soL - Haber Merkezi) TBMM'ye sunulan yasa tasarısı ile kurulması düşünülen Anayasa Mahkemesi Vakfı'na her türlü yardım ve bağış serbestisi getiriliyor. Yargıçlar Sendikası Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu, yaptığı açıklama ile, söz konusu tasarının Anayasa Mahkemesi'ne rüşvetin kabulü anlamına geleceğini belirtti.

Eminağaoğlu'nun açıklamaları şu şekilde:

"Veren de, alan da suçlu olduğuna göre;

Anayasa Mahkemesine iktidar rüşvetine suç üstü ve suç duyurusu!

Anayasa Mahkemesi Vakfı kuruluyor...

Kendisinden hesap sorulamayacağı inancına kapılan iktidar partisi, hukuk mukuk hak getire, dilediği gibi hareket etmeye devam ediyor...

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan imzasıyla 08.5.2013 tarihinde TBMM'ne sunulan bir yasa tasarısı ile kurulması düşünülen Anayasa Mahkemesi Vakfına, her türlü yardım ve bağış serbestisi de getiriliyor, bu mahkemeye yapılacak bireysel başvurulardan alınacak harçların %30'u Maliye Bakanlığı tarafından her yıl bu vakfa aktarılır da deniliyor, daha neler de neler...

Yasa tasarısında bunlar bile söylenebilirken, vakıf senedinin içeriğinin de her nedense adeta bir devlet sırrı gibi saklanmasına devam ediliyor...

2010 halkoylaması sonrasında çıkartılan kendi yasasında ve içtüzüğünde, uluslararası kurallara da aykırı biçimde getirilen sınırlandırıcı düzenleme uyarınca, sadece sanat, kültür ve spor derneklerine üye olabilecekleri yolunda hüküm konulan anayasa mahkemesi üyeleri için, şimdi bir anda bu vakıf meselesi de ne...

Haşim Kılıç'ın kaç yıllık hizmeti sonrasında tam da yaş haddinden emekliye ayrılacağı bir dönemde AKP, 10 yıllık hükümetleri sonrasında, kendini neden böyle bir yasa çıkarmaya mecbur hissediyor... Bu yasa ile neleri ve neden veriyorlar...

İktidarın TBMM'de başlattığı ve sonuçsuz kalacağı açık olan Anayasa değişikliği çalışmalarının başladığı gibi bitmesi karşısında, bunun evlenme vaadiyle kandırılma gibi bir durum olduğunu ifade eden Haşim Kılıç'ın diliyle, bu çeyiz de nerden çıktı...

***

Anayasa Mahkemesi, yüce divan sıfatıyla hükümet mensuplarını yargılayan da bir mahkeme... Bir mahkemeye devlet bütçesi dışında kaynak aktarmayı, hükümetin vakıf adı altında meşrulaştırması hiç söz konusu olabilir mi...

Açıkçası, geçmişte yapılan veya yapılmayan hizmetler ya da gelecekte yapılması veya yapılmaması istenilen şeyler için mi bu yasa tasarısı bir rüşvet olarak ortaya çıktı sorusu hiç akla gelmez mi?

Ebette gelir. Bu yasa tasarısının adı rüşvet teklifi... Teklif nerden geldi, bu düşünce nasıl ortaya çıktı da bu tasarı kaleme alındı, o da ayrı bir konu. Ancak bu tasarı kabul edilirse, veren de alan da aynı konumda olacağına göre, şimdiden bilinsin ki buna siyaseten de rüşvet denilebilir ama, bunun hukukta da adı çok açıkça rüşvet...

O nedenle bir süçüstü hali söz konusu olduğundan, bu yasa çıkarsa aynı zamanda bir suç duyurusu yapılacağını da buradan herkese duyurmakta yarar var. Rüşvetin ha zarf, ha paket, ha yasa paketi, ha yasa içinde verilmesi ne farkeder!

