TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başvuru Numarası: 2013/841

 

Karar Tarihi: 23/1/2014


İKİNCİ BÖLÜM

KARAR

 

Başkan

:

Alparslan ALTAN

Üyeler

:

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Engin YILDIRIM

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

Raportör

:

Cüneyt DURMAZ

Başvurucular

:

Sadık KOÇAK

 

 

Fatma KOÇAK

 

 

Nurten KOÇAK

 

 

Nurgül ÖZER

 

 

Yunus KOÇAK

 

 

Bayram KOÇAK

 

 

Ali KOÇAK

 

 

Hacer KOÇAK

 

 

Rabia KOÇAK

Vekili

:

Av. Ahmed Emir BİNİCİ ve Av. Keziban TÜLEN BİNİCİ

 

I.        BAŞVURUNUN KONUSU

1.  Başvurucular, yakınları Şaban KOÇAK’ın askerlik görevini yerine getirdiği sırada idarenin kusuru sonucu intihar ettiği, olay hakkında yürütülen ceza soruşturmasından sonuç alınamadığı, idare aleyhine açtıkları maddi ve manevi tazminat davasında hükmedilen tazminatın yetersiz olduğundan bahisle Anayasa’da düzenlenen yaşam hakkı ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

II.     BAŞVURU SÜRECİ

2.  Başvuru, başvurucuların vekili tarafından 22/1/2013 tarihinde Menderes Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.

3.  İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 19/3/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.  

4.  Bölüm tarafından 26/6/2013 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5.   Başvuru konusu olay ve olgular 27/6/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 21/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6.  Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 6/9/2013 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, görüşünü 1/10/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

III.   OLAYLAR VE OLGULAR

A.    Olaylar

7.  Başvuru dilekçesinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8.     Başvurucuların ikisinin çocuğu ve diğer yedisinin kardeşi olan Şaban Koçak, Iğdır/Aralık 5. Hudut Taburu 6. Hudut Bölüğü Komutanlığına bağlı Aşağı Çiftlik Karakol Komutanlığı emrinde piyade onbaşı olarak askerlik görevini yerine getirirken kendisine kalorifer kazan dairesinin zimmeti verilmiştir.

9.     Şaban Koçak, anne ve babasıyla yaptığı telefon görüşmelerinde kalorifer dairesinin zimmetinin kendisine verildiğini, bu görevi yapamayacağından korktuğunu ve yanlış bir şey yaparsa ailesinin malvarlığına el konacağı tehdidi altında olduğunu ifade etmiştir.

10.  Başvuru konusu olayın gerçekleşmesinden 10 saat önce görevli asker V.S.’den ısrarla silah ve mühimmat istemiş, bu talep komutanın emriyle yerine getirilmemiştir.

11.  2/5/2010 tarihinde kendi görev mahalli olan karakolun kazan dairesinde diğer bir askerin hücum yeleğinden aldığı dolu şarjörü kendi silahına takarak kendisini vurmuş ve hayatını kaybetmiştir. 

12. Olayla ilgili olarak T.C. Kara Kuvvetleri Komutanlığı 12. Mekanize Piyade Tugay Komutanlığı Askeri Savcılığı (Askeri Savcılık) 2011/120 esas numarasıyla soruşturma başlatmıştır. Soruşturma sonucunda Askeri Savcılık, 28/1/2011 tarih ve E.2011/120, K.2011/3 sayılı kararında, intiharın Şaban Koçak’ın kendi iç dünyasından kaynaklanan ancak dışa yansıtmadığı şahsi, ailevi ve maddi sıkıntılar nedeniyle girmiş olduğu psikolojik bunalım sonucu gerçekleşmiş olduğunu ve başkasına atfedilebilecek bir suç unsuru bulunmadığını belirterek kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir.

13. Bunun üzerine başvurucular 1/3/2011 tarihinde uğradıkları maddi ve manevi zararların tazmini amacıyla Milli Savunma Bakanlığına dilekçeyle başvurmuşlardır. Milli Savunma Bakanlığı dilekçeye süresi içinde cevap vermeyerek başvuruyu zımnen reddetmiştir.

14.  Başvurucular zımni ret üzerine 31/5/2011 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesine (AYİM) dava açmışlardır.

15.  AYİM 31/10/2012 tarih ve E.2011/989, K.2012/1053 sayılı kararıyla başvurucuların tamamı için yapılan toplam 250.000 TL maddi ve 100.000 TL manevi tazminat talebinin, olayın meydana geliş şekli, tarihi, müteveffanın askerlik statüsü, davacıların sosyal durumları ve müteveffanın müterafik kusuru dikkate alınarak, Şaban KOÇAK’ın anne ve babası için toplam 7.100 TL maddi, davacıların tamamı için toplam 5.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Davanın reddedilen kısmı üzerinden nispi olarak hesaplanan 19.624 TL vekâlet ücretinin davacı olan başvuruculardan alınarak davalı idareye ödenmesine karar verilmiştir.

16.  Anılan karar üzerine başvurucular karar düzeltme başvurusunda bulunmuştur. Söz konusu başvuru AYİM’in 15/5/2013 tarih ve E.2013/601, K.2013/584 sayılı kararı ile reddedilmiştir.

17.              Bakanlık, 21/8/2013 tarihli görüşünde (§ 5) başvuru konusu olaya ilişkin ilave olarak aşağıdaki bilgilere yer vermiştir:

1.         Askerlik Süreci

18.              Başvurucuların yakını Şaban Koçak’a askerlik öncesi son yoklamasında askerliğe elverişli olduğu yönünde rapor verilmiştir. Şaban Koçak bu rapora itiraz etmemiştir.

19.              Başvurucuların yakını Şaban Koçak, 14/12/2009 tarihinde askerlik hizmetine başlamış, acemilik eğitimini tamamlamasının ardından 1/3/2010 tarihinde Iğdır/Aralık 5. Hudut Komutanlığına bağlı Aşağı Çiftlik Karakoluna katılmıştır.

20.              Şaban Koçak’a sosyal risk tarama anketi yapılmıştır. Şaban Koçak, bu ankette herhangi bir sağlık sorunundan bahsetmemiştir. Ayrıca intihar eğilimi olmadığını ve ailesinde intihar edenin bulunmadığını belirtmiştir.

21.              Karakol komutanı kendisi ile mülakat yapmış, mülakatta, Şaban Koçak’a teslim edilen emniyet ve kaza önleme talimatları sözlü olarak anlatılmış ve sağlık sorunu olduğunda haber vermesi söylenmiş ve askerlik hizmeti sırasında nasıl hareket etmesi gerektiği açık bir şekilde izah edilmiştir. Şaban Koçak tırnak batması dışında herhangi bir sağlık sorunu olmadığını beyan etmiştir.

22.              Şaban Koçak, ayağına tırnak batması şikayeti ile ilgili olarak, 2/3/2010 ve 28/4/2010 tarihlerinde revire çıkmış ve muayenelerinin ardından birliğine geri gönderilmiştir.

23.               2/5/2010 tarihinde, karakola ait kazan dairesinde, geçirdiği ruhi bunalım sonucu, ani müdahale mangasında görev yapan er S. Y.’nin hücum yeleğini çıkartmasından istifade ederek aldığı şarjörü kendi silahına takıp göğsüne ateş etmiştir. Şaban Koçak önce Aralık Devlet Hastanesine, buradan da Iğdır Devlet Hastanesine sevk edilmiş, yapılan müdahalelere rağmen kurtarılamayarak hayatını kaybetmiştir.

