Daire:8

Tarih:2013

Esas No:2013/2629

Karar No:2013/10363

Kaynak:

İlgili Maddeler:

İlgili Kavramlar:AYM kararı, kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği

T.C.

YARGITAY

8. Hukuk Dairesi

 

ESAS NO              : 2013/2629

KARAR NO          : 2013/10363     

 

Y A R G I T A Y İ L A M I

 

İNCELENEN KARARIN

MAHKEMESİ      : Akyurt Asliye Hukuk Mahkemesi

TARİHİ  : 13/11/2012

NUMARASI        : 2010/126-2012/217

DAVACI               : Yüksel Sönmez vs.

DAVALI                : Halime Kartal vs.

DAVA TÜRÜ       : Tapu iptali ve tescil

 

 

Yüksel Sönmez ve müşterekleri ile Halime Kartal ve müşterekleri aralarındaki tapu iptali ve tescil davasının kabulüne dair Akyurt Asliye Hukuk Mahkemesi'nden verilen 13.11.2012 gün ve 126/217 sayılı hükmün duruşma yapılması suretiyle Yargıtay'ca incelenmesi davalılar vekili tarafından istenilmiştir. Dosya incelenerek işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 02.07.2013 Salı günü tayin edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmişti. Duruşma günü temyiz eden davalılar Sabiha Erdoğan ve müşterekleri vekili Av. Mutluay Çelik ve karşı taraftan davacılar Metin Sönmez ve müşterekleri vekili Avukat Ahmet Tezcan geldiler. Duruşmaya başlanarak temyiz isteğinin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan ve hazır bulunanların sözlü açıklaması dinlendikten sonra duruşmaya son verilerek; dosya incelendi, gereği düşünüldü:

 

KARAR

 

Davacılar vekili, vekil edenlerinin murisi Sadullah Sönmez’in davalıların murisi Yaşar Kartal adına tapuda kayıtlı Güzelhisar Mahallesi'nde bulunan 195 parselde kain 15.500 m² yüzölçümlü tarlayı, Yaşar Kartal varislerinden Halise Kartal, Neriman Kartal ve Halime Kartal’dan 18.06.1966 tarihinde tapu dışı senetle satın aldığını, aldıktan sonra ölüm tarihi 19.05.2009 tarihine kadar Sadullah’ın nizasız ve fasılasız malik sıfatıyla 44 yıl zilyet olarak kullandığını, ölümünden sonra varisleri davacıların bugüne kadar aynı şekilde kullanmaya devam ettiklerini, kayıt maliki Yaşar Kartal’ın 05.03.1965 tarihinde öldüğünü, 44 yılı aşkın süre ile olağanüstü zamanaşımı süresinin fazlası ile gerçekleştiğini, MK.713/1-2. maddesinde tarif edilen olağanüstü zamanaşımı koşullarının oluştuğunu, tapu malikinin ölümünden itibaren 20 yıllık süre geçtiğini açıklayarak Ankara İli Akyurt İlçesi Güzelhisar Mahallesi'nde bulunan 195 parselin Mehmet oğlu Yaşar Kartal adına olan kaydının iptali ile davacılar adına tapuya tesciline karar verilmesini istemiştir.

Davalılar vekili, davacılar vekilinin dava dilekçesinde belirttiği TMK.nun 713 maddesinin 1 ve 2. fıkralarının tapu kütüğünde kayıtlı olmayan taşınmazlara ilişkin ve olayın herkesin itibar etmek zorunda olduğu Devletin sicil kayıtları ile ilgili bulunduğunu, taşınmazın maliki ve mirasçılarının belli olduğunu, taşınmazın satın alındığı iddiası doğru olmadığı gibi doğru bile olsa iştirak halinde mülkiyette bir kısım mirasçıların satışına değer verilemeyeceğini, tapulu taşınmazların tapu dışı yolla satışına değer verilemeyeceğini, taşınmazın bir kısmının da tarımsal faaliyete uygun olmadığını açıklayarak davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, açılan davanın kabulü ile Ankara İli Akyurt İlçesi Kızılhisar Mahallesi 195 numaralı parseldeki taşınmazın Mehmet oğlu Yaşar Kartal adına olan tapu kaydının iptali ile davacılar adına payları oranında tesciline karar verilmesi üzerine; hüküm, davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

 

./.

 

 

-2-

 

2013/2629 - 2013/10363              

 

Dava konusu Kızılhisar Mahallesi 195 parsel 21.12.1955 tarihi itibarıyla davalıların murisi Mehmet oğlu Yaşar Kartal adına tapuda kayıtlı olup, dava tarihine kadar bir intikal yapılmamıştır.

Dava, kazanmayı sağlayan zilyetlik ve TMK'nun 713/2. fıkrasında yer alan “maliki 20 yıl önce ölmüş...” hukuki sebebine dayalı olarak tapunun hukuki değerini yitirdiği gerekçesiyle açılan mülkiyetin aktarılmasına ilişkin tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.

TMK'nun 713/2. fıkrasında yer alan “...ölmüş...” ibaresinin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi nedeniyle Mahkeme kararının irdelenmesi gerekmektedir.

Somut olayda çözümlenmesi gereken öncelikli sorun; eldeki temyiz incelemesinin yapıldığı aşamada Yerel Mahkeme'nin kararına dayanak oluşturan hükmün TMK'nun 713/2. fıkrasındaki; “…ölmüş…” sözcüğünün Anayasa Mahkemesi'nce iptaline ilişkin kararı ve bu karar yayımlanana kadar hükmün yürürlüğünün durdurulması kararının eldeki davaya etkisinin ne olacağı hususudur.

Davaya dayanak oluşturan TMK'nun 713/2. fıkrasında yer alan “…ölmüş…” sözcüğünün, “Anayasa Mahkemesi'nin 17.3.2011 gün ve 2009/58 Esas, 2011/52 Karar sayılı kararıyla iptaline, bu sözcüğün uygulanmasından doğacak sonradan giderilmesi güç veya olanaksız durum ve zararların önlenmesi ve iptal kararının sonuçsuz kalmaması için kararın Resmi Gazetede yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına 17.03.2011 tarihinde karar verilmiştir.”

Anayasa Mahkemesi Kararlarının Özelliği ve Geriye Yürümezliğinin İrdelenmesi;

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 153/2. fıkrasında; Anayasa Mahkemesi'nin, bir Kanun veya Kanun Hükmünde Kararname'nin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemeyeceğini vurguladıktan sonra aynı maddenin 5. fıkrasında da “iptal kararlarının geriye yürüyemeyeceği” açıklanmıştır.

Anayasa Mahkemesi'nin verdiği iptal kararları, İdari Yargıda verilen iptal kararlarından farklı bir özelliğe sahiptir. İdari Yargıda asıl olan iptal kararlarının geriye yürümesi yani iptal edilen idari işlemin doğduğu andan itibaren yok sayılması esas alınmasına karşın, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının geriye yürümemesi asıldır. Bu bakımdan İdari Yargıdaki iptal kararları beyan edici, açıklayıcı nitelikte olduğu halde Türk Anayasa Yargısındaki iptal kararları genelde kurucu (inşai-yenilik doğurucu) niteliktedir.

Türk Anayasa sisteminde benimsenen iptal kararının geriye yürümezliği kuralının getiriliş amacı, kazanılmış hakları ve hukuksal güvenliği ortadan kaldırıcı ya da toplumun adalet anlayışını zedeleyici sonuçlar doğurmasından kaygı duyulmasını önlemek, Devlete olan güven duygularını sarsmamak, Devlet yaşamında hukuk kargaşasına neden olmamak, hukuk güvenliğini ve istikrarını sağlamak olarak özetlenebilir.

Bu bakımdan iptal kararlarının geriye yürümezliği ilkesi, kabul edilen önemli bir ilkedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi; 12.12.1989 gün ve 1989/11 Esas, 1989/48 Karar sayılı kararında, “Türk Anayasa sisteminde Devlete güven ilkesini sarsmamak ve ayrıca Devlet yaşamında bir karmaşaya neden olmamak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadar ki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır.” denilmek suretiyle konunun önemi vurgulanmıştır.

Esasen bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun biçimde, tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların (kazanılmış hakların) korunması Hukuk Devleti'nin bir gereğidir. O nedenle hukuksal ve maddi alanda etkisini göstermiş hukuk kuralları uyarınca tamamlanmış ve sonuçlarını doğurmuş bulunan kazanılmış haklara Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün geriye yürüyemeyeceğinin (ceza mahkûmiyetlerinde durum farklıdır) kabulü kaçınılmazdır.

 

./...

 

-3-

 

2013/2629 - 2013/10363              

 

Bu durumda kazanılmış haklar kavramı Hukuk Devleti kavramının temelini oluşturan unsurlardan biri olarak kabul edilmektedir.

Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar, Anayasa'nın 2. maddesinde ifadesini bulan “Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir Hukuk Devletidir” hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve bu nedenle kabul edilemez.

Anayasa Mahkemesi'nin 19.12.1989 gün ve 1989/14 Esas, 1989/49 Karar sayılı kararında aynen; “bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun biçimde tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların korunması Hukuk Devleti'nin gereği olduğunu” vurgulamaktadır.

Bu karara paralel olarak Danıştay’da; 16.12.1966 tarih ve 1963/386 Esas, 1966/1642 Karar sayılı kararında; “iptal kararları geriye yürümez” kuralının kazanılmış hakları saklı tutmak, hukuk kararlılığı ve dolayısıyla kamu düzenini korumak amacıyla getirildiği görüşü benimsenmiştir.

Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararları, kural olarak Resmi Gazetede yayımlandıkları tarihten itibaren ve geleceğe dönük olarak hukuki sonuçlar doğurmaktadırlar. Bu nedenledir ki, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararından önce iptal edilen yasa kuralına dayanılarak verilen ve kesinleşmiş Mahkeme kararının Anayasa Mahkemesi kararından etkilenemeyeceği açıktır. Yani Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının, iptal edilen yasa kuralına dayanılarak daha önce verilip kesinleşmiş olan hükme etkili olması olanaklı değildir.