Bu arada bir rüşvet niteliğindeki bu yasa tasarısı, Yüce TBMM'de olayın içine çekilip iktidarın yeterli çoğunluğa sahip olması nedeniyle kabul edilirse, bu yasa için açılacak bir iptal davasına Anayasa Mahkemesi'nin üyeleri hangi yüzle veya nasıl bakacaklar! Bu dönem iktidarın işlemlerini özgürlük adı altında geniş yorumlaması ile öne çıkan Anayasa Mahkemesi Başkanı, yine neden olmasın diyebilecek mi...

***

Düşünün Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruları yapanlar, hak ve özgürlüklerini yaşayamadıkları için, Anayasa Mahkemesinden medet umarak o kapıyı çalıyor. Anayasa Mahkemesi ise, yaşanana, çalınan kapıya değil, paraya bakıyor. Daha kaç ay önce yerinde olarak ceza davalarından alınacak olan temyiz harçlarını iptal eden bu mahkeme değil miydi? Bu mahkeme aynı davranışı neden çıkıp da bu konuda göstermiyor?

Mahkemeden karar bekleyen ama gücü ve serveti yerinde olan kişi, bireysel başvurusunu yaptıktan sonra, vakfa büyük bağışlar yaparsa ne olacak? O kişinin bu davranışı karşısında dosyanın diğer tarafındaki gariban vatandaş, elindeki yetersiz biçimde kavuştuğu hakkını da Anayasa Mahkemesi yoluyla kaybedecek... Hiç, mahkeme ya da mahkemenin vakfı bağış alabilir mi? Alırsa böyle bir ortamda hiç adil bir yargılama söz konusu olabilir mi?

Bunlar, iktidar söylemiyle hukukta kıyamet günü mü demek... Ya da iktidar hukuku kullanarak, kendini cennet güvencesine mi kavuşturuyor...

Bunları da bir tarafa bırakalım...

Anayasa Mahkemesinin 1988/37 Esas sayılı davada verdiği kararı ortada. Daha dün gibi hem de... Peki 1988/37 Esas sayılı kararda ne diyor Anayasa Mahkemesi?

Bu kararda diyor ki; Adalet Teşkilatını Güçlendirme Fonu'na yardım ve bağış yapılmasının olanaklı kılınması, yine para cezalarının % 25'inin de bu fona aktarılması, bu gibi yollarla anılan fona kaynak yaratılması, yargı bağımsızlığı ile asla bağdaşmaz diyor...

Ayrıca Anayasa ne diyor: Anayasa Mahkemesi kararları herkesi bağlar diyor, mahkemenin kendisini de, iktidarı da, TBMM'yi de, herkesi... Bu karar TBMM'yi, Anayasa Mahkemesini bağlamıyor mu, elbette bağlıyor... O zaman bu tablo nasıl ortaya çıkıyor... Bunu da mahkemenin başkanı ile hükümetin başkanına sormak lazım... Çünkü bu durumu akıl kabul etmiyor... Gerçek olamaz böyle bir şey diyorsunuz. Bunları yazan olarak beni eleştiriyorsunuz, suçluyorsunuz, e insaf bu kadar da atılmaz ki diyorsunuz belki...

Anayasa Mahkemesinin bu kararını herkes Anayasa Mahkemesinin internet sitesinde bulabilir, görebilir inceleyebilir...

Pardon pardon bu karar da görülemeyebilir. Şöyle ki; avukatlık serbest meslektir diyerek avukatlarda başörtüsünün önünü açan karara Danıştay'ın imza attığını hatırlarsak, Anayasa Mahkemesinin 1971 yılında verdiği tüm kararlara da erişilebilirken, Anayasa mahkemesi'nin o yıl verdiği ve avukatlık bir kamu hizmetidir şeklindeki (21.8.1971 tarihli resmi gazetede de yayımlanan, 1971/7 karar sayılı) karara, Anayasa Mahkemesi internet sayfasından bir türlü ulaşılamaması gibi bir durum ortaya çıkmazsa tabi... O karara erişilebilseydi, Danıştay o kararı nasıl görmezden gelebilecekti... Tesadüfün böylesi işte, ne yaparsınız, olmaz olmaz dememeli, olabiliyor böyle aksaklıklar... Bunu da iktidar lehine, Redhack denilenler yapmış olabilir mi acaba!..

