevilmekten, sayılmaktan hoşlanırlar. Çünkü her insan derece derece aşağılık duygusunun tesiri altındadır."

50. Başvurucuya göre söz konusu aşağılık duygusu aynı zamanda insanları kuvvetli, hayatı daha çekilebilir hale getiren ve olumlu yönleri olan bir duygudur.

"Adlere göre. insanları daha kuvvetli varlıklar haline gelmeğe zorlayan. emniyetini sağlamak için şu veya bu şekilde didinmeğe icbar eden. aşağılık duygusudur. Bu duygu emniyet ve sükunet yaratmak suretiyle hayatı çekilebilir bir hale getirmeğe elverişli bir amaç bulmak için duyulan ve önüne geçilmesine imkan olmayan bir arzudur."

51. Başvurucunun yargılandığı Ankara 2. Asliye Hukuk Mahkemesi, başvurucunun davacıya iltifatta bulunmadığı, tartışmaya tarafların mensubu olduğu akademik camianın seviyesine uygun veya orta halli insanların anlayışına uygun şekilde iştirak etmediği, tereddüde yer bırakmayacak şekilde başvurucunun kullandığı "aşağılık duygusu" sözlerinin hakaret içerdiğini kabul etmiştir. Ayrıca Mahkeme, olayın kabulünde hataya düşerek davaya konu iletinin iki kişi arasında özel yazışmada cevap olarak gönderilmediğini aksine Ankara Üniversitesi öğretim üyesi mensubu olan 2158 kişiye açık haberleşme sitesine gönderildiğini kabul etmiştir (bkz. § 13).

52. Somut bireysel başvurunun incelenmesinde yalnızca derece mahkemelerince verilen kararların ele alınması ile yetinilemez. İlk olarak başvurucu tarafından söylenen sözlerin yalnızca davacının elektronik posta adresine gönderilen bir elektronik iletide dile getirildiği göz önünde bulundurulmalıdır. İkinci olarak ise yargılamaya konu "aşağılık duygularının yansısı" şeklindeki ifadenin içinde geçtiği konuşmanın bütünü ile birlikte ve söylendiği bağlamdan kopartılmaksızın, olayın bütünselliği içerisinde değerlendirilmesi gerekir.

53. Söz konusu elektronik iletide esas itibariyle davacının eleştirilerine cevap verilmiştir. Davacı, kampüsün girişinde bulunan güvenlik turnikelerinin kaldırılmasının daha önce defalarca istendiği halde üniversite yönetiminin bu taleplere sessiz kaldığını, turnikelerin birdenbire kaldırılmasının seçim yatırımı olabileceğini ima etmiştir. Başvurucu bu eleştiriye karşı, yönetim olarak üniversitede yapılması gerekenleri yaptıklarını, bunun seçim yatırımı olmadığını, herkes tarafından istenen güvenlik turnikelerinin kaldırılmasının eleştirilmesinin ise ancak psikolojik sebeplerinin olabileceğini ileri sürmüş ve davacının eleştirisinin üniversite yönetimince ne yapılırsa yapılsın verilen bir tepki olması nedeniyle "aşağılık duygusunun bir yansısı" olduğunu belirtmiş ve bu bağlamda davacıyı eleştirmiştir.

54. Başvurucuya göre aşağılık duygusu, yeniliklere karşı gösterilen müşterek mukavemetin en önemli sebebidir ve ortaya bir fikir atıldığında veya bir davranış gerçekleştirildiğinde bu duyguya sahip olanların ortaya atılan fikrin önemini azaltmağa, değerini düşürmeye çalıştıklarını belirtmiş ve her insanda mevcut olan bu halin tabii olduğunu ileri sürmüştür.

55. Bu ifadeler davacının eleştirilerine karşı değerlendirmeler içeren değer yargıları olarak nitelendirilmelidir. Bir değer yargısının doğruluğu kanıtlanabilir değildir ve değer yargılarının kişinin görüş ve yorumlarından meydana gelmesi nedeniyle ispat edilmeleri mümkün olmadığı gibi ispatının istenmesi de düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün ihlali anlamına gelecektir.