Saptanan bu olgular karşısında Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının ya da kanunların geriye yürümezliği ilkesinin istisnalarını kamu düzeni, genel ahlak kuralları ile kazanılmış hak ilkesi oluşturmaktadır. Kazanılmış (müktesep) hakkın söz konusu olduğu durumlarda Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının uygulanamayacağı kabul edilmektedir.

Eldeki dosyada söz konusu olan somut olaya gelince: TMK'nun 713/2. fıkrasında açıklanan üç ayrı hukuki sebepten biri olan “…ölmüş…” sözcüğünün Anayasa Mahkemesi'nce iptalinden sonra elde bulunan veya açılacak olan davalara etkisinin ne olacağı üzerinde durulması gerekmektedir. TMK'nun 713/1. fıkrasında; “tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak 20 yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir.” denilmiştir.

Aynı maddenin 2. fıkrasında ise; “aynı koşullar altında, maliki tapu kütüğünden anlaşılamayan veya 20 yıl önce ölmüş ya da hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazın tamamının veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasının zilyedi de, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir” amir hükmüne yer verilmiştir.

Görüldüğü gibi TMK'nun 713/2. fıkrasına dayalı olarak açılan davaların başarıya ulaşması; bu fıkrada belirtilen koşullar yanında aynı zamanda 713/1. fıkrasındaki koşulların da gerçekleşmiş bulunmasına bağlıdır. Çünkü 2. fıkrada; “aynı koşullar altında…” denilmek suretiyle aynı maddenin 1. fıkrasına atıfta bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle 1. fıkradaki koşulların araştırılıp belirlenmesi zorunludur.

TMK'nun 713/5. fıkrasının son cümlesinde ise; “Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur.” ilkesi getirilmiştir. Bu ilke 01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı Kanunla anılan fıkraya eklenmiştir.

04.12.1998 tarih ve 1996/4 Esas, 1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararından önce 743 sayılı TKM'nin 639 (TMK'nun 713). maddesine dayalı olarak açılan davalarda mülkiyetin hangi tarihte doğacağı ve kazanılacağı konusu gerek uygulamada ve gerekse doktrinde oldukça tartışmalı idi. 04.12.1998 tarih ve 1996/4 Esas, 1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararı ile; “kazandırıcı zamanaşımı yoluyla tapusuz taşınmazların edinilmesine ilişkin TMK'nun 639/1.

./....

 

-4-

2013/2629 - 2013/10363              

maddesine göre verilen tescil kararları inşai-ihdası (yapıcı-kurucu-yenilik doğurucu) nitelikli kararlardır. Mülkiyet hakkı bu kararların kesinleştiği anda kazanılır.” görüşü benimsenmişti. Daha sonra 01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı TMK'nun 713/5. fıkrasının son cümlesiyle aynı maddenin 1. ve 2. fıkralarını da kapsayacak biçimde, mülkiyetin 1. fıkrada öngörülen koşulların oluşmasıyla kazanılacağı kabul edilmiştir.

İşte TMK'nun 713/5. fıkrasında mülkiyet, 1. fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur ibaresi TMK'nun 713/1 ve 2. fıkralarına dayalı olarak açılan davalar açısından “kazanılmış (müktesep) hak” olarak kabul edilip edilemeyeceği sorunu karşımıza çıkmaktadır. Sözü edilen ibare ile 1. ve 2. fıkralarında yer alan tüm koşulların gerçekleşmesi yanında aynı maddenin 1. fıkrasında açıklanan 20 yıllık kazanma süresinin dolduğu anda mülkiyetin kazanılacağı kastedilmektedir. Şu halde, Anayasa Mahkemesi'nce yürürlüğünün durdurulması kararının verildiği 17.03.2011 tarihinden önce dava açanlar (eldeki davalar) ile açmayanlar bakımından 20 yıllık kazanma süresi ve 2. fıkrada açıklanan maliki 20 yıl önce ölmüş olan kişi bakımından söz konusu süreler dolmuş ise bunlar açısından kazanılmış (müktesep) hakkın kabul edilip edilmeyeceğinin değerlendirilmesi gerekir.

TMK'nun 713/5. fıkrasına eklenen ibare ile mülkiyet hakkının tüm kazanma koşullarının oluşması ile 20 yıllık kazanma süresinin dolduğu anda kazanılacağı açıklandığına ve bu konuda hiçbir duraksama söz konusu olamayacağına göre az önce açıklanan durumlar bakımından kazanılmış hakkın varlığının kabulü gerekmektedir. Yukarıda yapılan tüm açıklamalar da bunu doğrulamaktadır. 4721 sayılı Kanunla getirilen ve TMK'nun 713/5. fıkranın son cümlesi için gösterilen gerekçede de şu ifade yer almaktadır: “Gerçekten, mülkiyet hakkının hangi anda kazanılmış olacağı sorusunu cevaplayan bu yeni hükme göre, mülkiyet 1. fıkrada öngörülmüş olan bütün şartların gerçekleştiği anda kazanılmış olacak, yani hâkimin vereceği tescil kararı geriye dönük (makable şamil) sonuç doğuracaktır.” denilmektedir.

Anayasa Mahkemesi'nin verdiği iptal kararıyla birlikte 17.03.2011 tarihinde aynı zamanda; “…kararın Resmi Gazete'de yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına” karar verilmiştir. Şu halde yürürlüğünün durdurulması kararının verildiği 17.03.2011 tarihinden önce açılmış bulunan davalar bakımından maliki 20 yıl önce ölmüş ve o tarihten dava tarihine veya kayıt maliki adına bulunan tapu kaydının intikal gördüğü tarihe kadar diğer kazanma koşulları yanında 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise, bu tür davalar bakımından kazanılmış (müktesep) hakkın kabulü gerekir. Uyuşmazlığa konu yapılan tapu kaydı; malikin ölüm tarihinden itibaren 20 yıllık kazanma süresi geçtikten sonra intikal görmüş ise bu tür intikal gören kayıt hukuken bir değer taşımaz ve intikal maliklerine herhangi bir hak bahşetmez. Yine dava açmamış ancak; Anayasa Mahkemesi'nin verdiği yürürlüğünün durdurulması karar tarihi olan 17.3.2011 tarihinden önce hak sahipleri yararına kazanma koşulları oluşmuş, malik 20 yıl önce ölmüş ve 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise, bu tür hak sahiplerinin de dava açma yönünden kazanılmış haklarının olduğunun da kabulü gerekmektedir. Bu gibi hak sahiplerinin 17.03.2011 tarihinden önce veya sonra dava açmalarının bir önemi bulunmamaktadır.

Bu açıklamalardan sonra kazanılmış hakkın olduğu gözetilerek TMK'nun 713/2. maddesi bakımından dosya incelendiğinde; dava konusu 195 parsel maliki Yaşar Kartal 05.03.1965 tarihinde ölmüş ve geride mirasçı olarak davalıları bırakmıştır. Davacılar murisi Sadullah Sönmez ise 19.05.2009 tarihinde ölmüş ve geride davacılar mirasçı olarak kalmışlardır. Satıcıları Yaşar Kartal’ın bir kısım mirasçıları Halise, Neriman ve Halime Kartal, alıcısı ile Sadullah Sönmez olduğu görülen 18.06.1966 tarihli satış vaadi senedi

./.....

-5-

2013/2629 - 2013/10363              

başlıklı adi yazılı belgede, satıcıların 15 dönümlük babalarından kalan tarlanın satıldığı ve bedelinin kısmen alındığı yazılıdır. 27.04.2012 tarihli keşifte dinlenen mahalli bilirkişi ve davacı tanıkları ile davalı tanıklarından Hasan Kartal, taşınmazın 40 yılı aşkın süredir bazen icarla bazen bizzat olmak üzere Sadullah ve mirasçıları tarafından zilyet edildiğini ifade ederlerken davalı tanıklarından Mehmet Erdoğan ise taşınmazın kimin ekip biçtiğini bilmediğini bildirmiştir. Uzman ziraat yüksek mühendisi bilirkişi 04.05.2012 tarihli raporunda “195 parselin üzerinde herhangi bir yapı ve müştemilat olmadığı, halihazırda ekilip biçildiği, keşif esnasında arazinin 1/3’lük kısmının buğday ekili, geri kalan kısmının sürülü, taşınmazın toprak işlemesine elverişli 4.sınıf arazi durumunda, belirlenen toprak özellikleri ve doğal bitki örtüsü ışığında topoğrafik yapısının değişkenlik gösterdiği, 1/3’lük bölümünün düz, kullanımı sınırlayan herhangi bir durumu olmayan normal ve iyi tarım yöntemleri ile güvenlik içinde ürün yetiştirilebilecek tesviyesi iyi, derin, verimli, entansif tarım için uygun, 2/3 kısmının ise eğimi oldukça fazla (%20-30 eğimli) erozyona fazla maruz, orta derecede taşkına elverişli olduğundan bu bölümün az verimli…” olduğu açıklanmıştır.