Anayasa Mahkemesi 25 yıl önce adalet teşkilatı ile ilgili bir fon hakkında yerinde olarak böyle bir karar veriyor. Konu kendisi, kendi çıkarları, kendi mali durumu olunca, bu durumu tüm bu kararları, kuralları görmezden nasıl gelebilir... Üstelik kendisinin kararı kendisini de bağlarken... Nedense kendi çıkarları söz konusu olunca karar marar tanınmıyor. Bu tasarı ve vakıf senedi söz konusu oluyor... İktidar da, yeter ki Anayasa Mahkemesi mutlu olsun da evlenme vaadi boşa çıkmasın diyor olmalı...

Bu yasanın çıkması sonrasında düşünsenize maddi gücüyle her şeyi satın alabileceklerini düşünenlerin bu vakfa bağış yaptıktan sonra, Anayasa Mahkemesi'nden nasıl bir beklenti içinde olacaklarını... Mahkemenin o kişilerin karşısında düşeceği durumu... Hele siyasi iktidarla ilgili olaylarda, iktidarı destekleyen sermaye grupları kesenin ağzını açınca, o durumlarda ne yapacak mahkeme... Ne mi yapacak! Gücü olan, diğer yerlerde elde edemediğini, parayı bastırıp tabi ki bu mahkemenin tabelası altında elde edecek... Bunun adı adalet olabilir mi... Tabi ki olmaz... Gariban vatandaş, gene garibanlığıyla baş başa kalacak... Hukuk, kimsesizlerin kimsesi olamayacak...

Hele düşünsenize, insan hakları ihlalleri artıkça, mahkemenin kapısını herkes daha çok çalacak... Mahkeme kapısı daha çok çalınınca, başvuru harçlarında patlama yaşanacak... Bu ise mahkemenin vakıf gelirlerine tavan yaptıracak... Düşünsenize, mahkeme artan insan hakları ihlallerinden beslenecek...

Bunlar gerçek olamaz demek istiyor insan... Bunlar bir kabus hali demek istiyor herkes ama ülkede hukukun varlığı kabus olunca başka söze gerek kalmıyor...

Peki böyle bir ortamda bu tabela altında görev yapan bir organa mahkeme denilebilir mi...

Evrensel kurallarda yargıçlığın nitelikleri arasında; bağımsızlık, tarafsızlık, doğruluk ve dürüstlük, tutarlılık, eşitlik, ehliyet ve liyakat ilkeleri yer almaktadır. Bu niteliklere sahip olmak yanında, bu niteliklere aykırı bir görüntü yaratmama, aksi bir algının dahi oluşmaması hali bile vurgulanmaktadır...

Diğer konuları ve anayasa ile nasıl yapılandırıldığını bir tarafa bırakıp, bu tasarı ve vakıf senedini düşününce, böyle bir tabloda, mahkeme bağımsızlığını koruyabilecek mi, tarafsız kalabilecek mi, doğru ve dürüst hareket edebilecek mi, her olayda aynı kararı vererek tutarlı olabilecek mi, herkese eşit davranabilecek mi, ehliyet ve liyakatle görev yapabilecek mi...

Neden böyle çıkar ilişkilerine gerek duyulur ki... Ya da mahkeme neden kendisini lekeleyecek böyle bir tabloya açıkça kendisi tavır almaz, dur diyemez, dur demekten uzak durur!...

Bu tabloda aynı zamanda Yargıçlar Sendikası olarak da mahkemeye bir çağrı yapıyoruz. Eğer bu duruma karşı açık bir tavır alınmazsa, suç duyurusu yoluna da gidilecektir...

Ülkemizde Anayasa Mahkemesinin olmadığı 1960 öncesi dönemi bir düşünün... Neler oldu neler... İktidar partisi çoğunluk gücüyle TBMM'ye hakim olduğunda, çok partili yaşamın getirdiği siyasi rekabet içinde, yasa adı altında TBMM'den neler geçirilmedi. Bu yasaları denetleyen bir yargı organı da yoktu tabi.