2.         Ceza Soruşturması Süreci

24.              Şaban Koçak’ın kendisini vurması üzerine durum derhal Askeri Savcılığa bildirilmiştir. Askeri Savcılığın talimatı ile Iğdır Cumhuriyet Başsavcılığı aynı gün ölü muayene işlemini yapmıştır. Ölenin kamera kaydı ve fotoğraflama işlemleri yapılmış, el, yüz, avuç içi svapları ve parmak izleri alınmıştır. Ölenin üzerinden çıkan çeşitli eşyalar tutanak ile muhafaza altına alınmıştır. Ölü muayene işlemi sonucunda kesin ölüm nedeninin belirlenmesi için klasik otopsi işlemi yapılmasına karar verilmiştir.

25.              Iğdır Cumhuriyet Başsavcılığı, 2/5/2010 tarihinde olay yerini incelemiştir. Olay yeri inceleme ekibi fotoğraflama ve kamera kaydı işlemlerini yapmış, olay yerinin krokisini çizmiş, olay yeri ile olay yerinde bulunan silah ve şarjördeki parmak izlerini incelemiş, balistik inceleme için bunlara el koymuştur. Aynı gün Iğdır Cumhuriyet Savcısı nezaretinde, ölenin dolabı ve yatağında arama yapılmıştır.

26.              Aynı gün silah sesi üzerine kazan dairesine giden N.S., S.K., V.S. ve M.G. tanık olarak dinlenmiştir. S.K. ve N.S. silah sesi üzerine kazan dairesine gittiklerini, kazan dairesine vardıklarında Şaban Koçak’ın kanlar içinde yerde yattığını belirtmişlerdir. V.S. ifadesinde, kendisinin manga komutanı olduğunu, olaydan 10 saat kadar önce Şaban Koçak’ın kendisinden mühimmat istediğini ancak vermediğini ve durumu komutan H.N.’ye anlattığını, Şaban Koçak’ın maddi sorunları olduğunu ancak psikolojik sorunları olduğunu bilmediğini belirtmiştir. M.G. ise, Şaban Koçak’ın can dostu olduğunu, onu olay günü görmediğini, maddi sorunları olduğunu bildiğini ancak psikolojik sorunları olduğunu bilmediğini belirtmiştir.

27.              Olay yeri inceleme ekipleri olay yeri incelemesi sonucunda rapor düzenlemiş ve soruşturma dosyasına dâhil etmişlerdir. Raporda tüfeğin G-3 piyade tüfeği olduğu, emniyetin açık ve atıma hazır konumda olduğu belirtilmiştir.

28.              12/5/2010 tarihinde Trabzon Adli Tıp Grup Başkanlığı Kimya İhtisas Dairesi toksikolojik raporunu açıklamıştır. Buna göre ölenden alınan örneklerde, uyuşturucu maddeye, alkole ve toksikolojik bulguya rastlanmamıştır.

29.              1/6/2010 tarihinde klasik otopsi raporu açıklanmıştır. Klasik otopsi sonucunda, kesin ölüm nedeni ateşli silah yaralanmasına bağlı iç organ harabiyeti olarak tespit edilmiştir. Ayrıca atışın bitişik atış olduğu ve cesetten mermi çekirdeği veya saçma elde edilemediği belirtilmiştir.

30.              23/6/2010 tarihinde ölenin elbiseleri ile ilgili kriminal raporu açıklanmıştır. Raporda parkada bir adet delik olduğu, atışın bitişik olduğu ve atış artıklarının bulunduğu belirtilmiştir.

31.              Silahın balistik incelemesi yapılmıştır. 17/6/2010 tarihli raporda, silahın G-3 makineli, tam otomatik çalışma düzeninde bir silah olduğu, herhangi bir arızasının bulunmadığı, kendiliğinden ateş alamayacağı, bir adet suça konu kovanın bu silahtan atıldığı, teşhise ve mukayeseye elverişli yeterli izin bulunmadığı belirtilmiştir.

32.              Alınan svaplar üzerinde yapılan inceleme sonucu açıklanan 28/6/2010 tarihli uzmanlık raporunda, Şaban Koçak’a ait olduğu belirtilen svapların söz konusu silahtan kaynaklanan atış artıkları olabileceği belirtilmiştir.

33.              Mağdur sıfatı ile başvuruculardan Fatma Koçak ve Sadık Koçak’ın ve tanık sıfatı ile Ali Koçak’ın ifadeleri alınmıştır. Bu kişiler ifadelerinde Şaban Koçak’ın psikolojik sorunu olmadığını belirtmişlerdir.

34.              Askeri Savcılık, ölenin dayısının oğlu M.K.’yi tanık olarak dinlemiştir. Tanık ifadesinde, Şaban Koçak’ın psikolojik sorunu olmadığını belirtmiştir.

35.              Karakol komutanı H.S., bölük komutanı O.K., tabip asteğmen F.K. ile piyade üstçavuş R.A. tanık olarak dinlenmiştir. H.K. ifadesinde; Şaban Koçak’ın kendisine ailevi sorunlarından bahsetmediğini, V.S. isimli askerin kendisine Şaban Koçak’ın mühimmat istediğini söylediğinde, vermemesi ve gerekirse nöbete çıkarılmaması gerektiğini söylediğini, ancak aynı gün Şaban Koçak’ın kazanda olması nedeniyle çağırıp konuşmadığını belirtmiştir. O.K. ise ifadesinde, Şaban Koçak’ın kendisine maddi durumunun iyi olmadığını söylediğini, bunun dışında bir sorunundan bahsetmediğini belirtmiştir. R.A. ise, Şaban Koçak’ın maddi sorunları dışında sessiz ve efendi birisi olduğunu, herhangi bir sıkıntısından bahsetmediğini, olaydan sonra S.Y. isimli askerin kendisine gelerek bir adet şarjörünün kaybolduğunu söylediğini, ancak Şaban Koçak’ın kimseyle bir sorunu olmadığını belirtmiştir.

36.              Şaban Koçak’ın samimi arkadaşları S.E. ve N.A. ile yakın akrabası M.K. tanık olarak dinlenmiştir. Bu kişiler Şaban Koçak’ın herhangi bir psikolojik sorunu olmadığını belirtmişlerdir.

37.               Olay günü, Şaban Koçak’ın gizlice şarjörünü aldığı er S.Y. tanık olarak dinlenmiştir. S.Y. ifadesinde, olay günü saat 14.00 civarında içinde şarjör bulunan hücum yeleğini çıkararak gazinoya gittiğini, o esnada komutanının çağırdığını, saat 16.00 civarında ise hücum yeleğinin olmadığını hatırladığını ve geri almaya gittiğini, öleni tanıdığını, içine kapanık birisi olduğunu, Şaban Koçak’a karakolda kötü davranılmadığını ve kimseyle sorunu olmadığını belirtmiştir.

38.              Askeri Savcılık tüm bu hususları değerlendirerek, Şaban Koçak’ın kendi iç dünyasından kaynaklanan ve dışa yansıtmadığı sorunlar nedeniyle geçirdiği psikolojik bunalım sonucunda intihar ettiği gerekçesiyle 28/11/2011 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir.