Mahkemece toplanan delillere göre davacı taraf lehine kazanma koşullarının oluştuğu gerekçesi ile kabule karar verilmiş ise de yapılan araştırma ve inceleme hüküm vermeye ve yanlar arasındaki uyuşmazlığı çözümlemeye yeterli değildir. TMK’nun 713/2.maddesi gereği mülkiyetin kazanılabilmesi için gereken koşullardan biri de dava konusu taşınmazın ölüm veya tutanağın kesinleştiği tarihten dava tarihine kadar 20 yılı aşkın malik sıfatı ile zilyet olunduğunun ispatlanmasıdır. Davacı tarafın zilyetliğinin belirlenmesi bakımından davalılar vekilinin taşınmazda davacıların zilyetliğinin bulunmadığı, taşınmazın 2/3’lük kısmının ise tarım yapılmaya dahi müsait olmadığına yönelik itirazları, az yukarıda yazılı mahalli bilirkişi, tanık beyanları ile uzman ziraatçi bilirkişi raporundaki açıklamalar karşısında taşınmaz üzerindeki zilyetliğin niteliği ve ekonomik amaca uygun olup olmadığı, taşınmazın tamamı mı yoksa bir kısmı üzerinde mi zilyet olunduğu konularında tereddüt oluşmuş, mahalli bilirkişi ve tanık beyanlarının da denetlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Mahalli bilirkişi ve tanık beyanları soyut ifadeler içerdiğine göre, davacının zilyetliği ile bir arazinin kullanım süresi ve niteliğini en iyi belirleme yöntemi hava fotoğraflarıdır. Bu hava fotoğraflarının ölüm tarihinden sonraki yıllara ait en az iki ayrı zamana ilişkin olması gerekir. Bu konuda sağlıklı bir yargıya ulaşmak, davacı tarafın dava tarihinden önce 20 yılı aşkın kesintisiz zilyetliğinin ve niteliğinin belirlenmesi için dava tarihi 29.06.2010 tarihinden geriye doğru 5 veya 10’ar yıllık dönemler itibariyle dava konusu taşınmaz maliki Yaşar Kartal’ın 05.03.1965 ölüm tarihine kadar taşınmazı çevresi ile birlikte gösteren stereoskopik hava fotoğraflarının, bundan ayrı aynı dönemlere ilişkin memleket haritaları, zilyetliğin niteliğini belirlemeye yarayacak niteliğe sahip kadastro paftası, imar planı ve benzeri tüm uygulama imkanı bulunan haritaların bulundukları yerlerden ve gerekirse taraflardan da istenerek dosyaya getirtilmesi gerekir.

Mahkemece yapılacak iş; yeniden yapılacak keşifte yerel bilirkişi ve tanıklar HMK.nun 243 ve 244. maddeleri gereğince keşif yerine davetiyeyle çağrılmalı, aynı Kanunun 259 ve 290/2. maddeleri uyarınca uyuşmazlığın taşınmaza ilişkin bulunması nedeniyle yerel bilirkişi ve tanıklar keşif yerinde dinlenmeli, dava konusu taşınmazın niteliği, Yaşar Kartal’ın ölüm tarihinden itibaren taşınmaz üzerinde tarımsal ekonomik amacına uygun zilyetliğin hangi tarihte başladığı ve dava tarihine kadar kim tarafından ne şekilde, ne kadarlık kısım üzerinde sürdürüldüğü, tarımsal amaç dışında taşınmazda herhangi bir kullanımın bulunup bulunmadığı hususları yerel bilirkişi ve tanıklardan ayrıntılı şekilde sorulmak suretiyle açıklığa kavuşturulmalı, beyanlar arasında çelişki bulunması halinde HMK.nun 261. maddesi gereğince giderilmesine çalışılmalı, aynı keşifte daha önceden keşfe iştirak etmeyenler arasından resen belirlenecek üç ziraat mühendisi, bir harita kadastro mühendisi ile bir adet jeodezi ve fotoğrametri mühendislerinden oluşacak beş kişilik uzman

./....

-6-

2013/2629 - 2013/10363              

bilirkişi kurulu marifetiyle yukarıdaki açıklamalar gereğince iki ayrı tarihte çekilmiş 2010 yılı öncesinde 5-10’ar yıllık belirli dönemleri içeren stereoskopik çift hava fotoğrafının bulunup bulunmadığı usulüne uygun şekilde Harita Genel Komutanlığı'ndan, fotoplan, fotoğrametrik ve fotometrik paftaların ise İl Kadastro Müdürlüğü'nden getirtilmeli, uzman ziraat mühendisi bilirkişiler aracılığı ile gerek dava konusu taşınmazın gerek komşu taşınmazların değişik yerlerinden çukurlar açtırılarak, toprak numuneleri aldırmalı, laboratuar ortamında toprak analizleri yaptırılmalı, az yukarıda belirtilen ve dosya arasına getirtilecek diğer tüm haritaların keşifte uygulanması yaptırılarak taşınmazın niteliği ve kullanım süresinin, ne kadar kısmının ne zaman kullanılmaya başladığının, kullanımın halen devam edip etmediğinin, çevre taşınmazlarla benzer ve ayrılan özelliklerinin, sebeplerinin belirlenmesine çalışılmalı, tanık ve yerel bilirkişi sözleri, bilimsel esaslara göre hazırlanan bilirkişi raporlarıyla denetlenmeli, taşınmazın niteliği ve tarımsal amaçlı zilyetlik başlangıç tarihi ile süresi ayrı ayrı tespit edilmeli, bu tespitler haritalar üzerinde çevresi ile birlikte taşınmazı ve anlatılan uygulamaları da içerir şekilde gösterilmelidir.

Bundan ayrı, taşınmaz ve çevresinin yakın plan ve panoramik fotoğrafları bir fotoğrafçı aracılığıyla çektirilip, mahkemece onaylandıktan sonra dosya arasına konulması gerekmektedir. Mahkemece bu araştırma ve incelemeler yapılarak davacı tarafın zilyetliğinin taşınmazın tamamı mı, bir kısmı üzerinde mi, ekonomik amaca uygun ve sürekli olup olmadığının belirlenmesi ve diğer koşullar da gözetilip tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre karar vermek gerekirken eksik incelemeyle yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.

Yukarıda açıklanan nedenlerle davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile usul ve yasaya aykırı bulunan hükmün 6100 sayılı HMK.nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK.nun 428.maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK.nun 388/4. (HMK m.297/ç) ve HUMK.nun 440/I.maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, 2.302,00 TL peşin harcın istek halinde temyiz eden davalılara iadesine, 02.07.2013 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

Başkan Üye Üye Üye Üye

Y.Uluç S.Altıngöz F.Akçin A.Eryılmaz A.Çolak

(Muhalif)

KARŞI OY

Davacılar vekili 29.06.2010 havale tarihli harcı alınan dava dilekçesinde özetle: vekil edenlerinin murisi Sadullah Sönmez’in, davalıların miras bırakanı Yaşar Kartal adına tapuda kayıtlı Ankara İli, Akyurt İlçesi, Güzelhisar Mahallesi'ndeki 195 parsel sayılı 15500 m2'lik taşınmazı mirasçıları Halise Kartal, Neriman Kartal ve Halime Kartal’dan tapu dışı yolla 18.6.1966 tarihinde haricen satın aldığını, ölümüne kadar aralıksız nizasız kullandığını, öldükten sonrada mirasçılarının zilyetliğinin devam ettiğini açıklayarak TMK’nun 713/1-2. maddesindeki koşulların, özelliklede kayıt malikinin 20 yıl önce “ölmüş” olması hukuksal sebebinin somut olayda gerçekleştiğinden bahisle davalıların miras bırakanı Mehmet oğlu Yaşar Kartal adına olan tapu kaydının iptali ile müvekkilleri adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalılar Sabiha Erdoğan ve arkadaşları vekili, 20.12.2010 havale tarihli cevap dilekçesinde özetle; TMK.nun 713/1 ve 2. maddesindeki koşulların davacılar yararına gerçekleşmediğini, nizalı taşınmazın müvekkillerinin murisi adına tapuda kayıtlı olduğunu, ölümü ile elbirliği mülkiyet üzere bulunduğunu, mirasçılardan birkaç tanesinin üçüncü kişilere haricen satışının geçerli olmadığını, davacıların bu yerde işgalci olduklarını, açıklayarak davanın reddini savunmuşlardır.

Mahkemece, toplanan deliller birlikte değerlendirildiğinde; davacıların murisinin dava konusu taşınmazı davalıların miras bırakanı adına tapuda kayıtlı iken bu kişinin ölümü üzerine bir kısım mirasçılarından haricen satın alarak zilyetliğin dava tarihine kadar 40 yılı aşkın süreden beri davacıların murisi ve davacılarda olduğu belirlenmekle TMK.nun 713/1 ve 2. maddesindeki koşulların davacılar yararına gerçekleştiğinden bahisle davanın kabulüne, dava konusu parselin davalıların miras bırakanı adına olan tapu kaydının iptali ile davacılar adına payları oranında tesciline karar verilmiştir.

Hüküm, süresi içerisinde davalılar Sabiha Erdoğan ve 15 arkadaşının vekili tarafından dilekçelerinde yazılı nedenlerle temyiz edilmiştir.

Toplanan deliller tüm dosya kapsamından; davacıların ve davalıların murislerine ait hasımsız veraset belgeleri dosya içerisindedir. 18.6.1966 tarihli haricen düzenlenen satış senedi fotokopisi dosya kapsamındadır. Yapılan incelemede köyü, mevkii, miktarı yazılı olan 15 dönümlük tarlanın 1600 Lira bedelle Halise Kartal, Keziban Kartal ve Halime Kartal tarafından alıcısı Sadullah Sönmez’e tanıklar Hacı Gülen ve Halil Tütüncü huzurunda satıldığı, satıcıların parmak izlerinin alındığı, ayrıca, karşısında isim yazılı olmayan ya da senet aslında yazılı ise de, fotokopisinde çıkmayan isimleri karşısında iki ayrı parmak izinin daha bulunduğu görülmüştür.