56. Durum böyle iken, mevcut davanın koşullarında, başvuranın ifade ettiği değer yargısının bir hakaret oluşturmadığı iddiası başvuranın savunmaları ve dosyaya delil olarak koyduğu akademik yazılarla en azından kısmen desteklenebilir durumdadır (benzer değerlendirmeler için bkz. Sorguç/Türkiye, B. No: 17089/03, 23/9/2009, § 32). Öte yandan, bir açıklamanın tamamen değer yargısından oluşması durumunda bile müdahalenin orantılılığı ihtilaflı açıklamanın somut unsurlarla yeterince desteklenip desteklenmemesine göre tespit edilmelidir. Çünkü somut unsurlarla desteklenmiyorsa değer yargısı ölçüsüz olabilir (bkz. Sorguç/Türkiye, B. No: 17089/03, 23/9/2009, § 29).

57. Somut olayda, uzun yıllardır Ankara Üniversitesinin kampus girişlerinde bulunan güvenlik turnikelerinin kaldırılması etrafında akademik personel arasında bir tartışma başlamıştır. Dosyaya yansıyan bilgilere göre söz konusu güvenlik turnikeleri üniversitelerin özgürlükçü görünümüyle çeliştiği düşünülmekte ve uzunca zamandır bu turnikelerin kaldırılması talebi bulunmaktadır. Üstelik söz konusu turnikelerin kaldırılması ve üniversitelere giriş ve çıkışlarda uygulanan sıkı güvenlik prosedürlerinin gevşetilmesi davacı da dâhil olmak üzere akademik personel tarafından olumlu bir uygulama olarak görülmektedir. Buna karşın davacı, uygulamanın neden bugüne kadar bekletildiği yönünde bir eleştiride bulunmuş, başvurucu ise yapılan olumlu uygulamanın değerinin azaltılmaya çalışıldığını düşünerek davacıya başvuruya konusu elektronik iletiyi göndermiştir.

58. Yukarıda belirtilen olaylar göz önünde bulundurulduğunda, üniversite girişlerinde bulunan güvenlik turnikelerinin kaldırılması etrafında cereyan eden tartışmada kamu yararı bulunmaktadır. Söz konusu tartışma üniversite öğretim elemanlarının elektronik posta gurubunda yapılmakla ve davacı, üniversite yönetimine karşı eleştirilerini bu posta gurubunda dile getirmiş olmakla birlikte başvurucu davacıyı rahatsız eden açıklamalarını, davacının elektronik posta adresine gönderdiği elektronik ileti ile yapmıştır. Başvurucu, üniversite yönetimi adına herkesin erişebileceği bir açıklama yapmak yerine davacının eleştirilerine karşı kendi şahsi hesabından ve yalnızca davacının görebileceği bir eleştiri yapmıştır. İlk Derece Mahkemesi, başvurucunun söz konusu elektronik iletiyi tüm posta gurubuna gönderdiğini değerlendirmiştir. Oysa başvurucunun dava konusu elektronik iletiyi yalnızca davacıya gönderdiği not edilmelidir.

59. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında yer alan kişinin manevi varlığının korunması hakkından faydalanılabilmesi için, kişinin itibarına yönelik saldırının belirli bir ağırlık düzeyine ulaşması ve kişinin manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkından şahsen yararlanmasına zarar verici nitelikte olmalıdır (benzer bir değerlendirme için bkz. A./Norveç, B. No: 2807006/, 9/7/2009, § 64). Somut davada başvurucu, elektronik iletisini yalnızca davacıya göndermiş fakat davacı, içeriğinde hakaret olduğunu ve şeref itibarına zarar verdiğini ileri sürdüğü elektronik iletiyi tüm posta gurubuna göndererek başvurucunun açıklamalarının posta gurubuna üye herkesin okuyabileceği şekilde yaygınlaştırılmasını sağlamıştır. Çıkarlar arasında adil bir denge kurulması sırasında bu hususun da göz önünde bulundurulması gerekir.

60. Başvurucunun savunmasına göre "aşağılık duygusu" deyimini hem davacının eleştirilerinin ne kadar ölçüsüz olduğuna dikkat çekmek ve hem de kendisinin eleştirisini de özetleyebilecek bir deyim olması sebebiyle kullanmıştır. Buna karşın her durumda davacının, başvurucunun kullandığı sözlere onun verdiği anlamı bilmesi beklenemez.