39.              Başvurucular vekili kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itiraz etmiştir. Kara Kuvvetleri Komutanlığı 9. Piyade Tugay Komutanlığı Askeri Mahkemesi E.2011/100 K.2011/101 sayılı kararı ile yapılan itirazı reddetmiştir.

3.         AYİM’de Açılan Tazminat Davası Süreci

40.              Başvurucular vekili tarafından, 30/6/2011 tarihli dilekçe ile Milli Savunma Bakanlığı (İdare) aleyhine tazminat davası açılmıştır. Başvurucular, toplamda 250.000 TL maddi ve 100.000 TL manevi olmak üzere 350.000 TL tazminat talep etmiştir.

41.              Davalı idare vekili olan avukat tarafından cevap dilekçesi sunulmuştur. Davacı başvurucular vekili tarafından 31/10/ 2011 tarihinde cevaba cevap dilekçesi sunulmuştur.

42.              AYİM Başsavcılığı, idarenin kusurlu olduğu gerekçesiyle tazminat miktarının belirlenmesi için bilirkişi raporu alınması ve açılan davanın kabul edilmesi yönünde mütalaa sunmuştur.

43.              AYİM, 22/2/2012 tarihinde aldığı ara karar ile davacı başvurucular vekilinden Şaban Koçak’ın çalışma koşulları ve aldığı ücrete ilişkin belgelerin gönderilmesini talep etmiştir. Başvurucular vekili 12/3/2012 tarihinde, Şaban Koçak’ın sigortasız olarak günlüğü 25 TL den çalıştığına ilişkin dilekçe sunmuştur.

44.              AYİM, 25/4/2012 tarihinde bilirkişi raporu alınmasına karar vermiştir. Bilirkişi 28/6/2012 tarihli raporunu mahkemeye sunmuştur.

45.              9/7/2012 tarihinde davalı idare vekili Başsavcılık görüşüne itirazlarını sunmuştur. 13/7/2012 tarihinde başvurucular vekili, bilirkişi raporuna itiraz dilekçesi sunmuştur.

46.              31/10/2012 tarihinde AYİM, nöbetine 10 saatlik bir süre olmasına rağmen silah ve mühimmat istemesinin intiharına ilişkin şüphe oluşturması ve bunun idare tarafından fark edilmemesi nedeniyle idarenin sorumlu olduğuna karar vermiştir.

47.              Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, davacı anne Fatma Koçak’a 4.500 TL maddi, 1.450 TL manevi; davacı baba Sadık Koçak’a 2.600 TL maddi, 1.450 TL manevi; davacının kardeşleri Nurten Koçak, Nurgül Özel, Yunus Koçak, Ali Koçak, Hacer Koçak, Fatma Koçak ve Rabia Koçak’a ayrı ayrı 300 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Ancak davacının kardeşleri Nurten Koçak, Nurgül Özel, Yunus Koçak, Ali Koçak, Hacer Koçak, Fatma Koçak ve Rabia Koçak’ın maddi tazminat taleplerini, 22/11/2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 364. maddesi uyarınca Şaban Koçak’ın maddi durumunun iyi olmaması nedeniyle nafaka yükümlülüğü doğmadığından bahisle reddetmiştir. Ayrıca reddedilen maddi ve manevi tazminat miktarları üzerinden 19.624 TL vekâlet ücretinin davacılardan alınarak davalı idareye ödenmesine karar vermiştir.

48.              Bu karar başvurucular vekiline 25/12/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular vekili, 8/1/2013 tarihinde bu karara itiraz etmiştir. 15/5/2013 tarihinde AYİM karar düzeltme talebini reddetmiştir. Karar 29/5/2013 tarihinde başvurucuların vekiline tebliğ edilmiştir.

49.              12/7/2010 tarihinde, Şaban Koçak’ın ölümü nedeniyle, TSK Mehmetçik Vakfı Genel Müdürlüğü tarafından ölüm yardımı mahiyetinde, başvuruculardan Sadık Koçak’a 13.887,50 TL; Fatma Koçak’a 13.887,50 TL olmak üzere toplam 27.775 TL ödeme yapılmıştır.

50.              Başvurucular, 25/12/2012 tarihinde AYİM’in kararının kendilerine tebliğinden itibaren süresi içinde 22/1/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.

B.     İlgili Hukuk

51.  6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” başlıklı 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.”

52.  Haksız fiillerden doğan borç ilişkilerini düzenleyen 11/1/2011 tarih ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” başlıklı 49. maddesi şöyledir:

“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.

Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”

53.  6098 sayılı Kanun’un haksız fiillerden doğan borç ilişkilerinin Ceza Hukuku ile ilişkisini düzenleyen 74. maddesi ise şöyledir:

“Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz.”

54.  4/7/1972 tarih ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun “Duruşma” başlıklı 48. maddesi şöyledir:

“Daireler ve Daireler Kurulunda inceleme, evrak üzerinde yapılır.

İptal davalarında ve miktarı ikiyüzbin lirayı aşan tam yargı davalarında taraflardan birinin isteği üzerine duruşma yapılır.

Duruşma, dava dilekçesi ve cevap layihalarında istenebilir.

Daireler ve Daireler Kurulu yukarıdaki kayıtlara bağlı olmaksızın duruşma yapılmasına kendiliğinden de karar verebilir.

Davetiyeler duruşma gününden en az otuz gün önce taraflara gönderilir.”

55.  1602 sayılı Kanun’un “Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin kararlarının sonuçları” başlıklı 63. maddesi şöyledir:

“Daireler ve Daireler Kurulu kararları kesin olup, kesin hükmün bütün hukuki sonuçlarını hasıl eder. Bu kararlar aleyhine, ancak bu kanunda yazılı kanun yollarına başvurulabilir.

Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, altmış gün içinde işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur.

Mahkeme ilamlarının icaplarına göre eylem ve işlem tesis etmeyen idare aleyhine Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde tam yargı davası açılabilir.

Tam yargı davaları hakkındaki kararlar, genel hükümler dairesinde infaz ve icra olunur.”

56.  1602 sayılı Kanun’un 66. maddesi şöyledir:

“Daireler ile Daireler Kurulundan verilen kararlar hakkında bir defaya mahsus olmak üzere, ilamın tebliği tarihinden itibaren onbeş gün içinde aşağıda yazılı sebepler dolayısiyle kararın düzeltilmesi istenebilir.

a) Kararın esasına etkisi olan iddia ve itirazların, kararda karşılanmamış olması;

b) Bir ilamda birbirine aykırı hükümler bulunması;

c) Kararın usul ve kanuna aykırı bulunması;”

57.     659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname’nin “Davalardaki temsilin niteliği ve vekalet ücretine hükmedilmesi ve dağıtımı” kenar başlıklı 14. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“(1) Tahkim usulüne tabi olanlar dahil adli ve idari davalar ile icra dairelerinde idarelerin vekili sıfatıyla hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu davaların idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve takip edilen dava ve işlerde ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler lehine vekalet ücreti takdir edilir.”

