KARAR

 

 

Başvuru Numarası: 2013/3283

 

Karar Tarihi: 19/12/2013


İKİNCİ BÖLÜM

KARAR

 

Başkan : Alparslan ALTAN
Üyeler : Serdar ÖZGÜLDÜR
    Osman Alifeyyaz PAKSÜT
    Recep KÖMÜRCÜ
    Engin YILDIRIM
Raportör : Şebnem NEBİOĞLU ÖNER
Başvurucular : Semira BABAYİĞİT
    Melahat ÇELİK
    Şükrü TUNCER
    İzzettin TUNCER
    Ziya TUNCER
    Hıdır TUNCER
    Abdülkadir TUNCER
    Nurettin TUNCER 
    Remziye TUNCER
Vekili : Av. Ali Aydemir

 

I.          BAŞVURUNUN KONUSU

1.         Başvurucular, 1961 yılında murisleri tarafından açılan hukuk davasının henüz karara bağlanmamış olması nedeniyle adil yargılama haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle uğradıkları maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmişlerdir.

II.       BAŞVURU SÜRECİ

2.         Başvuru, 20/5/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesi’ne doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.

3.         İkinci Bölümün Birinci Komisyonunca, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 33. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyaların Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4.         Bölüm tarafından 24/10/2013 tarihinde yapılan toplantıda, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 28. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.

III.    OLAY VE OLGULAR

A.       Olaylar

5.         Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir:

6.         Mardin ili Kızıltepe ilçesi Elbeyli Köyü 23, 25 ve 26 parsel sayılı taşınmazların tapulama tespitine karşı, başvurucular murisi Ahmet Tuncer tarafından 30/3/1961 tarihinde tespite itiraz davası açılmıştır.

7.         Kızıltepe Tapulama Mahkemesinin E. 1961/111 sırasına kaydı yapılan davanın yargılaması sonucunda Mahkemenin 20/11/1973 tarih ve E. 1961/111 sayılı kararıyla davanın kabulüne karar verilmiştir.

8.         Kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 13/10/1975 tarih ve E.1974/5851, K.1975/5168 sayılı kararı ile ilk derece mahkemesi hükmünün bozulmasına karar verilmiştir.

9.         Bozma kararı sonrası Kızıltepe Tapulama Mahkemesinin E. 1976/4 sırasına kaydı yapılan davanın yargılaması sonucunda,  Mahkemenin 15/5/1985 tarih ve E.1976/4, K.1985/4 sayılı kararıyla yeniden davanın kabulüne karar verilmiştir.

10.     İlk derece Mahkemesi kararının temyiz edilmesi üzerine, belirtilen kararın Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 13/3/1986 tarih ve E.1985/18960, K.1986/2568 sayılı kararı ile bozulmasına hükmedilmiştir.

11.     Bozma kararı sonrası Kızıltepe Tapulama Mahkemesinin E. 1986/2 sırasına kaydı yapılan dosya, Kızıltepe Kadastro Mahkemesinin kapatılması üzerine Mardin Kadastro Mahkemesine devredilmiş olup, Mardin Kadastro Mahkemesinin E.2013/89 sırası üzerinde derdesttir.

B.       İlgili Hukuk

12.     12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:

       “Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.”

13.     21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun “Genel olarak görev” kenar başlıklı 25. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

       “Kadastro mahkemesi; taşınmaz mal mülkiyetine ve sınırlı ayni haklara, tapuya tescil veya şerh edilecek veyahut beyanlar hanesinde gösterilecek sair haklara, sınır ve ölçü uyuşmazlıklarına, kadastroya ve tapu sicilini ilgilendiren benzeri davalara ve özel kanunlarca kendisine verilen işlere bakar; Kadastroya veya kadastro ile ilgili verasete ait uyuşmazlıkları çözümleyebileceği gibi, istek üzerine veraset belgesi de verebilir.”