Nizalı taşınmaza ilişkin kadastro tutanağının fotokopisi getirilmiştir. Bu yerin Arazi Kadastro Mahkemesi'nin 12.5.1954 tarih ve 1954/142 nolu kesinleşen kararı gereğince Mehmet oğlu Yaşar Kartal adına 21.12.1955 tarihinde sicil kaydının oluşturulduğu görülmüştür. Çap kaydı getirilmiştir. 195 parsel sayılı taşınmazın halen tam mülkiyet üzere Mehmet oğlu Yaşar Kartal adına tescilli olduğu belirlenmiştir. Çap kayıt maliki 1.7.1903 doğumlu Mehmet ve Ayşeden olma Yaşar Kartal 5.3.1965 tarihinde ölmüştür. Ölümüyle mirasçıları dosyada mevcut veraset belgeleriyle saptanmıştır. Davacıların miras bırakanı 1.9.1919 doğumlu Ali ve Medine’den olma Sadullah Sönmez’in 19.5.2009 tarihinde öldüğü, ölümüyle davacıları mirasçı bıraktığı veraset belgeleriyle sabittir.

Çekişmeli taşınmazın bulunduğu yerde 27.4.2012 tarihinde keşif yapılmıştır. 1951, 1933, 1957 ve 1956 doğumlu davacı tanıkları ayrı ayrı dinlenmiştir. Beyanlarında özetle; “..kendilerini bildiklerinden beri dava konusu taşınmazın Sadullah Sönmez tarafından kullanıldığını, ölümünden itibaren oğullarının kullandığını, davalıların murisi Yaşar Kartal’ı tanımadıklarını…” söylemişlerdir. Davalı tanıkları 1943 doğumlu Hasan Kartal, 1937 doğumlu Hacı Mehmet Erdoğan beyanlarında; “…taşınmazın kayıt malikinin Yaşar Kartal olduğunu, bu kişinin erkek çocuğu olmadığı için mirasçılarının ölümünden sonra bu tarlayı ekip biçmediklerini, Yaşar Kartal’ın berber mesleğiyle meşgul olduğunu, çiftçilik yapmadığını, bu yeri davacıların ekip biçtiğini…” beyan etmişlerdir. 1934, 1944 ve 1950 doğumlu yerel bilirkişiler özetle; “..taşınmazın malikinin kim olduğunu bilmediklerini, davacıların bu tarlayı Yaşar Kartal’dan satın aldıklarını söylediklerini, bu nedenle 40 – 50 yıldan beri davacıların sahiplendiğini…” açıklamışlardır. Keşifte görevlendirilen teknik bilirkişiler dosyada mevcut kroki ve raporları ile rapor eki olan fotoğrafları sunmuşlardır. Açıklanan olgular tarafların ve mahkemenin bilgisi dahilindedir. Uyuşmazlık, tapuda kayıtlı taşınmazın haricen satışının geçerli olup olmadığı ve kayıt malikinin ölümüyle tereke malı olan taşınmazın birkaç mirasçı tarafından üçüncü kişiye haricen satışının hukuken korunup korunmayacağı, ayrıca, 4721 sayılı TMK’nun 713/2. maddesindeki “ölüm” sebebine dayalı davanın dinlenip dinlenmeyeceği noktalarında toplanmaktadır.

Bilindiği üzere ve kural olarak; tapuda kayıtlı ve özellikle çap kaydı oluşmuş taşınmazların TMK.nun 706, 818 sayılı BK.nun 213 (6098 sayılı TBK.nun 234), Tapu Kanununun 26. maddeleri uyarınca haricen satışı yasanın tanıdığı istisnalar dışında hukuken geçerli değildir. Söz konusu istisnalar kat karşılığı inşaat sözleşmesi nedeniyle yükleniciye isabet eden bölümlerin noter veya haricen satışı ile mirasçılar arasında miras payının devri vs. gibi nedenlerdir. Bundan ayrı, tapuda kayıtlı bir taşınmazın kayıt malikinin ölümü üzerine tereke malı ve elbirliği mülkiyet hükümlerine tabi olan taşınmazla ilgili olarak kayıt malikinin mirasçılarından bir veya birkaçının muristen gelen miras paylarını üçüncü kişilere haricen satışı hukuken geçerli bulunmamaktadır. Tüm bunlardan ayrı olarak, TMK.nun 713/2. maddesindeki “ölüm” sebebine dayalı iddianın aynı Kanunun 713/1. maddesindeki koşulların gerçekleşmesi halinde iptal ve tescile karar verilip verilemeyeceği konusuna gelince; kural olarak söz konusu hüküm Anayasa Mahkemesi'nin 17.3.2011 tarih, 2009/58 Esas, 2011/15 Karar sayılı kararı uyarınca yasa metninde bulunan ölmüş sözcüğü iptal edilmiştir. Bir başka anlatımla, artık, yasada böyle bir dava sebebi ortadan kaldırılmıştır. Kanunda olmayan bir nedene dayanılarak aynı Kanunun (713/5) hükmünden bahisle iptal ve tescil kararı verilmesi olanaklı değildir. Çünkü, 713/5. madde, 713/1. maddedeki koşulların gerçekleşmesi durumunda 713/1. maddeyi tamamlar niteliktedir. 713/5. madde, 713/2. madde ile ilgili değildir. Buna karşılık, 713/2. maddedeki 3 hal olarak belirlenen sebeplerden birisi Anayasa Mahkemesinin değinilen iptal kararıyla ortadan kalkmıştır. Eş anlatımla Yasa metninden “ölüm” sözcüğü çıkarılmıştır. Artık, TMK.nundaki “ölmüş” sebebine dayalı olarak dava açılamayacağı kuşkusuzdur. Eldeki dava ise, söz konusu Anayasa Mahkemesi kararının yürürlüğe girmesinden önce veya sonra açılmasının önemi yoktur. Çünkü, TC Anayasası’nın 153/2. maddesi uyarınca, Anayasa Mahkemesi kararlarının derdest davalara uygulanacağı kuşkusuzdur. Nitekim, Dairemizin kıyı kenar çizgisiyle ilgili olarak verilen kararlarında Anayasa Mahkemesinin o konuyla ilgili iptal ve tescil davalarının makable şamil olarak derdest davalara uygulanmakta olduğu tartışmasızdır. Bu konuda, Dairemizden verilmiş yüzlerce karar bulunmaktadır. Hal böyle iken, Dairenin çoğunluğu tarafından TMK.nun 713/2. maddesindeki “ölüm” sebebine dayalı davalarında Anayasa Mahkemesinin iptal kararının derdest davalara uygulanamayacağı, kaldı ki Anayasa Mahkemesi Kararının yayınlandığı tarihten sonra açılan davalara da TMK.nun 713/5. maddesinden bahisle uygulanamayacağına ilişkin açıkça yasal sebebi kalmayan bir durumun zorlanılarak hukuki nedene dayandırılmasının doğru olmadığını düşünüyorum. Öte yandan, HGK.nun 10.10.2012 tarih 2012/4-441-710 Esas ve Karar sayılı kararında belirtildiği üzere “Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararları Resmi Gazete'de yayınlandığı tarihten itibaren ve geleceğe dönük olarak hüküm ve sonuç doğurur. Ancak, bu kuralın istisnası Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının etkisi henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalar yönünden geçerli olduğudur. Anayasa madde 153. Eldeki davada henüz kesinleşmediğinden Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararının eldeki dava yönünden etki doğuracağı ve HMK.nun 3. maddesinin eldeki davada uygulanmayacağı kuşkusuzdur, şeklindedir. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 23.2.2005 gün ve 2005/21-66-93 Esas, Karar ve 13.6.2012 gün ve 2012/4-173, 379 Esas, Karar sayılı kararlarında da bu ilkenin benimsendiği yazılıdır. Söz konusu kararda Dairemiz üyelerinden iş bu karşı oyu yazan S. Altıngöz’ün ve çoğunluk görüşünü benimseyen A. Eryılmaz’ın imzaları bulunmaktadır. Yine, Hukuk Genel Kurulu'nun 12.12.2012 tarih, 2012/4-523-1191 Esas ve Karar sayılı bozma kararında da, Anayasa Mahkemesi iptal kararlarının Anayasa'nın 153. maddesi gereğince derdest olan davalara uygulanacağına ilişkindir. Bu kararda da Dairemiz üyelerinden ve konuyla ilgili çoğunluk görüşü tarafında yer alan F. Akçin’in imzası bulunmaktadır. Yine, aynı mealde HGK.nun 13.06.2012 tarih ve 2012/4-173-379 esas ve karar sayılı ilamında da Dairemiz Üyelerinden B. Erensevi ve A. Tartıcı Çevikbaş’ın imzaları yer almaktadır. Öyle ise, konuyla ilgili olarak yukarıda isimleri yazılı Daire üyelerinin Hukuk Genel Kurulu Kararlarına attıkları imzalar nedeniyle ölüm sebebine dayalı olarak açılmış olan davalarla ilgili olarak HGK. kararına aykırı biçimde Daire'de karşı yönde oy kullanmaları kendi taktirleridir. Ancak, kıyı kenar çizgisiyle ilgili tüm kararlardaki muhalefet görüşüne uygun hareket edilmesi Hukuk Genel Kurulu'nda muhalefet görüşüne uygun oy kullanmasına karşın, somut dava nedeniyle Daire çoğunluğunun kararında yazılı olduğu gerekçelerle kullanmalarının kendi taktirleri olmakla birlikte doğru olmadığını düşünüyorum. Kaldı ki, TMK’nun 178. maddesiyle ilgili HGK.nun 17.4.2013 tarih, 2013/8-375-520 Esas ve Karar sayılı kararı Daire'de de benimsenmiştir. Görüldüğü üzere Hukuk Genel Kurulu kararlarına Yargıtay Dairelerinin uyma mecburiyeti yoksa da genel olarak benimsenmektedir.