58.     22/11/2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “A. Nafaka yükümlüleri” başlıklı 364. maddesi şöyledir:

“Herkes, yardım etmediği takdirde yoksulluğa düşecek olan üstsoyu ve altsoyu ile kardeşlerine nafaka vermekle yükümlüdür.

Kardeşlerin nafaka yükümlülükleri, refah içinde bulunmalarına bağlıdır.

Eş ile ana ve babanın bakım borçlarına ilişkin hükümler saklıdır.”

IV.   İNCELEME VE GEREKÇE

59.  Mahkemenin 23/1/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 22/1/2013 tarih ve 2013/841 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A.    Başvurucunun İddiaları

60.  Başvurucular, idarenin intihar eden yakınlarının psikolojik sıkıntılarından haberdar olmasına rağmen yaşamını korumak için gerekli tedbirleri almayı ihmal ettiğini, Askeri Savcılık tarafından yürütülen soruşturmanın etkili, caydırıcı ve sorumluları cezalandırıcı nitelikte olmadığını, AYİM’de görülen davada duruşma yapılmadığını, ilgililerin kusurlarının tespiti ve müteveffanın psikolojik durumunun tespiti için bilirkişiden rapor alınmadığını, sadece hesap bilirkişisinden hesaplama konusunda görüş alındığını, müteveffaya oranı ve kaynağı belli olmayan bir kusur izafe edildiğini, başvuruculardan bir kısmının tazminat talebinin cevapsız bırakıldığını, AYİM’in bağımsız ve tarafsız nitelikte olmadığını, ilgili usul kanununun yanlış uygulanması sonucu kendilerine hükmedilen tazminattan daha yüksek miktarda avukatlık ücreti yüklendiğini belirterek Anayasa’da düzenlenen yaşam hakkı ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

B.     Değerlendirme

1.        Kabul Edilebilirlik Yönünden

a.      Anayasa’nın 17. Maddesinin İhlal Edildiği İddiası Yönünden

61.  Başvurucuların Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiği iddialarına yönelik olarak Bakanlık görüşünde, şikâyetlerin kabul edilebilirliği açısından değerlendirme yapılırken, bireysel başvuru yoluna başvurmadan önce, kişilere ihlale neden olduğunu ileri sürdükleri işlem, eylem ya da ihmal için “kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamını” tüketmiş olmaları zorunluluğu getirildiği, oysa başvurucuların AYİM’in 31/10/2012 tarih ve E.2011/989, K.2012/1053 sayılı kararına karşı yaptıkları itirazın, AYİM tarafından 15/5/2013 tarih ve E.2013/601, K.2013/584 sayılı kararı ile sonuca bağlandığı, dolayısıyla, bireysel başvuruya konu yargı kararının 15/5/2013 tarihinde kesinleştiğinden bahisle, başvuru tarihi olan 22/1/2013 tarihi itibarıyla kanun yollarının tüketilmemiş olduğu ileri sürülmüştür.

62.  Bakanlık görüşünde ayrıca başvurucuların mağdur sıfatı açısından, başvuruculardan Sadık Koçak ve Fatma Koçak’a TSK Mehmetçik Vakfı Genel Müdürlüğü tarafından 12/7/2010 tarihinde 27.775 TL ödeme yapıldığı,  ayrıca tazminat davası sonucunda idarenin hizmet kusuru tespit edildiği ve AYİM tarafından maddi ve manevi tazminata hükmedildiği, Askeri Savcılık tarafından Şaban Koçak’ın ölümüne ilişkin adli ve idari olmak üzere kapsamlı iki farklı soruşturma yapıldığı, soruşturmalar sonucunda kesin ölüm nedeni ve Şaban Koçak’ın ölümünü çevreleyen koşulların ortaya konulduğu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarında ulusal yetkililerce ihlalin tespit edilmesi ve verilen karar ile bu ihlalin uygun ve yeterli biçimde giderilmesi halinde, ilgili tarafın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) anlamında bundan böyle mağdur olduğunu ileri süremeyeceğinin kabul edildiği, başvurunun yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetlerinin kabul edilebilirliği incelenirken, başvurulabilecek idari ve yargısal yolların tüketilip tüketilmediğinin ve mağdur sıfatının bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir.

63.  Başvurucular, başvurunun kabul edilebilirliği hakkındaki Bakanlık görüşüne karşı, başvuru yollarının tüketilmesi iddiası ile ilgili olarak, AYİM kararlarının verildikleri anda kesin olduklarını, karar düzeltme yoluna başvurulmasının kararların kesinleşmesine etki etmediğini ileri sürmüşlerdir.

64.  1602 sayılı Kanun’un 63. maddesinde Daireler ve Daireler Kurulu kararlarının kesin olduğu, kesin hükmün bütün hukuki sonuçlarını hasıl edeceği kurala bağlanmıştır. Bu nedenle bu kararlardan sonra bireysel başvuru yoluna gidilmesi mümkündür (B. No:2013/1177, 26/3/2013, § 18). Bununla birlikte, başvurucular vekili, 8/1/2013 tarihinde AYİM’in kararına karşı karar düzeltme başvurusunda bulunmuş ve 15/5/2013 tarihinde AYİM karar düzeltme talebini reddetmiştir. Karar 29/5/2013 tarihine başvurucuların vekiline tebliğ edilmiş ve 14/6/2013 tarihinde başvurucular tarafından Anayasa Mahkemesine bildirilmiştir. Bu durumda Anayasa Mahkemesi tarafından başvuru hakkında karar verilmeden önce bu kanun yolu da başvurucular tarafından tüketilmiş olmaktadır.

65.  6216 sayılı Kanun’un 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin bireysel başvuru hakkına sahip oldukları kurala bağlanmıştır. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle mağdur olan ölen kişinin yakınları tarafından yapılabilecektir. Başvurucular, başvuru konusu olayda ölen kişinin anne, baba ve kardeşleridir. Bu nedenle başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.

66.  Başvurucuların Bakanlık görüşünde ileri sürülen Anayasa’nın 17. maddesine ilişkin şikâyetleri açısından mağdur sıfatı hususunda karar verebilmek için devletin Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında yaşam hakkını korumak için sahip olduğu “etkili bir yargısal sistem kurma” pozitif yükümlülüğünün kapsamının ve başvuru konusu olayda eğer varsa bu yükümlülüğün ne ölçüde yerine getirildiğinin tespiti gerekmektedir.

                                i.  Başvurucuların İddiaları ve Bakanlığın Görüşü

67.  Başvurucular, idarenin intihar eden yakınlarının psikolojik sıkıntılarından haberdar olmasına rağmen yaşamını korumak için gerekli tedbirleri almayı ihmal ettiğini iddia etmektedirler. Başvuruculara göre, yakınları Şaban Koçak, psikolojik travma içinde olduğunu ortaya koyan tavırlar sergilemesine rağmen, kendisine psikolojik tedavi ve destek sağlanmamış ve kendisiyle ilgilenilmemiştir. Bu sebeple başvurucular, vefat edenin sağlık ve psikolojik destek hizmet alamaması nedeniyle meydana gelen ölümden idarenin sorumlu olduğunu ileri sürmüşlerdir.