14.     3402 sayılı Kanun’un “Kadastro davalarında usul” kenar başlıklı 28. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

       “Kadastro hakimi, askı süresi içinde açılacak davalar ve kadastro müdürü tarafından mahkemeye tevdi olunacak taşınmaz mallara ait kadastro tutanakları ve mahalli hukuk mahkemelerinden devredilen işler hakkında dava dosyası açar. İlgililerin başvurusunu beklemeksizin kadastro tutanakları ile uyuşmazlığın çözümlenmesine etkili olabilecek kayıt ve diğer bilgileri ilgili dairelerden getirtir. Hakim, duruşma gününü taraflara Tebligat Kanunu hükümlerine göre resen tebliğ eder.”

15.     3402 sayılı Kanun’un “Yargılama usulü” kenar başlıklı 29. maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları şöyledir:

Kadastro mahkemesinde gelmeyen tarafın yokluğunda duruşma yapılır. Taraflardan hiç biri gelmez ise dosya işlemden kaldırılmaz. Hakim, toplanması mümkün olan delilleri inceler ve 30 uncu madde hükmünce işi karara bağlar.

Bu Kanunun tatbikinde ayrıca açıklık bulunmıyan hallerde basit yargılama usulü uygulanır.

Kadastro mahkemeleri adli tatile tabi değildir.

16.     3402 sayılı Kanun’un “Deliller ve hakimin takdiri” kenar başlıklı 30. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:

       “Kadastro tutanaklarında beyanlarına başvurulan kişiler, bu beyanlarına gerekçe gösterilerek itiraz edilmedikçe, yeniden dinlenmezler. Ancak hakim, kadastro tutanağındaki beyanla, duruşma sırasında topladığı deliller arasında çelişki görürse, bunu gidermek için tutanakta beyanlarına başvurulan kimseleri tanık sıfatıyla yeniden dinleyebilir.

       Kadastro komisyonlarından gönderilen tutanaklar ile mahalli mahkemelerden devredilen dosyaların muhtevasından malik tespiti yapılamadığı veya dava açan mirasçının dışında başka mirasçıların da bulunduğu anlaşıldığı takdirde, hakim resen lüzum gördüğü diğer delilleri toplayarak taşınmaz malın kimin adına tescil edileceğine karar vermekle yükümlüdür. Taşınmaz malın ölü bir şahsa ait olduğu anlaşılır ve mirasçıları da tespit edilemezse, ölü olduğu yazılmak suretiyle o şahsın adına tescil kararı verilir.

17.     3402 sayılı Kanun’un “Kararların tebliği, kanun yollarına başvurma ve ilamların infazı” kenar başlıklı 32. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

       “Kadastro mahkemesi kararları Tebligat Kanunu hükümlerine göre resen taraflara tebliğ olunur.”

18.     3402 sayılı Kanun’un “Yargılama giderleri, kadastro harcı ve tahakkuku” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi şöyledir:

       “Bu Kanun gereğince resen yapılması gereken soruşturma ve tebligat işlemleri için zaruri giderler, ileride haksız çıkacak taraftan alınmak üzere bütçeye konulan ödenekten karşılanır.

 

IV.    İNCELEME VE GEREKÇE

19.     Mahkemenin 19/12/2013 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucuların 20/5/2013 tarih ve 2013/3283 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A.       Başvurucuların İddiaları

20.     Başvurucular, murislerinden intikal eden taşınmaza ilişkin yürütülen yargılamanın elli iki yıldan uzun bir süredir devam ettiğini, dava süresinin uzamasında kendilerinin kusuru bulunmadığını, değişik gerekçelerle yargılama işlemlerinin icrası tehir edilerek ve bu işlemlerin yapılması hususunda gerekli özen gösterilmeyerek yargılama süresinin uzatıldığını, bu nedenle yargılamanın makul sürede tamamlanmayarak Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.

B.       Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

21.     Başvurucular, somut başvuruya ilişkin olarak yürütülen yargılamanın hâlihazırda ilk derece mahkemesi önünde derdest olduğunu, bu açıdan yargı yollarının tüketilmesinin beklenmediğini belirtmişlerdir.