Açıkladığım tüm bu yasal gerekçelerle Hukuk Genel Kurulu'nun tarih ve sayılarını belirttiğim kararları uyarınca, Anayasa Mahkemesi'nin konuyla ilgili iptal kararı nedeniyle ve Daire'nin konuya uygun kıyı kenar çizgisiyle ilgili vermiş olduğu UYAP üzerinden belirlenecek yüzlerce kararların kapsamları dikkate alınarak, bu gerekçelerle çoğunluk görüşüne katılamıyorum. Eldeki davanın yasal dayanağının kalmadığını düşünüyorum. Bu nedenlerle reddi gerekir kanaatindeyim. 02.07.2013

Üye       Satılmış ALTINGÖZ

EGT

Karşılaştırıldı.     T.C. YARGITAY 8. Hukuk Dairesi ESAS NO             : 2013/2629 KARAR NO : 2013/10363      Y A R G I T A Y İ L A M I İNCELENEN KARARIN MAHKEMESİ         : Akyurt Asliye Hukuk Mahkemesi TARİHİ           : 13/11/2012 NUMARASI             : 2010/126-2012/217 DAVACI       : Yüksel Sönmez vs. DAVALI       : Halime Kartal vs. DAVA TÜRÜ : Tapu iptali ve tescil Yüksel Sönmez ve müşterekleri ile Halime Kartal ve müşterekleri aralarındaki tapu iptali ve tescil davasının kabulüne dair Akyurt Asliye Hukuk Mahkemesi'nden verilen 13.11.2012 gün ve 126/217 sayılı hükmün duruşma yapılması suretiyle Yargıtay'ca incelenmesi davalılar vekili tarafından istenilmiştir. Dosya incelenerek işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 02.07.2013 Salı günü tayin edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmişti. Duruşma günü temyiz eden davalılar Sabiha Erdoğan ve müşterekleri vekili Av. Mutluay Çelik ve karşı taraftan davacılar Metin Sönmez ve müşterekleri vekili Avukat Ahmet Tezcan geldiler. Duruşmaya başlanarak temyiz isteğinin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan ve hazır bulunanların sözlü açıklaması dinlendikten sonra duruşmaya son verilerek; dosya incelendi, gereği düşünüldü: KARAR Davacılar vekili, vekil edenlerinin murisi Sadullah Sönmez’in davalıların murisi Yaşar Kartal adına tapuda kayıtlı Güzelhisar Mahallesi'nde bulunan 195 parselde kain 15.500 m² yüzölçümlü tarlayı, Yaşar Kartal varislerinden Halise Kartal, Neriman Kartal ve Halime Kartal’dan 18.06.1966 tarihinde tapu dışı senetle satın aldığını, aldıktan sonra ölüm tarihi 19.05.2009 tarihine kadar Sadullah’ın nizasız ve fasılasız malik sıfatıyla 44 yıl zilyet olarak kullandığını, ölümünden sonra varisleri davacıların bugüne kadar aynı şekilde kullanmaya devam ettiklerini, kayıt maliki Yaşar Kartal’ın 05.03.1965 tarihinde öldüğünü, 44 yılı aşkın süre ile olağanüstü zamanaşımı süresinin fazlası ile gerçekleştiğini, MK.713/1-2. maddesinde tarif edilen olağanüstü zamanaşımı koşullarının oluştuğunu, tapu malikinin ölümünden itibaren 20 yıllık süre geçtiğini açıklayarak Ankara İli Akyurt İlçesi Güzelhisar Mahallesi'nde bulunan 195 parselin Mehmet oğlu Yaşar Kartal adına olan kaydının iptali ile davacılar adına tapuya tesciline karar verilmesini istemiştir. Davalılar vekili, davacılar vekilinin dava dilekçesinde belirttiği TMK.nun 713 maddesinin 1 ve 2. fıkralarının tapu kütüğünde kayıtlı olmayan taşınmazlara ilişkin ve olayın herkesin itibar etmek zorunda olduğu Devletin sicil kayıtları ile ilgili bulunduğunu, taşınmazın maliki ve mirasçılarının belli olduğunu, taşınmazın satın alındığı iddiası doğru olmadığı gibi doğru bile olsa iştirak halinde mülkiyette bir kısım mirasçıların satışına değer verilemeyeceğini, tapulu taşınmazların tapu dışı yolla satışına değer verilemeyeceğini, taşınmazın bir kısmının da tarımsal faaliyete uygun olmadığını açıklayarak davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, açılan davanın kabulü ile Ankara İli Akyurt İlçesi Kızılhisar Mahallesi 195 numaralı parseldeki taşınmazın Mehmet oğlu Yaşar Kartal adına olan tapu kaydının iptali ile davacılar adına payları oranında tesciline karar verilmesi üzerine; hüküm, davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir. ./. -2- 2013/2629 - 2013/10363                Dava konusu Kızılhisar Mahallesi 195 parsel 21.12.1955 tarihi itibarıyla davalıların murisi Mehmet oğlu Yaşar Kartal adına tapuda kayıtlı olup, dava tarihine kadar bir intikal yapılmamıştır. Dava, kazanmayı sağlayan zilyetlik ve TMK'nun 713/2. fıkrasında yer alan “maliki 20 yıl önce ölmüş...” hukuki sebebine dayalı olarak tapunun hukuki değerini yitirdiği gerekçesiyle açılan mülkiyetin aktarılmasına ilişkin tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir. TMK'nun 713/2. fıkrasında yer alan “...ölmüş...” ibaresinin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi nedeniyle Mahkeme kararının irdelenmesi gerekmektedir. Somut olayda çözümlenmesi gereken öncelikli sorun; eldeki temyiz incelemesinin yapıldığı aşamada Yerel Mahkeme'nin kararına dayanak oluşturan hükmün TMK'nun 713/2. fıkrasındaki; “…ölmüş…” sözcüğünün Anayasa Mahkemesi'nce iptaline ilişkin kararı ve bu karar yayımlanana kadar hükmün yürürlüğünün durdurulması kararının eldeki davaya etkisinin ne olacağı hususudur. Davaya dayanak oluşturan TMK'nun 713/2. fıkrasında yer alan “…ölmüş…” sözcüğünün, “Anayasa Mahkemesi'nin 17.3.2011 gün ve 2009/58 Esas, 2011/52 Karar sayılı kararıyla iptaline, bu sözcüğün uygulanmasından doğacak sonradan giderilmesi güç veya olanaksız durum ve zararların önlenmesi ve iptal kararının sonuçsuz kalmaması için kararın Resmi Gazetede yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına 17.03.2011 tarihinde karar verilmiştir.” Anayasa Mahkemesi Kararlarının Özelliği ve Geriye Yürümezliğinin İrdelenmesi; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 153/2. fıkrasında; Anayasa Mahkemesi'nin, bir Kanun veya Kanun Hükmünde Kararname'nin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemeyeceğini vurguladıktan sonra aynı maddenin 5. fıkrasında da “iptal kararlarının geriye yürüyemeyeceği” açıklanmıştır. Anayasa Mahkemesi'nin verdiği iptal kararları, İdari Yargıda verilen iptal kararlarından farklı bir özelliğe sahiptir. İdari Yargıda asıl olan iptal kararlarının geriye yürümesi yani iptal edilen idari işlemin doğduğu andan itibaren yok sayılması esas alınmasına karşın, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının geriye yürümemesi asıldır. Bu bakımdan İdari Yargıdaki iptal kararları beyan edici, açıklayıcı nitelikte olduğu halde Türk Anayasa Yargısındaki iptal kararları genelde kurucu (inşai-yenilik doğurucu) niteliktedir. Türk Anayasa sisteminde benimsenen iptal kararının geriye yürümezliği kuralının getiriliş amacı, kazanılmış hakları ve hukuksal güvenliği ortadan kaldırıcı ya da toplumun adalet anlayışını zedeleyici sonuçlar doğurmasından kaygı duyulmasını önlemek, Devlete olan güven duygularını sarsmamak, Devlet yaşamında hukuk kargaşasına neden olmamak, hukuk güvenliğini ve istikrarını sağlamak olarak özetlenebilir. Bu bakımdan iptal kararlarının geriye yürümezliği ilkesi, kabul edilen önemli bir ilkedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi; 12.12.1989 gün ve 1989/11 Esas, 1989/48 Karar sayılı kararında, “Türk Anayasa sisteminde Devlete güven ilkesini sarsmamak ve ayrıca Devlet yaşamında bir karmaşaya neden olmamak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadar ki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır.” denilmek suretiyle konunun önemi vurgulanmıştır. Esasen bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun biçimde, tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların (kazanılmış hakların) korunması Hukuk Devleti'nin bir gereğidir. O nedenle hukuksal ve maddi alanda etkisini göstermiş hukuk kuralları uyarınca tamamlanmış ve sonuçlarını doğurmuş bulunan kazanılmış haklara Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün geriye yürüyemeyeceğinin (ceza mahkûmiyetlerinde durum farklıdır) kabulü kaçınılmazdır. ./... -3- 2013/2629 - 2013/10363   Bu durumda kazanılmış haklar kavramı Hukuk Devleti kavramının temelini oluşturan unsurlardan biri olarak kabul edilmektedir. Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar, Anayasa'nın 2. maddesinde ifadesini bulan “Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir Hukuk Devletidir” hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve bu nedenle kabul edilemez. Anayasa Mahkemesi'nin 19.12.1989 gün ve 1989/14 Esas, 1989/49 Karar sayılı kararında aynen; “bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun biçimde tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların korunması Hukuk Devleti'nin gereği olduğunu” vurgulamaktadır. Bu karara paralel olarak Danıştay’da; 16.12.1966 tarih ve 1963/386 Esas, 1966/1642 Karar sayılı kararında; “iptal kararları geriye yürümez” kuralının kazanılmış hakları saklı tutmak, hukuk kararlılığı ve dolayısıyla kamu düzenini korumak amacıyla getirildiği görüşü benimsenmiştir. Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararları, kural olarak Resmi Gazetede yayımlandıkları tarihten itibaren ve geleceğe dönük olarak hukuki sonuçlar doğurmaktadırlar. Bu nedenledir ki, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararından önce iptal edilen yasa kuralına dayanılarak verilen ve kesinleşmiş Mahkeme kararının Anayasa Mahkemesi kararından etkilenemeyeceği açıktır. Yani Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının, iptal edilen yasa kuralına dayanılarak daha önce verilip kesinleşmiş olan hükme etkili olması olanaklı değildir. Saptanan bu olgular karşısında Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının ya da kanunların geriye yürümezliği ilkesinin istisnalarını kamu düzeni, genel ahlak kuralları ile kazanılmış hak ilkesi oluşturmaktadır. Kazanılmış (müktesep) hakkın söz konusu olduğu durumlarda Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının uygulanamayacağı kabul edilmektedir. Eldeki dosyada söz konusu olan somut olaya gelince: TMK'nun 713/2. fıkrasında açıklanan üç ayrı hukuki sebepten biri olan “…ölmüş…” sözcüğünün Anayasa Mahkemesi'nce iptalinden sonra elde bulunan veya açılacak olan davalara etkisinin ne olacağı üzerinde durulması gerekmektedir. TMK'nun 713/1. fıkrasında; “tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak 20 yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir.” denilmiştir. Aynı maddenin 2. fıkrasında ise; “aynı koşullar altında, maliki tapu kütüğünden anlaşılamayan veya 20 yıl önce ölmüş ya da hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazın tamamının veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasının zilyedi de, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir” amir hükmüne yer verilmiştir. Görüldüğü gibi TMK'nun 713/2. fıkrasına dayalı olarak açılan davaların başarıya ulaşması; bu fıkrada belirtilen koşullar yanında aynı zamanda 713/1. fıkrasındaki koşulların da gerçekleşmiş bulunmasına bağlıdır. Çünkü 2. fıkrada; “aynı koşullar altında…” denilmek suretiyle aynı maddenin 1. fıkrasına atıfta bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle 1. fıkradaki koşulların araştırılıp belirlenmesi zorunludur. TMK'nun 713/5. fıkrasının son cümlesinde ise; “Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur.” ilkesi getirilmiştir. Bu ilke 01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı Kanunla anılan fıkraya eklenmiştir. 04.12.1998 tarih ve 1996/4 Esas, 1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararından önce 743 sayılı TKM'nin 639 (TMK'nun 713). maddesine dayalı olarak açılan davalarda mülkiyetin hangi tarihte doğacağı ve kazanılacağı konusu gerek uygulamada ve gerekse doktrinde oldukça tartışmalı idi. 04.12.1998 tarih ve 1996/4 Esas, 1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararı ile; “kazandırıcı zamanaşımı yoluyla tapusuz taşınmazların edinilmesine ilişkin TMK'nun 639/1. ./.... -4- 2013/2629 - 2013/10363               maddesine göre verilen tescil kararları inşai-ihdası (yapıcı-kurucu-yenilik doğurucu) nitelikli kararlardır. Mülkiyet hakkı bu kararların kesinleştiği anda kazanılır.” görüşü benimsenmişti. Daha sonra 01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı TMK'nun 713/5. fıkrasının son cümlesiyle aynı maddenin 1. ve 2. fıkralarını da kapsayacak biçimde, mülkiyetin 1. fıkrada öngörülen koşulların oluşmasıyla kazanılacağı kabul edilmiştir. İşte TMK'nun 713/5. fıkrasında mülkiyet, 1. fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur ibaresi TMK'nun 713/1 ve 2. fıkralarına dayalı olarak açılan davalar açısından “kazanılmış (müktesep) hak” olarak kabul edilip edilemeyeceği sorunu karşımıza çıkmaktadır. Sözü edilen ibare ile 1. ve 2. fıkralarında yer alan tüm koşulların gerçekleşmesi yanında aynı maddenin 1. fıkrasında açıklanan 20 yıllık kazanma süresinin dolduğu anda mülkiyetin kazanılacağı kastedilmektedir. Şu halde, Anayasa Mahkemesi'nce yürürlüğünün durdurulması kararının verildiği 17.03.2011 tarihinden önce dava açanlar (eldeki davalar) ile açmayanlar bakımından 20 yıllık kazanma süresi ve 2. fıkrada açıklanan maliki 20 yıl önce ölmüş olan kişi bakımından söz konusu süreler dolmuş ise bunlar açısından kazanılmış (müktesep) hakkın kabul edilip edilmeyeceğinin değerlendirilmesi gerekir. TMK'nun 713/5. fıkrasına eklenen ibare ile mülkiyet hakkının tüm kazanma koşullarının oluşması ile 20 yıllık kazanma süresinin dolduğu anda kazanılacağı açıklandığına ve bu konuda hiçbir duraksama söz konusu olamayacağına göre az önce açıklanan durumlar bakımından kazanılmış hakkın varlığının kabulü gerekmektedir. Yukarıda yapılan tüm açıklamalar da bunu doğrulamaktadır. 4721 sayılı Kanunla getirilen ve TMK'nun 713/5. fıkranın son cümlesi için gösterilen gerekçede de şu ifade yer almaktadır: “Gerçekten, mülkiyet hakkının hangi anda kazanılmış olacağı sorusunu cevaplayan bu yeni hükme göre, mülkiyet 1. fıkrada öngörülmüş olan bütün şartların gerçekleştiği anda kazanılmış olacak, yani hâkimin vereceği tescil kararı geriye dönük (makable şamil) sonuç doğuracaktır.” denilmektedir. Anayasa Mahkemesi'nin verdiği iptal kararıyla birlikte 17.03.2011 tarihinde aynı zamanda; “…kararın Resmi Gazete'de yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına” karar verilmiştir. Şu halde yürürlüğünün durdurulması kararının verildiği 17.03.2011 tarihinden önce açılmış bulunan davalar bakımından maliki 20 yıl önce ölmüş ve o tarihten dava tarihine veya kayıt maliki adına bulunan tapu kaydının intikal gördüğü tarihe kadar diğer kazanma koşulları yanında 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise, bu tür davalar bakımından kazanılmış (müktesep) hakkın kabulü gerekir. Uyuşmazlığa konu yapılan tapu kaydı; malikin ölüm tarihinden itibaren 20 yıllık kazanma süresi geçtikten sonra intikal görmüş ise bu tür intikal gören kayıt hukuken bir değer taşımaz ve intikal maliklerine herhangi bir hak bahşetmez. Yine dava açmamış ancak; Anayasa Mahkemesi'nin verdiği yürürlüğünün durdurulması karar tarihi olan 17.3.2011 tarihinden önce hak sahipleri yararına kazanma koşulları oluşmuş, malik 20 yıl önce ölmüş ve 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise, bu tür hak sahiplerinin de dava açma yönünden kazanılmış haklarının olduğunun da kabulü gerekmektedir. Bu gibi hak sahiplerinin 17.03.2011 tarihinden önce veya sonra dava açmalarının bir önemi bulunmamaktadır. Bu açıklamalardan sonra kazanılmış hakkın olduğu gözetilerek TMK'nun 713/2. maddesi bakımından dosya incelendiğinde; dava konusu 195 parsel maliki Yaşar Kartal 05.03.1965 tarihinde ölmüş ve geride mirasçı olarak davalıları bırakmıştır. Davacılar murisi Sadullah Sönmez ise 19.05.2009 tarihinde ölmüş ve geride davacılar mirasçı olarak kalmışlardır. Satıcıları Yaşar Kartal’ın bir kısım mirasçıları Halise, Neriman ve Halime Kartal, alıcısı ile Sadullah Sönmez olduğu görülen 18.06.1966 tarihli satış vaadi senedi ./..... -5- 2013/2629 - 2013/10363    başlıklı adi yazılı belgede, satıcıların 15 dönümlük babalarından kalan tarlanın satıldığı ve bedelinin kısmen alındığı yazılıdır. 