Hitler'i düşünün... Anayasa Mahkemesi gibi kurumlar olsaydı, otoritesi yargı denetimine tabi tutulsaydı, dünya savaşı çıkar mıydı...

Peki yokluğu Türkiye'de 27 Mayıs sürecini yaratan ve 1961 Anayasası ile kurulan Anayasa Mahkemesi, daha yakın geçmişte, bu iktidar zamanında ne yaptı dersiniz...

Aklın ve mantığın almayacağı bir şey yaptı...

AKP'yi, açılan davaya konu edilen eylemlerine bakıp doğal olarak, demokratik ve laik Cumhuriyete aykırı parti saydı. Ancak keşke süreç bununla uyumlu ilerleseydi...

Anayasa'da Cumhuriyetin değişmez nitelikleri arasında demokratik ve laiklik nitelikleri yok mu? Elbette var? Dolayısıyla bir Cumhuriyet hükümeti, aynı zamanda demokrat olmak zorunda, aynı zamanda laik olmak zorunda değil mi... Demokrat ve laik olmayan bir siyasi parti, demokrat ve laik cumhuriyet hükümet görevini yürütebilir mi...

İki net soru. Laikliğe aykırı bir siyasi parti, laik hükümet görevi yapabilir mi? Demokratik cumhuriyet ilkesine aykırı bir siyasi parti, demokratik hükümet görevi yapabilir mi? Sadece sandıktan çıkmak, bir siyasi partiyi demokrat yapmıyor tabi ki. Öyle olsaydı, %92 oy alan 12 Eylül Anayasası en demokrat anayasa olmaz mıydı... Aksine demokratik ortam olmadığı için kabul edilen o anayasa, darbe yani askeri darbe anayasası oldu, üstelik sandıktaki o oy oranına da rağmen...

12 Eylül'deki askeri darbe yönetimi anayasayı askıya aldığında; bundan sonra her kararım, yaptığım her işlemim anayasa ile bağdaşmıyorsa bunlar anayasa değişikliği sayılır diye karar almış, sonrasında ise, işte gölgesini taşıyan bu anayasayı bırakarak çekip gitmişti...

Görülen kapatma davasında iktidardaki AKP, demokratik ortamı yok ettiği, kendi bile demokratik ve laik Cumhuriyet kimliğini kaybettiği için, demokratik ve laik Cumhuriyet hükümeti görevini yürütemez, yürütmesi ise, anayasanın değişmez maddeleri bir yana anayasanın tamamının askıya alınması gibi bir sivil darbe anlamını taşır, anayasayı kağıt üzerinde bırakır (ki örneğin başörtüsü konusunda anayasada hiç bir değişiklik yapılmamasına rağmen öyle olmuştur) denilmesi gerekirken; anayasaya bağlılık içinde görev yapan ve anayasanın üstünlüğünü de koruyan, böyle bir sürecin de, dava nedeniyle içinde olan anayasa mahkemesi, yazılı çok açık bir kural yok diye gözlerini kapatıp, kendi varlık nedenini unutup, olmadığı dönemlerde yaşananları hatırlamayıp, kapatmadığı böyle bir partinin hükümet etmesine de göz yumarak, bu günkü tabloyu hazırlamadı mı?

Daha az eylemi olan Refah Partisi'nin kapatılmasında İHAM'nin Türkiye'yi haklı bulduğunu bilen AKP, bu karar karşısında İHAM'ne bile başvurma gereği duymadı!

Kim ne derse desin AKP, kendisiyle ilgili yapılanları da yapılmayanları da çok iyi biliyor. Bunları kimsenin sıralamasına gerek yok...

DGM'lerden, Özel Görevli Mahkemelerden sonra, işte şimdi de özel görevli vakıflar...

Rüşvetin her türlüsüne, yasa ile rüşvete hayır diyoruz! Artık dur diyoruz!

Bunların hesabını soracağız, hem de hukuk ve demokrasi yoluyla diyoruz!"

solhaber