22.     Başvuru konusu dava, Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlama tarihi olan 23/9/2012’den önce açılmış olup, başvuru tarihi itibarıyla derdest olduğu anlaşılmakla, başvurunun incelenmesi Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi dâhilindedir. Ayrıca, bireysel başvuruda bulunulmadan önce, ihlal iddiasının dayanağı olan işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekmekle birlikte, hukuk sistemimizde, yargılamanın uzamasını önleyici etkiye sahip olan veya yargılamanın makul sürede yapılmaması sonucunda oluşan zararları tespit ve tazmin edici nitelik taşıyan bir idari veya yargısal başvuru yolunun bulunmadığı anlaşıldığından, başvuru kanun yollarının tüketilmesi yönünden kabul edilebilir niteliktedir. (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 21-30).

23.     Açıklanan nedenlerle, açıkça dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmayan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas İnceleme

24.     Başvurucular, murislerinden intikal eden taşınmaza ilişkin olarak yürütülen yargılamanın elli iki yıldan uzun bir süredir devam etmesi ve hâlihazırda ilk derece mahkemesi önünde derdest olması nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.

25.     Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrasıhükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18)

26.      Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

       “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.

27.     Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:

       “Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.

28.     Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

       “Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.

29.     Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).

30.     Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır.

31.     Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması ile adaletin gerektiği şekilde temini ve hukuka olan inancın muhafazası olup, hukuki uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B. No:2012/13, 2/7/2013, § 40).

32.     Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 41–45).

33.     Ancak, belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikme periyotlarının ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 46).

34.     Yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi gereklidir.

35.      Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu olayda, üç adet taşınmaz hakkında kadastro mahkemesinde açılan bir tespite itiraz davasının söz konusu olduğu görülmekle, 3402 sayılı Kanun ve 6100 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 49).

36.     Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olup, bu tarih somut başvuru açısından 30/3/1961 tarihidir. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir. Ancak devam eden yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren başvuruların yargılama faaliyetinin devamı sırasında da yapılabilmesi olanağı bulunduğundan, değerlendirmeye esas alınacak sürenin bitiş anı bireysel başvurunun karara bağlandığı tarihtir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 52).

37.     Başvuruya konu dava, başvurucuların miras bırakanlarından intikalle takip etmekte oldukları bir uyuşmazlık olup, bu yönüyle makul süre değerlendirmesi bakımından dikkate alınacak sürenin başlangıç anı, mirasçıların yargılamaya katıldıkları an değil, somut olayda muris açısından değerlendirmeye esas alınan sürenin başlangıç anıdır (AİHM’nin benzer yaklaşımı için bkz. Cocchiarella/İtalya, B. No: 64886/01, 29/3/2006, § 113; Namlı ve Diğerleri/Türkiye, B. No: 51963/99, 23/5/2007, § 17-19; M. Ö./Türkiye, B. No:21136/95, 19/5/2005, § 25).

38.      Davanın ikame edildiği tarih ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihin farklı olması halinde,  dikkate alınacak süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil, uyuşmazlığın başlangıç tarihinden itibaren geçen süredir.(B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 51).

39.     Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde, yargılamanın konusunun üç adet taşınmaza ilişkin kadastro tespitine itiraz talebi olduğu, Kızıltepe Kadastro Mahkemesinin E.1961/111 sırasına kaydı yapılan davanın 20/3/1961 tarihli tensip zaptı sonrasında, ilgili yargılama evrakının ikmaline ve taraflara tebligat işlemlerine başlanıldığı, ancak üç yıl dokuz ay süreyle tahsisat bulunmadığından bahisle usul işlemlerinin yerine getirilmediği ve celsenin günsüz olarak tehir edildiği, akabinde yaklaşık dört yıl sekiz ay boyunca taraflara veraset ilamı ibrazı hususunda mehil verildiği görülmektedir. Verilen on adet keşif ara kararının, bazı ara karalar uyarınca taşınmazların bulunduğu mahalle gidilmekle birlikte, fen bilirkişisi veya mahalli bilirkişi temin edilememesi ve hava muhalefeti nedenleriyle icra edilemediği belirtilmiştir. Akabinde yapılan reddi hâkim talebi dokuz aylık bir yargılama süreci sonrasında neticelendirilmiş, verilen altı keşif ara kararının icra edilmemesini müteakip 1/9/1973 tarihinde keşif icra edilerek yaklaşık iki buçuk ay sonra ilk derece Mahkemesince dosya karara bağlanarak, başvurucular murisi olan davacının itirazının kabulü ile dava konusu taşınmazların dosyaya sunulan veraset ilamları uyarınca davacı ve müşterekleri adına tapuya tesciline hükmedilmiştir.