61. Söz konusu tartışmanın taraflarının kimlikleri de göz önünde bulundurulmalıdır. Başvurucu rektör yarımcısı bir öğretim üyesi iken davacı herhangi bir idari görevi olmayan öğretim üyesidir. Düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile başkalarının şöhret ve itibarlarının korunmasının çatışması halinde, eğer şöhreti söz konusu olan kişi kamu görevlisi ise dengeleme sırasında bu kişinin üstlendiği kamu görevi göz önüne alınmalıdır (B. No: 2013/5574, 30/6/2014, § 71; kamu tarafından tanınan kişiler için korumanın daha esnek olacağına ilişkin bir AİHM kararı için bkz. Minelli/İsviçre (k.k), B. No: 14991/02, 14/6/2005). Bununla birlikte, mevcut başvurudaki gibi şöhreti söz konusu olan kişi sade vatandaş ise koruma üst düzeyden yapılmalı ve bu durum, dengelemede göz önünde bulundurulmalıdır.

 

62. Sonuç olarak, üniversite girişlerinde bulunan güvenlik turnikelerinin kaldırılması etrafında üniversite öğretim üyeleri ve öğretim görevlileri arasında cereyan eden ve kamu yararı bulunan tartışmada davacının eleştirilerine karşı üniversite rektör yardımcısı olan başvurucu yapılan olumlu uygulamanın değerinin azaltılmaya çalışıldığını düşünerek davacıyı sert ve iğneleyici biçimde cevap vermiştir. Başvurucu, üst düzey bir kamu görevlisi olarak davacının, güvenlik turnikelerinin kaldırılmasının zamanlamasının manidar olduğu yönündeki eleştirilerine karşı daha fazla tahammül göstermesi gerekirken davacının hakaret içermeyen ve sert de olmayan eleştirilerine karşı çok daha sert biçimde ve bu sözlerin "aşağılık duygularının yansısı" olduğu biçiminde cevap vermiştir.

63. Başvurucunun dava konusu sözlerinde geçen "aşağılık" kelimesi günümüzde, "bayağılık", "adilik" gibi "düşük nitelikli olma" anlamlarında kullanılmaktadır. Başvurucunun, davacının eleştirilerinin aşağılık duygusundan kaynaklandığı ve bu duygunun her insanda bulunduğu, her bakımdan mükemmel büyüyen insanların da bu duygunun tesiri altında olduğu biçimindeki açıklamaları davacının söz konusu elektronik iletiyi okuduğu zaman hissettiği olumsuz duyguları ortadan kaldırmamaktadır. Ayrıca başvurucunun eleştirel açıklamalarını yalnızca davacıya göndermiş olması da bu açıklamalarda yer alan "tahkiri" ortadan kaldırmamaktadır.

64. İlk Derece Mahkemesi davacının hakarete uğradığını değerlendirerek başvurucunun 3500,00-TL tazminat ödemesine hükmetmiş, Yargıtay da bu hükmü onamıştır. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru incelemesinde bireylerin anayasal hakları ihlal edilmediği sürece derece mahkemelerinin dava konusu olguları değerlendirmesine ve hukuku yorumlamasına müdahalede bulunmaz. Yukarıdaki hususlar dikkate alındığında, davacının Ankara Üniversitesi yönetimine yönelttiği eleştirilere karşı kullandığı sözlerden dolayı başvurucu aleyhine açılan tazminat davasında 3500,00-TL tazminat ödemeye mahkûm edilmesinden ibaret müdahalenin başvurucunun ifade özgürlüğüne ölçüsüz bir müdahale oluşturduğu ve davacının itibar hakkının korunmasını isteme hakkı ile başvurucunun ifade özgürlüğü arasında kurulması gereken dengeyi başvurucu aleyhine bozduğu söylenemez. Bu nedenle başvurucunun Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurunun, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü yönünden KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Başvurucunun, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasıyla ilgili olarak Anayasa'nın 26. maddesinin birinci fıkrasının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,

C. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına,

16/7/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

Başkan

Alparslan ALTAN

Üye

Serdar ÖZGÜLDÜR

Üye

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 Üye

Recep KÖMÜRCÜ

Üye

Engin YILDIRIM

İlkemiz, hukukun adaletli dağıtılabilmesi için yargı kararlarının paylaşımına daha çok önem vermektir. www.kararara.com