68.  Bakanlık görüşünde, Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiği yönündeki şikâyetler değerlendirilirken, AİHM’nin devletin yaşamı koruma yükümlülüğünü gözaltı, cezaevi veya zorunlu askerlik hizmeti sırasında bulunan bireyi intihara karşı korumayı kapsayacak şekilde yorumladığı belirtildikten sonra konuya ilişkin AİHM kararlarına yer verilmiştir. AİHM’nin bu konudaki kararlarında, bireyin kendisine karşı bir risk oluşturduğunu biliyor olması veya bilmesi gerektiği halde makul tedbirleri almamasının devletin sorumluluğunu doğurabileceği, yaşamı koruma adına oluşturulan yasal ve idari çerçevenin, askerlik görevini yerine getirenleri maruz kaldıkları askerliğe bağlı tehlikelere karşı koruyacak pratik önlemlerin alınmasını ve eksiklikleri ve çeşitli düzeylerdeki amirler tarafından yapılan hataları tespit etmeye imkân tanıyacak uygun usullerin yerine getirilmesini sağlayacak şekilde gerçekleştirilmesi gerektiği, bununla birlikte, intihar olaylarında devletin yerine getirmesi gereken pozitif yükümlülüklerin kapsamının belirlenmesinde, insan davranışlarının “öngörülemezliği” ilkesinin de gözden kaçırılmaması gerektiğinin belirtildiği ifade edilmiştir.

69.  Bakanlık görüşünde son olarak somut olayla ilgili şu değerlendirmeler yapılmıştır: Mevcut başvuruda, öncelikle iki konunun açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Bunlar, insan davranışlarının “öngörülemezliği” ilkesini de göz önünde bulundurarak, yetkililerin intihar riskini öngörüp öngörmedikleri ya da en azından öngörmeleri gerekip gerekmediği, öngörmüşlerse ya da öngörmeleri gerekiyorsa gerekli tedbirleri alıp almadıklarının tespitidir. Mevcut başvuruda, Şaban Koçak’ın 14/12/2009 tarihinde silah altına alındığı, acemi eğitimini tamamladıktan sonra 1/3/2010 tarihinde yeni birliği olan Iğdır/Aralık 5. Hudut Komutanlığına bağlı Aşağı Çiftlik Karakolunda görevine başladığı, birliğine katıldıktan kısa bir müddet sonra 2/5/2010 tarihinde kazan dairesinde nöbet silahı ile intihar ettiğinin anlaşıldığı, Şaban Koçak’ın bizzat kendisine karşı kendi hayatını koruma yükümlülüğü konusunda askeri otoritelerin Şaban Koçak’ın gerçekten intihar etme riski taşıdığını bilip bilmediklerini ve bu riskin söz konusu olması durumunda, bunu önlemek için kendilerinden beklenen her şeyi yapıp yapmadıklarını tespit etmenin uygun olacağı, bu bakımdan, ceza soruşturma dosyasında toplanan deliller dikkate alındığında, Bakanlık tarafından AYİM’in tespit ettiği kusur dışında hiçbir unsurun, başvurucuların oğullarının orduya katılmadan önce onu intihara sürükleyebilecek ruhsal bozukluklar yaşadığını göstermediği, birliğe katıldıktan kısa bir müddet sonra intihar olayının gerçekleştiği, üstlerine ya da arkadaşlarına herhangi bir sorunundan bahsetmediğini ortaya koyduğu değerlendirilmiştir.

70.               Başvurucular, başvurunun esası hakkındaki Bakanlık görüşüne karşı, AYİM tarafından yapılan tespit dışında hiçbir unsurun oğullarının orduya katılmadan önce onu intihara sürükleyebilecek ruhsal bozukluk yaşadığını göstermediği yönündeki beyanların kabul edilemeyeceğini, oğullarının bu konuda eğitimi, tecrübesi ve bilgisi olmadığı için askerlik hizmetini yürütüp yürütemeyeceğini kendisinin bilmesinin mümkün olmadığını, kendisini askerlik hizmetine alan idarenin bu hizmeti tek elden yürüten ve bütün alanlarda sorumlu ve yükümlü olan tek taraf olduğunu, idarenin askerlikten kaynaklanan zorlu koşullara uyum sağlama, silah kullanma ve kalorifer kazanının zimmetini alma gibi konularda gerekli kontrolleri yapmadığını, bunalımda olduğu çok açık olan bir askerin nöbet saatine 10 saat varken diğer bir askerden ısrarla silah ve mühimmat istemesi ve bu isteğinin komutanlarına bildirilmesi karşısında müteveffanın davranışının öngörülebilir hale geldiğini ve bu şekilde yetkililerin gerekli tedbirleri almadıklarının ortaya çıktığını, buna rağmen yürütülen ceza soruşturmasında sorumlular hakkında kamu davası açılmasından imtina edildiğini beyan etmişlerdir.

                              ii.  Yaşamı Korumak İçin Gerekli Tedbirlerin Alınmadığı İddiası

71.  Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesi şöyledir:

Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

72.  Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma hakkı, birbirleriyle sıkı bağlantıları olan, devredilmez ve vazgeçilmez haklardan olup devletin bu konuda pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır. Devletin, negatif bir yükümlülük olarak, yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme,  bunun yanı sıra, pozitif bir yükümlülük olarak, yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların, gerek diğer bireylerin, gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 50-51)

73.  Anayasa Mahkemesinin yaşam hakkı kapsamında devletin sahip olduğu pozitif yükümlülükler açısından benimsediği temel yaklaşıma göre, devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında gerçekleşen ölüm olaylarında Anayasa’nın 17. maddesi, devlete, elindeki tüm imkânları kullanarak, bu konuda ihdas edilmiş yasal ve idari çerçevenin yaşamı tehlikede olan kişileri korumak için gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük, kamusal olsun veya olmasın, yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından geçerlidir (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 52).

74.  Bu kapsamda, bazı özel koşullarda devletin kişinin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı yaşamı korumak amacıyla gerekli tedbirleri alma yükümlülüğü de bulunmaktadır (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Tanrıbilir/Türkiye, § 70, B. No: 21422/93, Ataman/Türkiye, B. No: 46252/99, 54). Zorunlu askerlik hizmeti için de tartışmasız bir şekilde geçerli olan bu yükümlülüğün (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Alvarez Ramon/İspanya, B. No: 51192/99, 3/7/2001) ortaya çıkması için askeri mercilerin, kendi kontrolleri altındaki bir kişinin kendini öldürmesi konusunda gerçek bir risk olduğunu bilip bilmediklerini ya da bilmeleri gerekip gerekmediğini tespit etmek, böyle bir durum söz konusu ise bu riski ortadan kaldırmak için makul ölçüler çerçevesinde ve sahip oldukları yetkiler kapsamında kendilerinden beklenen her şeyi yapıp yapmadıklarını incelemek gerekmektedir. Ancak özellikle insan davranışının öngörülemezliği, öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlemin veya yürütülecek faaliyetin tercihi göz önüne alınarak; pozitif yükümlülük, yetkililer üzerine aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanmamalıdır (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 53, Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Kılınç ve diğerleri/Türkiye, B.No: 40145/98, 7/7/2005 § 40–42, Ömer Aydın/Türkiye, B. No: 34813/02, 25/11/2008, § 46-48, Kasım Dalar/Türkiye, B. No: 35957/05, 21/2/2012, § 49). Bu çerçevede Anayasa Mahkemesince yapılacak incelemede, basit bir ihmali veya değerlendirme hatasını aşan bir kusurun askeri yetkililere atfedilebilip atfedilemeyeceğinin ortaya konulması gerekmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Abdullah Yılmaz/Türkiye, B. No: 21899/02, 17/7/2008, §57, Nuran Kızılkaya Karslı/Türkiye, B. No: 12988/05, 17/4/2012,  § 59).