40.     Karar temyiz edilmekle, Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 13/10/1975 tarih ve E.1974/5851, K.1975/5168 sayılı ilamı ile, Mahkemece yapılan araştırma, uygulama ve incelemenin hüküm kurmaya yeterli olmadığından bahisle bozulmuştur. Yargıtay ilamının 10/11/1975 tarihinde dosyaya havale edilmesi sonrasında, dosyanın Mahkemenin E.1976/4 sırasına kaydı yapılmış, ancak tahsisat olmadığından bahisle iki yıl bir ay süreyle usul işlemleri yerine getirilmemiş, akabinde iki yıl dört ay süreyle bir kısım yargılama evrakının teminine çalışılmış ve bu belgelerin tetkiki hususunda davacı vekiline mehil verilmiş, verilen iki adet keşif ara kararının yerine getirilmemesi sonrasında bir yılı aşkın süre tekrar evrak temini için ilgili kurumlarla yazışma yapılarak,  dosya dört buçuk ay süreyle tetkike alınmış, 17/6/1983 tarihinde yapılan keşif sonrasında yeniden tarafların nüfus kayıtlarının ve veraset ilamlarının teminine çalışılarak, bir yıl on bir ay sonra davanın kabulü yönünde tekrar hüküm kurulmuştur.

41.     İlk derece Mahkemesinin 15/5/1985 tarih ve E.1976/4, K.1985/4 sayılı kararı temyiz edilmekle, Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 13/3/1986 tarih ve E.1985/18960, K.1986/2568 sayılı ilamı ile bozulmuştur. Bozma ilamı üzerine Mahkemenin E.1986/2 sırasına kaydı yapılan dosyanın 28/11/1986 tarihinde tensip zaptı tanzim edilerek tebligat işlemlerine başlanılmış ve yaklaşık dört yıl bozma ilamında belirtilen yargılama evrakı temin edilemeye çalışılmıştır. Verilen on adet keşif ara kararının yerine getirilmemesini takiben yaklaşık on ay boyunca, mevsim şartları müsait olduğunda keşif hususu değerlendirilmek üzere yargılama tehir edilmiş, akabinde verilen üç keşif ara kararının da yerine getirilmemesi sonrasında beş ayı aşkın süreyle mevsim şartları müsait olduğunda ve keşif avansı taraflarca yatırıldığında keşif hususu değerlendirilmek üzere yargılama yeniden ertelenmiş, takip eden on celsede tekrar bir kısım evrakın temini için muhtelif kurumlarla yazışmalar yapılmıştır. Devam eden yargılama sürecinde yaklaşık bir yıl bir ay süreyle, güvenlik ve mevsim şartları nedeniyle keşif yapılamadığı belirtilerek, verilen altı keşif ara kararı icra edilmemiştir. Takip eden üç celsede, dosya hâkim değişikliği nedeniyle incelemeye alınmış, bir yıl altı ay süreyle bir kısım evrakın temini için yeniden ilgili kurumlara müzekkereler yazılmış ve bu süreçte taraf vekili mazeretleri de kabul olunmuş, altı celse boyunca dosya keşif hususunda incelemeye alınarak keşif işleminin bilahare değerlendirilmesine karar verilmiş, takip eden sekiz ay boyunca tekrar bazı kurumlarla yazışmalara devam edilmiş, on ay süreyle yargılama keşif günü tayin edilmek üzere ertelenerek, dosya yeniden tetkike alınmıştır. Akabinde, üç yıl on bir ay süreyle, verilen onu aşkın keşif ara kararı yerine getirilmeksizin bir kısım yargılama evrakının teminine çalışılmış ve dosya muhtelif celselerde tetkike alınmıştır.