27.04.2012 tarihli keşifte dinlenen mahalli bilirkişi ve davacı tanıkları ile davalı tanıklarından Hasan Kartal, taşınmazın 40 yılı aşkın süredir bazen icarla bazen bizzat olmak üzere Sadullah ve mirasçıları tarafından zilyet edildiğini ifade ederlerken davalı tanıklarından Mehmet Erdoğan ise taşınmazın kimin ekip biçtiğini bilmediğini bildirmiştir. Uzman ziraat yüksek mühendisi bilirkişi 04.05.2012 tarihli raporunda “195 parselin üzerinde herhangi bir yapı ve müştemilat olmadığı, halihazırda ekilip biçildiği, keşif esnasında arazinin 1/3’lük kısmının buğday ekili, geri kalan kısmının sürülü, taşınmazın toprak işlemesine elverişli 4.sınıf arazi durumunda, belirlenen toprak özellikleri ve doğal bitki örtüsü ışığında topoğrafik yapısının değişkenlik gösterdiği, 1/3’lük bölümünün düz, kullanımı sınırlayan herhangi bir durumu olmayan normal ve iyi tarım yöntemleri ile güvenlik içinde ürün yetiştirilebilecek tesviyesi iyi, derin, verimli, entansif tarım için uygun, 2/3 kısmının ise eğimi oldukça fazla (%20-30 eğimli) erozyona fazla maruz, orta derecede taşkına elverişli olduğundan bu bölümün az verimli…” olduğu açıklanmıştır. Mahkemece toplanan delillere göre davacı taraf lehine kazanma koşullarının oluştuğu gerekçesi ile kabule karar verilmiş ise de yapılan araştırma ve inceleme hüküm vermeye ve yanlar arasındaki uyuşmazlığı çözümlemeye yeterli değildir. TMK’nun 713/2.maddesi gereği mülkiyetin kazanılabilmesi için gereken koşullardan biri de dava konusu taşınmazın ölüm veya tutanağın kesinleştiği tarihten dava tarihine kadar 20 yılı aşkın malik sıfatı ile zilyet olunduğunun ispatlanmasıdır. Davacı tarafın zilyetliğinin belirlenmesi bakımından davalılar vekilinin taşınmazda davacıların zilyetliğinin bulunmadığı, taşınmazın 2/3’lük kısmının ise tarım yapılmaya dahi müsait olmadığına yönelik itirazları, az yukarıda yazılı mahalli bilirkişi, tanık beyanları ile uzman ziraatçi bilirkişi raporundaki açıklamalar karşısında taşınmaz üzerindeki zilyetliğin niteliği ve ekonomik amaca uygun olup olmadığı, taşınmazın tamamı mı yoksa bir kısmı üzerinde mi zilyet olunduğu konularında tereddüt oluşmuş, mahalli bilirkişi ve tanık beyanlarının da denetlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Mahalli bilirkişi ve tanık beyanları soyut ifadeler içerdiğine göre, davacının zilyetliği ile bir arazinin kullanım süresi ve niteliğini en iyi belirleme yöntemi hava fotoğraflarıdır. Bu hava fotoğraflarının ölüm tarihinden sonraki yıllara ait en az iki ayrı zamana ilişkin olması gerekir. Bu konuda sağlıklı bir yargıya ulaşmak, davacı tarafın dava tarihinden önce 20 yılı aşkın kesintisiz zilyetliğinin ve niteliğinin belirlenmesi için dava tarihi 29.06.2010 tarihinden geriye doğru 5 veya 10’ar yıllık dönemler itibariyle dava konusu taşınmaz maliki Yaşar Kartal’ın 05.03.1965 ölüm tarihine kadar taşınmazı çevresi ile birlikte gösteren stereoskopik hava fotoğraflarının, bundan ayrı aynı dönemlere ilişkin memleket haritaları, zilyetliğin niteliğini belirlemeye yarayacak niteliğe sahip kadastro paftası, imar planı ve benzeri tüm uygulama imkanı bulunan haritaların bulundukları yerlerden ve gerekirse taraflardan da istenerek dosyaya getirtilmesi gerekir. Mahkemece yapılacak iş; yeniden yapılacak keşifte yerel bilirkişi ve tanıklar HMK.nun 243 ve 244. maddeleri gereğince keşif yerine davetiyeyle çağrılmalı, aynı Kanunun 259 ve 290/2. maddeleri uyarınca uyuşmazlığın taşınmaza ilişkin bulunması nedeniyle yerel bilirkişi ve tanıklar keşif yerinde dinlenmeli, dava konusu taşınmazın niteliği, Yaşar Kartal’ın ölüm tarihinden itibaren taşınmaz üzerinde tarımsal ekonomik amacına uygun zilyetliğin hangi tarihte başladığı ve dava tarihine kadar kim tarafından ne şekilde, ne kadarlık kısım üzerinde sürdürüldüğü, tarımsal amaç dışında taşınmazda herhangi bir kullanımın bulunup bulunmadığı hususları yerel bilirkişi ve tanıklardan ayrıntılı şekilde sorulmak suretiyle açıklığa kavuşturulmalı, beyanlar arasında çelişki bulunması halinde HMK.nun 261. maddesi gereğince giderilmesine çalışılmalı, aynı keşifte daha önceden keşfe iştirak etmeyenler arasından resen belirlenecek üç ziraat mühendisi, bir harita kadastro mühendisi ile bir adet jeodezi ve fotoğrametri mühendislerinden oluşacak beş kişilik uzman ./.... -6- 2013/2629 - 2013/10363               bilirkişi kurulu marifetiyle yukarıdaki açıklamalar gereğince iki ayrı tarihte çekilmiş 2010 yılı öncesinde 5-10’ar yıllık belirli dönemleri içeren stereoskopik çift hava fotoğrafının bulunup bulunmadığı usulüne uygun şekilde Harita Genel Komutanlığı'ndan, fotoplan, fotoğrametrik ve fotometrik paftaların ise İl Kadastro Müdürlüğü'nden getirtilmeli, uzman ziraat mühendisi bilirkişiler aracılığı ile gerek dava konusu taşınmazın gerek komşu taşınmazların değişik yerlerinden çukurlar açtırılarak, toprak numuneleri aldırmalı, laboratuar ortamında toprak analizleri yaptırılmalı, az yukarıda belirtilen ve dosya arasına getirtilecek diğer tüm haritaların keşifte uygulanması yaptırılarak taşınmazın niteliği ve kullanım süresinin, ne kadar kısmının ne zaman kullanılmaya başladığının, kullanımın halen devam edip etmediğinin, çevre taşınmazlarla benzer ve ayrılan özelliklerinin, sebeplerinin belirlenmesine çalışılmalı, tanık ve yerel bilirkişi sözleri, bilimsel esaslara göre hazırlanan bilirkişi raporlarıyla denetlenmeli, taşınmazın niteliği ve tarımsal amaçlı zilyetlik başlangıç tarihi ile süresi ayrı ayrı tespit edilmeli, bu tespitler haritalar üzerinde çevresi ile birlikte taşınmazı ve anlatılan uygulamaları da içerir şekilde gösterilmelidir. Bundan ayrı, taşınmaz ve çevresinin yakın plan ve panoramik fotoğrafları bir fotoğrafçı aracılığıyla çektirilip, mahkemece onaylandıktan sonra dosya arasına konulması gerekmektedir. Mahkemece bu araştırma ve incelemeler yapılarak davacı tarafın zilyetliğinin taşınmazın tamamı mı, bir kısmı üzerinde mi, ekonomik amaca uygun ve sürekli olup olmadığının belirlenmesi ve diğer koşullar da gözetilip tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre karar vermek gerekirken eksik incelemeyle yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir. Yukarıda açıklanan nedenlerle davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile usul ve yasaya aykırı bulunan hükmün 6100 sayılı HMK.nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK.nun 428.maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK.nun 388/4. (HMK m.297/ç) ve HUMK.nun 440/I.maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, 2.302,00 TL peşin harcın istek halinde temyiz eden davalılara iadesine, 02.07.2013 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi. Başkan Üye Üye Üye Üye Y.Uluç S.Altıngöz F.Akçin A.Eryılmaz A.Çolak (Muhalif) KARŞI OY Davacılar vekili 29.06.2010 havale tarihli harcı alınan dava dilekçesinde özetle: vekil edenlerinin murisi Sadullah Sönmez’in, davalıların miras bırakanı Yaşar Kartal adına tapuda kayıtlı Ankara İli, Akyurt İlçesi, Güzelhisar Mahallesi'ndeki 195 parsel sayılı 15500 m2'lik taşınmazı mirasçıları Halise Kartal, Neriman Kartal ve Halime Kartal’dan tapu dışı yolla 18.6.1966 tarihinde haricen satın aldığını, ölümüne kadar aralıksız nizasız kullandığını, öldükten sonrada mirasçılarının zilyetliğinin devam ettiğini açıklayarak TMK’nun 713/1-2. maddesindeki koşulların, özelliklede kayıt malikinin 20 yıl önce “ölmüş” olması hukuksal sebebinin somut olayda gerçekleştiğinden bahisle davalıların miras bırakanı Mehmet oğlu Yaşar Kartal adına olan tapu kaydının iptali ile müvekkilleri adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalılar Sabiha Erdoğan ve arkadaşları vekili, 20.12.2010 havale tarihli cevap dilekçesinde özetle; TMK.nun 713/1 ve 2. maddesindeki koşulların davacılar yararına gerçekleşmediğini, nizalı taşınmazın müvekkillerinin murisi adına tapuda kayıtlı olduğunu, ölümü ile elbirliği mülkiyet üzere bulunduğunu, mirasçılardan birkaç tanesinin üçüncü kişilere haricen satışının geçerli olmadığını, davacıların bu yerde işgalci olduklarını, açıklayarak davanın reddini savunmuşlardır. Mahkemece, toplanan deliller birlikte değerlendirildiğinde; davacıların murisinin dava konusu taşınmazı davalıların miras bırakanı adına tapuda kayıtlı iken bu kişinin ölümü üzerine bir kısım mirasçılarından haricen satın alarak zilyetliğin dava tarihine kadar 40 yılı aşkın süreden beri davacıların murisi ve davacılarda olduğu belirlenmekle TMK.nun 713/1 ve 2. maddesindeki koşulların davacılar yararına gerçekleştiğinden bahisle davanın kabulüne, dava konusu parselin davalıların miras bırakanı adına olan tapu kaydının iptali ile davacılar adına payları oranında tesciline karar verilmiştir. Hüküm, süresi içerisinde davalılar Sabiha Erdoğan ve 15 arkadaşının vekili tarafından dilekçelerinde yazılı nedenlerle temyiz edilmiştir. Toplanan deliller tüm dosya kapsamından; davacıların ve davalıların murislerine ait hasımsız veraset belgeleri dosya içerisindedir. 