75.  Askerlik yükümlülüğü kapsamında yürütülen bazı eylem ve etkinliklerin doğasında ve buna dâhil insan unsuruna bağlı olarak ortaya çıkan risk seviyesine uygun şekilde yaşamı koruyucu yasal ve idari düzenlemelerin bulunması gerekmektedir. Bu yükümlülük aynı zamanda devletin, sade vatandaşları askere alma kararı vermesi nedeniyle söz konusu insan unsurundan da kaynaklanmaktadır. Zira devlet askerlik görevini zorunlu kılıyorsa, özellikle silah kullanımı konusunda büyük bir titizlik göstermeli ve psikolojik sorunları olan askerlerin tedavi edilmesini ve onlara yönelik uygun tedbirlerin alınmasını sağlamalıdır. Oluşturulan yasal ve idari düzenlemelerde, askerlik yaşamının doğasında var olan tehlikelerle karşı karşıya bulunan askerlerin etkin bir şekilde korunmalarını sağlayan uygulamaya ilişkin tedbirlerin ve emir komuta zinciri içerisinde yer alan sorumlular tarafından işlenebilecek kusur ve hataların tespit edilmesini sağlayacak usullerin öngörülmesi gerekmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Kılınç ve diğerleri/Türkiye, B. No: 40145/98, 7/7/2005, § 41, Lütfi Demirci ve diğerleri/Türkiye, B. No: 28809/05, 2/3/2010, § 31).

76.  Bu çerçevede askere alım sırasında kişilerin uygun denetimlerden geçirilmesi ve askerlik öncesinde ve sırasında gerekli denetim ve müdahalelerin duruma uygun koşullarda yapılması büyük önem taşımaktadır (Bkz. Kılınç ve Diğerleri/Türkiye, B.No: 40145/98, 7/7/2005, § 41).

77.  Yaşam hakkının korunması, silâhaltındaki bir askerin, askeri makamların kontrolü altında iken “şüpheli” bir biçimde ölmesi durumunda, bağımsız ve tarafsız bir şekilde etkili ve uygun resmi bir soruşturmanın yürütülmesini de gerekli kılmaktadır. Bu şekilde yukarıda bahsi geçen yasal ve idari çerçevenin etkili bir şekilde uygulanması temin edilebilecektir. Bu amaçla yürütülen araştırma ve soruşturmanın öncelikle olayların tam olarak nasıl meydana geldiğinin belirlenmesini, ikinci olarak ise sorumluların tespit edilmesini ve gerek görüldüğünde cezalandırılmasını sağlayacak nitelikte olması gerekir. Bu kapsamda yürütülen işlemler, ön soruşturma aşamasının ötesine geçmeli ve yargı aşaması da dâhil bütün süreç 17. maddenin gereklerine cevap vermelidir. Böylelikle, derece mahkemeleri hiçbir durumda mağdurların yaşam hakkına, maddi ve manevi varlığına karşı yapılan saldırıları cezasız bırakmamalıdır (aynı yöndeki AİHM kararları için bkz. Feyzi Yıldırım/Türkiye, B. No: 40074/98, Okkalı/Türkiye, B. No: 52067/99, Abdullah Yılmaz/Türkiye, B. No: 21899/02, 17/7/2008, § 58 ).

78.  Mevcut başvuruda, yukarıda yer verilen ilkeler çerçevesinde öncelikli olarak askeri yetkililerin Şaban Koçak’ın intihar etme riskini bilip bilmediklerinin veya bilmeleri gerekip gerekmediğinin ortaya konulması gerekmektedir. Başvuru konusu olayda askerlik öncesi yapılan sağlık kontrolünde Şaban Koçak’ın herhangi bir psikolojik sorunu olduğuna dair bir tespit bulunmadığı, askerlik sırasında yapılan mülakat ve anketlerde kendisinin bu konuda bir sorunu olduğuna dair bildirimde bulunmadığı anlaşılmaktadır. Başvurucular da Şaban Koçak’ın askerlik hizmeti için teslim olduğunda hiçbir bedensel ve psikolojik sorununun bulunmadığını ifade etmektedirler.

79.  Bununla birlikte, Şaban Koçak, Aşağı Çiftlik Karakol Komutanlığına katıldıktan sonra kalorifer dairesinin zimmeti kendisine verildiği andan itibaren bu görevi yapamayacağından korktuğu ve yanlış bir şey yaparsa ailesinin malvarlığına el konulacağı tehdidi altında olduğunu düşündüğü anlaşılmaktadır. Ceza soruşturması sürecinde yer alan tanık beyanlarında sadece maddi sıkıntısı bulunduğu ifade edilmekle birlikte, anne babası ile yaptığı telefon görüşmelerinde bu kaygılarını dile getirdiği görülmektedir. Gerçek olaylara ya da kafasında oluşturduğu vehimlere dayalı olmasının bir önemi bulunmaksızın, Şaban Koçak’ın üstlendiği sorumluluklara bağlı olarak yoğun kaygı yaşadığı anlaşılmaktadır.

80.  Her ne kadar bir askerin sadece maddi sorunlarının bulunması veya kendisine yüklenilen sorumlulukların ağırlığı nedeniyle yoğun kaygılar yaşamasına bağlı olarak gerçekleşen intihar eylemlerini idarenin öngörmesi ve gerekli tedbirleri alması gerektiği sonucu çıkarılamayacak olmakla birlikte, başvuru konusu olaydaki gibi genel olarak bazı sorunları olduğu bilinen bir askerin ilgisiz bir zamanda silah ve mühimmat istemesi gibi çok açık bir şekilde intihar eylemine girişilebileceği konusunda işaretlerin olması ve bu durumun yetkililere bildirilmesi halinde, idarenin bu konuda önleyici tedbirler alması kendisinden beklenebilecektir.

81.  Nitekim AYİM’in başvurucular tarafından açılan tazminat davası sonucunda verdiği kararda bu konuda şu değerlendirmelere yer verilmiştir:

“Askeri Savcılık tarafından yürütülen soruşturma sırasında ifadelerine başvurulan tanıkların beyanlarından anlaşıldığı üzere, müteveffanın çürük raporu alma konusunda bazı asker arkadaşlarıyla konuşmalar yaptığı, keza anne ve babasının beyanlarına göre, onlara telefonda “kendisine senet imzalatıldığı, 25.000,00 TL ceza verileceği, tarlalarının elinden alınacağı” şeklinde sözler söylediği, ayrıca kazan dairesinin sorumluluğunun kendisine verilmesi ve zimmetine alması konusunda çekingen davrandığı, maddi problemleri bulunan müteveffanın, kazan dairesindeki cihazların arızalanması halinde kendisinden tazminat istenmesinden korktuğu, özellikle olay günü nöbetine yaklaşık 10 saatlik bir süre olmasına rağmen V.S. isimli asker arkadaşından silah ve mühimmat talep ettiği, ancak nöbetine henüz uzun bir süre olduğundan V.S.’nin bu talebi yerine getirmediği ve müteveffaya silah ve mermi vermediği, ancak müteveffa ısrarcı olunca V.S.’nin bu konuda karakol komutanını bilgilendirdiği, komutanın izin vermemesi üzerine silah ve mühimmat alamadığı hususları hep birlikte düşünüldüğünde, dava konusu vahim olayın meydana gelmemesi için davalı idare ajanlarınca gerekli ve yeterli her türlü tedbirin alındığının söylenemeyeceği, müteveffanın olaydan önce intiharı kafasına koyup tasarlamasına ve hiçbir sebep yokken üst ve amirlerinden silah ve mermi istemek suretiyle bu konudaki niyetini de belli etmesine (en azından şüpheli davranmasına) rağmen bunun fark edilemediği, dolayısıyla meydana gelen ölüm olayı ile idarenin kusurlu davranışları arasında uygun illiyet bağının mevcut olduğu ve oluşan zararın idarece karşılanması gerektiği, ancak ölüm olayının müteveffanın kendi eylemi sonucu olması nedeniyle müteveffanın da müterafık kusurunun bulunduğu sonucuna varılmıştır.”

82.   Yukarıda yer verilen kararda da açıkça tespiti yapıldığı üzere, başvuru konusu olayın özel koşulları göz önünde bulundurulduğunda, müteveffanın intihar edebileceği konusunda uyarıcı nitelikteki belirtiler ortaya çıkmasına ve kendisine bildirilmesine rağmen idarenin gerekli önlemleri aldığı söylenemeyecektir. AYİM’in bu tespiti ile yaşam hakkının devlete yüklediği yaşamı koruma pozitif yükümlülüğünün ihlal edildiği ortaya konulmaktadır.

83.  Bununla birlikte, Anayasa Mahkemesi açısından, idari makamlar ve derece mahkemeleri tarafından başvurucular lehine bir tedbir ya da kararın alınması suretiyle ihlalin tespit edilmesi ve verilen karar ile bu ihlalin uygun ve yeterli biçimde giderilmesi halinde ilgili tarafın artık mağdur olduğu ileri sürülemeyecektir. Bu iki koşul yerine getirildiği takdirde, bireysel başvuru mekanizmasının ikincil niteliği dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin inceleme yapmasına gerek kalmayacaktır. Bu kapsamda, Anayasa’nın 17. maddesine ilişkin şikâyetler açısından, kapsamlı bir ceza soruşturmasını müteakip yapılan ve makul bir tazminata hükmedilmesi ile sonuçlanan idari dava yolu, etkili bir başvuru yoludur ve mağdur sıfatını ortadan kaldırabilecektir (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 61 ve 74, benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Scordino/İtalya, 36813/97, 29/3/2006, § 178 ve devamı, Eckle/Almanya, 8130/78, 15/7/1982, § 64-70, Jensen/Danimarka, 48470/99, 20/9/2001; Fatma Yüksel/Türkiye, 51902/08, 9/4/2013, § 45-46).

84.  Mağdur sıfatının ortadan kalkması, özellikle ihlal edildiği ileri sürülen hakkın niteliği ve ihlali tespit eden kararın gerekçesi ile bu kararın ardından ilgili açısından uğradığı zararların varlığını devam ettirip ettirmediğine bağlı bulunmaktadır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Freimanis ve Lidums/Letonya, B. No: 73443/01 ve 74860/01, § 68, 9/2/2006). Başvuruculara sunulan telafi imkânının uygun ve yeterli olup olmadığı kararı, söz konusu Anayasal temel hak ve özgürlüğün ihlalinin niteliği göz önünde bulundurularak dava koşullarının tamamının değerlendirilmesi sonucunda verilebilecektir. Bu çerçevede bir başvurucunun mağdur sıfatı, Anayasa Mahkemesi önünde şikâyet ettiği durum için aynı zamanda, idari veya yargısal bir kararla kendisine ödenmesine karar verilen tazminata da bağlı olabilecektir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, § 116, Fatma Yüksel/Türkiye, 51902/08, 9/4/2013, § 48-49).

85.  Başvuru konusu olay açısından öncelikli olarak, AYİM’in kararında açık bir şekilde ihlal tespitinin yapıldığı ve buna dayalı olarak başvuruculara uğradıkları maddi ve manevi zararın karşılığı olarak yargılama kapsamında alınan bilirkişi raporundan yararlanılarak toplam 12.100 TL maddi ve manevi tazminata hükmedildiği görülmektedir. 

86.  AYİM’in gerekçeli kararından anlaşıldığı üzere, davacı anne ve babanın maddi zararlarının tespiti amacıyla alınan bilirkişi raporuna karşı davacılar, özetle, müteveffanın kendisinden küçük beş kardeşine bakmayacağını düşünmenin hak ve nesafet kurallarıyla bağdaşmayacağından ek rapor alınmasını talep etmişler ancak AYİM İkinci Dairesi, 4721 sayılı Kanun’un 364. maddesine dayanarak müteveffanın ekonomik refah içinde bulunduğuna dair bir kanıt bulunmadığından bahisle, bu talebin reddine karar vermiştir. Anılan kararda, bilirkişi tarafından verilen raporun AYİM’in kıstaslarına, ilmi verilere ve yerleşik içtihatlara uygun bulunduğu,  bilirkişi raporu doğrultusunda işlem yapıldığı ve müteveffanın müterafık kusuru da dikkate alındığı belirtilerek, davacı anne babaya bir miktar maddi tazminat verilmesi, davacı anne, baba ve kardeşlere yakınlarını kaybetmeleri nedeniyle duydukları acı ve ıstırabı kısmen de olsa karşılayabilmek amacıyla olayın meydana geliş şekli, tarihi, müteveffanın askerlik statüsü, davacıların sosyal durumları, paranın alım gücü ve işletilecek yasal faiz ve müteveffanın müterafik kusuru dikkate alınarak uygun miktarda manevi tazminat verilmesi kabul edilmiştir. Bu değerlendirmeler sonucunda, AYİM başvuruculardan anne Fatma KOÇAK’a 4.500 TL maddi, 1.450 TL manevi, baba Sadık KOÇAK’a 2.600 TL maddi ve 1.450 TL manevi, kardeşlere ilişkin maddi tazminat taleplerinin reddi ile birlikte her birine 300 TL manevi tazminat ödenmesine hükmetmiştir.

87.  Belirlenen tazminat miktarları ile davanın koşulları ve başvurucuların uğradığı zararlar arasında açık bir orantısızlık bulunmadığı görülmektedir. Sonuç olarak AYİM’in kararında bariz bir takdir hatası veya keyfilik tespit edilmediğinden Anayasa Mahkemesinin tazminat miktarlarının belirlenmesi konusunda AYİM’in takdir yetkisine müdahalesi söz konusu olamaz (B. No:2012/791, 7/11/2013, § 45).

88.  Anayasa Mahkemesinin daha önce bu konuda aldığı kararda, açılan tam yargı davasında hükmedilen vekâlet ücreti mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmiştir (B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 47–67). Aynı yöntemle, başvuru konusu olayda, hükmedilen tazminatın başvurucuların yaşam hakkı açısından mağdur sıfatını ortadan kaldırıp kaldırmadığı konusunda karar verilirken davanın tüm koşullarının göz önünde bulundurulması gerekmekle birlikte, başvurucular aleyhine hükmedilen vekâlet ücreti mahkemeye erişim hakkı kapsamında ayrıca incelenecek ve başvurucularının mağdur sıfatının ortadan kalkıp kalkmadığı değerlendirmesinde dikkate alınmayacaktır.