42.     Dosyanın safahat geçirdiğinden bahisle, taraflara ait nüfus kayıt örneklerinin ve bir kısım tapu kayıtlarının celbine karar verilen celse sonrasında, yaklaşık beş yıl süreyle, belirtilen kayıtların temini hususunda ilgili kurumlarla yazışma yapıldığı, akabinde dosyanın bir yıl altı ay boyunca ve toplamda yedi celse tetkike alındığı anlaşılmaktadır. Yargılamanın 17/7/2013 tarihli celsesinin Mardin Kadastro Mahkemesinin E.2013/89 sırası üzerinde yapıldığı,  duruşma zaptında, kapatılan Kızıltepe Kadastro Mahkemesinin E.1986/4 sayılı dosyasının Mardin Kadastro Mahkemesinin E.2013/89 sırasına kaydedildiğinin, ancak dosyanın herhangi bir yetkisizlik kararı verilmeksizin UYAP üzerinden gönderildiğinin ve taraflara tebligat işlemlerinin yapılması ile Mahkemeye yeni intikal eden dava evrakının tasnif ve değerlendirilmesi için duruşmanın ertelendiğinin belirtildiği, 4/12/2013 tarihli son celsede ise davacı tarafça masraf yatırılması halinde taraflara duruşma gününün tebliğ edilmesine karar verilerek, bir sonraki celse tarihinin 12/3/2014 olarak belirlendiği anlaşılmaktadır.  

43.     İlgili yargılama evrakının incelenmesinden, özellikle bazı yargılama evrakının ilgili kurumlardan kısım kısım talep edildiği, ara karar gereklerinin yerine getirilmediği muhtelif celselerde taraf vekillerinin mazeretlerinin kabulüne dair karar tesisi ile yetinildiği, celse harcı tayini gibi usuli imkânların yargılama makamlarınca kullanılmadığı, bazı usuli işlemlerin ikmali veya dosya hakkında beyanda bulunmak üzere taraflara defalarca kesin olmayan mahiyette süreler verilerek başka usuli işlem yapılmadığı anlaşılmaktadır. 3402 sayılı Kanun’da yer alan özel usul hükümlerine riayet edilmeksizin, Mahkemece defalarca taraflara masraf ikmali hususunda süreler verildiği, verilen yaklaşık elli bir keşif ara kararının bilirkişi temin edilememesi ve mevsim şartları gibi nedenlerle yerine getirilmediği, Mahkemenin veraset ilamı tanzim yetkisi bulunmasına rağmen vefat eden dava taraflarına ait veraset ilamlarının ibrazı hususunda taraf vekillerine defalarca mehil verildiği ve bu uygulamaların davada yer alan taraf sayısı da nazara alındığında yargılamanın uzaması üzerinde baskın bir etkiye sahip olduğu anlaşılmaktadır.

44.     Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvuruya konu yargılamanın üç adet taşınmazın malikinin belirlenmesine ilişkin bir uyuşmazlık olduğu, davanın taraflarında elliyi aşkın kişinin bulunduğu, yargılamanın özellikle taşınmazın aynına ilişkin bir ihtilaf olması nedeniyle, keşif ve bilirkişi incelemesi gibi usul işlemlerini gerektirmesine bağlı olarak karmaşık bir niteliğe sahip olduğu, ancak yargılama sürecindeki gecikme periyotları ayrı ayrı değerlendirildiğinde, özelikle Kadastro Mahkemesinde geçen yargılama sürecinde, Kadastro Mahkemesinde tatbiki gereken yargılamayı hızlandırıcı niteliğe sahip özel usul hükümlerine riayet edilmediği ve verilen ara kararların birçoğunda taraflara usul hükümlerine aykırı şekilde süreler verilerek, yapılması gereken işlemlerin masraf ikmal edilmemesi gibi nedenlerle yerine getirilmediği, dosyanın defalarca tetkike alındığı anlaşılmaktadır.

45.     3402 sayılı Kanun’da yer alan özel usul hükümleri ile bu Kanunda hüküm bulunmaması durumunda uygulama alanı bulacak olan ve medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli hükümler içeren 6100 sayılı Kanun’un 30. maddesi,  uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır.