18.6.1966 tarihli haricen düzenlenen satış senedi fotokopisi dosya kapsamındadır. Yapılan incelemede köyü, mevkii, miktarı yazılı olan 15 dönümlük tarlanın 1600 Lira bedelle Halise Kartal, Keziban Kartal ve Halime Kartal tarafından alıcısı Sadullah Sönmez’e tanıklar Hacı Gülen ve Halil Tütüncü huzurunda satıldığı, satıcıların parmak izlerinin alındığı, ayrıca, karşısında isim yazılı olmayan ya da senet aslında yazılı ise de, fotokopisinde çıkmayan isimleri karşısında iki ayrı parmak izinin daha bulunduğu görülmüştür. Nizalı taşınmaza ilişkin kadastro tutanağının fotokopisi getirilmiştir. Bu yerin Arazi Kadastro Mahkemesi'nin 12.5.1954 tarih ve 1954/142 nolu kesinleşen kararı gereğince Mehmet oğlu Yaşar Kartal adına 21.12.1955 tarihinde sicil kaydının oluşturulduğu görülmüştür. Çap kaydı getirilmiştir. 195 parsel sayılı taşınmazın halen tam mülkiyet üzere Mehmet oğlu Yaşar Kartal adına tescilli olduğu belirlenmiştir. Çap kayıt maliki 1.7.1903 doğumlu Mehmet ve Ayşeden olma Yaşar Kartal 5.3.1965 tarihinde ölmüştür. Ölümüyle mirasçıları dosyada mevcut veraset belgeleriyle saptanmıştır. Davacıların miras bırakanı 1.9.1919 doğumlu Ali ve Medine’den olma Sadullah Sönmez’in 19.5.2009 tarihinde öldüğü, ölümüyle davacıları mirasçı bıraktığı veraset belgeleriyle sabittir. Çekişmeli taşınmazın bulunduğu yerde 27.4.2012 tarihinde keşif yapılmıştır. 1951, 1933, 1957 ve 1956 doğumlu davacı tanıkları ayrı ayrı dinlenmiştir. Beyanlarında özetle; “..kendilerini bildiklerinden beri dava konusu taşınmazın Sadullah Sönmez tarafından kullanıldığını, ölümünden itibaren oğullarının kullandığını, davalıların murisi Yaşar Kartal’ı tanımadıklarını…” söylemişlerdir. Davalı tanıkları 1943 doğumlu Hasan Kartal, 1937 doğumlu Hacı Mehmet Erdoğan beyanlarında; “…taşınmazın kayıt malikinin Yaşar Kartal olduğunu, bu kişinin erkek çocuğu olmadığı için mirasçılarının ölümünden sonra bu tarlayı ekip biçmediklerini, Yaşar Kartal’ın berber mesleğiyle meşgul olduğunu, çiftçilik yapmadığını, bu yeri davacıların ekip biçtiğini…” beyan etmişlerdir. 1934, 1944 ve 1950 doğumlu yerel bilirkişiler özetle; “..taşınmazın malikinin kim olduğunu bilmediklerini, davacıların bu tarlayı Yaşar Kartal’dan satın aldıklarını söylediklerini, bu nedenle 40 – 50 yıldan beri davacıların sahiplendiğini…” açıklamışlardır. Keşifte görevlendirilen teknik bilirkişiler dosyada mevcut kroki ve raporları ile rapor eki olan fotoğrafları sunmuşlardır. Açıklanan olgular tarafların ve mahkemenin bilgisi dahilindedir. Uyuşmazlık, tapuda kayıtlı taşınmazın haricen satışının geçerli olup olmadığı ve kayıt malikinin ölümüyle tereke malı olan taşınmazın birkaç mirasçı tarafından üçüncü kişiye haricen satışının hukuken korunup korunmayacağı, ayrıca, 4721 sayılı TMK’nun 713/2. maddesindeki “ölüm” sebebine dayalı davanın dinlenip dinlenmeyeceği noktalarında toplanmaktadır. Bilindiği üzere ve kural olarak; tapuda kayıtlı ve özellikle çap kaydı oluşmuş taşınmazların TMK.nun 706, 818 sayılı BK.nun 213 (6098 sayılı TBK.nun 234), Tapu Kanununun 26. maddeleri uyarınca haricen satışı yasanın tanıdığı istisnalar dışında hukuken geçerli değildir. Söz konusu istisnalar kat karşılığı inşaat sözleşmesi nedeniyle yükleniciye isabet eden bölümlerin noter veya haricen satışı ile mirasçılar arasında miras payının devri vs. gibi nedenlerdir. Bundan ayrı, tapuda kayıtlı bir taşınmazın kayıt malikinin ölümü üzerine tereke malı ve elbirliği mülkiyet hükümlerine tabi olan taşınmazla ilgili olarak kayıt malikinin mirasçılarından bir veya birkaçının muristen gelen miras paylarını üçüncü kişilere haricen satışı hukuken geçerli bulunmamaktadır. Tüm bunlardan ayrı olarak, TMK.nun 713/2. maddesindeki “ölüm” sebebine dayalı iddianın aynı Kanunun 713/1. maddesindeki koşulların gerçekleşmesi halinde iptal ve tescile karar verilip verilemeyeceği konusuna gelince; kural olarak söz konusu hüküm Anayasa Mahkemesi'nin 17.3.2011 tarih, 2009/58 Esas, 2011/15 Karar sayılı kararı uyarınca yasa metninde bulunan ölmüş sözcüğü iptal edilmiştir. Bir başka anlatımla, artık, yasada böyle bir dava sebebi ortadan kaldırılmıştır. Kanunda olmayan bir nedene dayanılarak aynı Kanunun (713/5) hükmünden bahisle iptal ve tescil kararı verilmesi olanaklı değildir. Çünkü, 713/5. madde, 713/1. maddedeki koşulların gerçekleşmesi durumunda 713/1. maddeyi tamamlar niteliktedir. 713/5. madde, 713/2. madde ile ilgili değildir. Buna karşılık, 713/2. maddedeki 3 hal olarak belirlenen sebeplerden birisi Anayasa Mahkemesinin değinilen iptal kararıyla ortadan kalkmıştır. Eş anlatımla Yasa metninden “ölüm” sözcüğü çıkarılmıştır. Artık, TMK.nundaki “ölmüş” sebebine dayalı olarak dava açılamayacağı kuşkusuzdur. Eldeki dava ise, söz konusu Anayasa Mahkemesi kararının yürürlüğe girmesinden önce veya sonra açılmasının önemi yoktur. Çünkü, TC Anayasası’nın 153/2. maddesi uyarınca, Anayasa Mahkemesi kararlarının derdest davalara uygulanacağı kuşkusuzdur. Nitekim, Dairemizin kıyı kenar çizgisiyle ilgili olarak verilen kararlarında Anayasa Mahkemesinin o konuyla ilgili iptal ve tescil davalarının makable şamil olarak derdest davalara uygulanmakta olduğu tartışmasızdır. Bu konuda, Dairemizden verilmiş yüzlerce karar bulunmaktadır. Hal böyle iken, Dairenin çoğunluğu tarafından TMK.nun 713/2. maddesindeki “ölüm” sebebine dayalı davalarında Anayasa Mahkemesinin iptal kararının derdest davalara uygulanamayacağı, kaldı ki Anayasa Mahkemesi Kararının yayınlandığı tarihten sonra açılan davalara da TMK.nun 713/5. maddesinden bahisle uygulanamayacağına ilişkin açıkça yasal sebebi kalmayan bir durumun zorlanılarak hukuki nedene dayandırılmasının doğru olmadığını düşünüyorum. Öte yandan, HGK.nun 10.10.2012 tarih 2012/4-441-710 Esas ve Karar sayılı kararında belirtildiği üzere “Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararları Resmi Gazete'de yayınlandığı tarihten itibaren ve geleceğe dönük olarak hüküm ve sonuç doğurur. Ancak, bu kuralın istisnası Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararlarının etkisi henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalar yönünden geçerli olduğudur. Anayasa madde 153. Eldeki davada henüz kesinleşmediğinden Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararının eldeki dava yönünden etki doğuracağı ve HMK.nun 3. maddesinin eldeki davada uygulanmayacağı kuşkusuzdur, şeklindedir. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 23.2.2005 gün ve 2005/21-66-93 Esas, Karar ve 13.6.2012 gün ve 2012/4-173, 379 Esas, Karar sayılı kararlarında da bu ilkenin benimsendiği yazılıdır. Söz konusu kararda Dairemiz üyelerinden iş bu karşı oyu yazan S. Altıngöz’ün ve çoğunluk görüşünü benimseyen A. Eryılmaz’ın imzaları bulunmaktadır. Yine, Hukuk Genel Kurulu'nun 12.12.2012 tarih, 2012/4-523-1191 Esas ve Karar sayılı bozma kararında da, Anayasa Mahkemesi iptal kararlarının Anayasa'nın 153. maddesi gereğince derdest olan davalara uygulanacağına ilişkindir. Bu kararda da Dairemiz üyelerinden ve konuyla ilgili çoğunluk görüşü tarafında yer alan F. Akçin’in imzası bulunmaktadır. Yine, aynı mealde HGK.nun 13.06.2012 tarih ve 2012/4-173-379 esas ve karar sayılı ilamında da Dairemiz Üyelerinden B. Erensevi ve A. Tartıcı Çevikbaş’ın imzaları yer almaktadır. Öyle ise, konuyla ilgili olarak yukarıda isimleri yazılı Daire üyelerinin Hukuk Genel Kurulu Kararlarına attıkları imzalar nedeniyle ölüm sebebine dayalı olarak açılmış olan davalarla ilgili olarak HGK. kararına aykırı biçimde Daire'de karşı yönde oy kullanmaları kendi taktirleridir. Ancak, kıyı kenar çizgisiyle ilgili tüm kararlardaki muhalefet görüşüne uygun hareket edilmesi Hukuk Genel Kurulu'nda muhalefet görüşüne uygun oy kullanmasına karşın, somut dava nedeniyle Daire çoğunluğunun kararında yazılı olduğu gerekçelerle kullanmalarının kendi taktirleri olmakla birlikte doğru olmadığını düşünüyorum. Kaldı ki, TMK’nun 178. maddesiyle ilgili HGK.nun 17.4.2013 tarih, 2013/8-375-520 Esas ve Karar sayılı kararı Daire'de de benimsenmiştir. Görüldüğü üzere Hukuk Genel Kurulu kararlarına Yargıtay Dairelerinin uyma mecburiyeti yoksa da genel olarak benimsenmektedir. Açıkladığım tüm bu yasal gerekçelerle Hukuk Genel Kurulu'nun tarih ve sayılarını belirttiğim kararları uyarınca, Anayasa Mahkemesi'nin konuyla ilgili iptal kararı nedeniyle ve Daire'nin konuya uygun kıyı kenar çizgisiyle ilgili vermiş olduğu UYAP üzerinden belirlenecek yüzlerce kararların kapsamları dikkate alınarak, bu gerekçelerle çoğunluk görüşüne katılamıyorum. Eldeki davanın yasal dayanağının kalmadığını düşünüyorum. Bu nedenlerle reddi gerekir kanaatindeyim. 02.07.2013 Üye       Satılmış ALTINGÖZ EGT Karşılaştırıldı.