46.     Özellikle Kadastro Mahkemesinde geçen somut yargılama açısından dava malzemesinin taraflarca hazırlanması ilkesinin geçerli olmadığı nazara alındığında, yargılama makamlarının davayı gerekli süratle yürütme yükümlülüğünün daha dikkatli bir şekilde ele alınması gerekmektedir (B. No: 2012/12, 17/9/2013, § 58; Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Ümmühan Kaplan/Türkiye, B. No.24240/07, 20/3/2012, § 22; Veli Uysal/Türkiye, B. No.57407/02, 4/3/2008; Namlı ve Diğerleri/Türkiye, B. No.51963/99, 23/5/2007;Nalbant/Türkiye, B. No.61914/00,  10/8/2006).

47.     Yargılama sürecinde başvurucular dışındaki tarafların yargılamayı geciktirici yöndeki işlem ve davranışları kural olarak, yargılamanın uzamasında taraf kusuru olarak kabul edilmekte ise de, yargılama makamlarının ilgili usuli imkânları kullanmak suretiyle bu girişimleri engelleme sorumluluğu bulunmaktadır. Bu kapsamda, başvurucular vekili de dâhil olmak üzere taraf vekillerince muhtelif celselerde mazeret dilekçeleri sunulduğu görülmekle birlikte, yukarıda belirtilen özel usul hükümleri nedeniyle başvurucuların tutumunun yargılamanın uzamasına özellikle bir etkisi olduğu tespit edilememiştir.

48.     Davada yer alan kişi sayısı ve davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koymakla birlikte, davaya bütün olarak bakıldığında söz konusu elli iki yıllık yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.

49.     Açıklanan nedenlerle, başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden

50.     Başvurucular, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle uğradıklarını iddia ettikleri zarar karşılığında 500.000,00 TL maddi ve her bir başvurucu lehine 150.000, 00 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmişlerdir.

51.     Adalet Bakanlığı görüşünde, başvurucuların tazminat taleplerine ilişkin görüş bildirilmemiştir.

52.     6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

       “Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

53.     Başvurucular tarafından maddi tazminat talebinde bulunulmuş olup, mevcut başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla beraber, tespit edilen ihlalle iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucuların maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

54.     Başvurucuların tarafı oldukları uyuşmazlığa ilişkin elli iki yıllık yargılama süresi nazara alındığında, başvurucuların yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında ve başvurucuların yargılamayı murislerinden intikalle takip etmekte oldukları nazara alınarak,  başvuruculardan Şükrü Tuncer’e takdiren 2.250,00 TL, başvurucular Semira Babayiğit, Melahat Çelik, İzzettin Tuncer, Ziya Tuncer, Hıdır Tuncer, Abdülkadir Tuncer, Nurettin Tuncer, Remziye Tuncer’e ayrı ayrı takdiren 250,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

55.     Başvurucular tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 2.640,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.838,35 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

56.     Başvuruya konu yargılamanın elli iki yıl sürdüğü ve bu hususun makul sürede yargılanma hakkını ihlal ettiği gözetilerek, anayasal bir hakkın ihlal edildiği açık olan bir yargılama dosyasında, hukuka, adalete ve mahkemeye güven ilkesinin gördüğü zararın devam etmesinin önlenmesi amacıyla, yargılamanın mümkün olan en kısa sürede sonuçlandırılmasını teminen, kararın bir örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

V.       HÜKÜM

A.       Açıklanan nedenlerle;

B.       Başvurucuların makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği yönündeki iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

C.       Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

D.       Başvuruculardan Şükrü Tuncer’e 2.250,00 TL, başvurucular Semira Babayiğit, Melahat Çelik, İzzettin Tuncer, Ziya Tuncer, Hıdır Tuncer, Abdülkadir Tuncer, Nurettin Tuncer, Remziye Tuncer’e ayrı ayrı  250,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE,

E.       Başvurucuların tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,

F.        Başvurucular tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 2.640,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.838,35 TL yargılama giderinin müştereken BAŞVURUCULARA ÖDENMESİNE,

G.      Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Hazinesine başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

H.       Kararın bir örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine,

 

19/12/2013 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

 

 

Başkan

Alparslan ALTAN

Üye

Serdar ÖZGÜLDÜR

Üye

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

 

 

 

 

Üye

Recep KÖMÜRCÜ

Üye

Engin YILDIRIM