89.  Bu durumda, Anayasa Mahkemesi açısından, AYİM’in idarenin yaşanan intihar eyleminden sorumlu olduğunu tespit etmesi ve kendi takdir ettiği ölçüler çerçevesinde tazminata hükmetmesi başvurucuların mağdur sıfatını ortadan kaldırabilecektir. Ancak bu sonuca ulaşabilmek için bu konuda etkili bir ceza soruşturması yürütülüp yürütülmediğinin belirlenmesi gerekmektedir (§ 83).  

                              iii.Yaşam Hakkı Kapsamında Yürütülen Ceza Soruşturmasına İlişkin Şikâyetlerin İncelenmesi

90.  Başvuruda ayrıca Askeri Savcılık tarafından yürütülen soruşturmanın etkili, caydırıcı ve sorumluları cezalandırıcı nitelikte olmadığı ileri sürülmektedir.

91.  Bakanlığın konu hakkındaki görüşünde, öncelikli olarak, AİHM içtihatları uyarınca yaşam hakkı kapsamında yürütülecek ceza soruşturmasının etkili olabilmesi için yetkililerin resen harekete geçmesi, soruşturmakla görevli olan ve soruşturmayı yürüten kişilerin olaylara karışmış olabilecek kişilerden bağımsız olmaları, ölenin ailesinin meşru çıkarlarının korunması için yeterli ölçüde kendilerine açık olması, makul bir hızlılık içinde yürütülmesi, sorumluların belirlenmelerine ve gerekirse cezalandırılmalarına imkân verecek nitelikte olmaları gerektiği ifade edilmiştir.

92.  Bakanlık görüşünde yine AİHM kararlarına dayanılarak, somut olayda varılan sonuçla ilgili değil bu sonucu doğuran araçlarla ilgili bir yükümlülüğün söz konusu olduğu, yetkililerin somut olaya ilişkin delillerin toplanabilmesi için kendilerinden beklenen bütün makul önlemleri almaları gerektiği, soruşturmada sorumlu kişi ya da kişilerin tespit edilmesini engelleyebilecek nitelikteki her eksikliğin onun etkinliğine zarar verebileceği, etkili bir yargısal denetim oluşturma şeklindeki pozitif yükümlülüğün her olayda mutlaka ceza davası açılmasını veya her ceza davasında mahkûmiyet kararı verilmesini gerektirmediği, mağdurlara idari ve hukuki dava yollarının açık olmasının da yeterli görülebileceği, yetkili mercilerin, olaylara ilişkin delillerin özellikle de görgü tanıklarının ifadelerinin, güvenlik güçlerinin elde ettiği bilimsel ve teknik verilerin, gerektiğinde maktulün vücudundaki zedelenmeleri tam ve belirgin bir şekilde gösterecek bir otopsi sonucunun ve hastanede yapılan gözlemlerin nesnel bir değerlendirmesinin toplanabilmesi için makul olarak kendilerine açık olan tedbirleri almaları gerektiği belirtilmiştir.

93.  Bakanlık görüşünde mevcut başvuru ile ilgili olarak, Şaban Koçak’ın öldüğü gün adli soruşturmaya başlandığı, bizzat askeri savcı tarafından derhal olay yerine gidildiği, ölü muayene ve otopsi raporlarının alındığı, ölenin üzerindeki elbiseler ve kullandığı silahın ve kurşunun balistik incelemesinin yapıldığı, tanıkların dinlendiği, ölenin şahsi dolabının incelendiği, soruşturmanın başvuruculara açık olarak yürütüldüğü, kısa sürede sonuçlandırıldığı ve bunun yanında idari soruşturmanın da yapıldığı, her iki soruşturma sonucunda kesin ölüm nedeninin belirlendiği ve Şaban Koçak’ın intiharını çevreleyen koşulların ortaya konduğu, açılan tazminat davası neticesinde, kişilere isnat edilemeyen ve bu nedenle suç teşkil etmemekle birlikte, idarenin hizmet kusuru sorumluluğunu doğurabilecek bir husus tespit edildiği ve bu nedenle de idarenin sorumluluğuna hükmedildiği ifade edilmiştir.

94.  Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı kapsamında devletin yerine getirmek zorunda olduğu pozitif yükümlülüklerin usuli boyutu,  yaşanan ölüm olayının tüm yönlerinin ortaya konulmasına ve sorumlu kişilerin belirlenmesine imkan tanıyan bağımsız bir soruşturmanın da yürütülmesini gerektirmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Çiçek/Türkiye, B.No: 67124/01, 18/1/2005, Nuran Kızılkaya Karslı/Türkiye, B. No: 12988/05, 17/4/2012, § 63). Soruşturmanın etkililik ve yeterliliğini temin adına soruşturma makamlarının resen harekete geçmesi ve ölüm olayını aydınlatabilecek, sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delillerin toplanması gerekmektedir (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 57).

95.  Bu konuda, Bakanlık görüşünde de yer verildiği üzere, benzer davalarda AİHM, başvurucuların yakınlarının öldüğü gün resen ceza soruşturmasının açıldığı ve bunun idari soruşturma ile tamamlandığı, mevcut veriler ışığında idari ve yargısal makamların olayların seyrini aydınlatmak istediğinden kuşku duyulmadığı, yürütülen soruşturmaların ölüm nedenlerini kesin olarak saptamaya imkân verdiği kanısına vardığı durumlarda, askerlerin ölümü konusunda yürütülen soruşturmanın ve davaların derinliği ve ciddiyeti üzerinde etki gösterecek nitelikte bir eksiklik bulunmadığına karar vermekte, bunların yetersiz veya çelişkili olduklarının iddia edilemeyeceğini belirtmektedir (Bkz. Nuran Kızılkaya Karslı/Türkiye, B. No: 12988/05, 17/4/2012, § 63,  Kazım Dalar/Türkiye, B. No: 35957/05, 21/2/2012, § 50).

96.  Bu çerçevede, başvuru konusu olayda yürütülen ceza soruşturmasındaki işlemlere (§ 24–39) bakıldığında, intihar eyleminin gerçekleştiği gün resen soruşturmanın başlatıldığı, soruşturma kapsamında detaylı olay yeri incelemesi yapıldığı, ölü muayenesi ve klasik otopsi işleminin uygulandığı, aynı gün silah sesi üzerine kazan dairesine giden askerlerin, müteveffanın samimi olduğu asker arkadaşlarının, komutanlarının, şarjörünü aldığı askerin, mağdur sıfatı ile başvuruculardan Fatma Koçak ile Sadık Koçak’ın ve tanık sıfatı ile Ali Koçak’ın ifadelerinin alındığı, silahın balistik incelemesinin yapıldığı,  tüm bu hususlar değerlendirilerek Şaban Koçak’ın kendi iç dünyasından kaynaklanan ve dışa yansıtmadığı sorunlar nedeniyle geçirdiği psikolojik bunalım sonucunda intihar ettiği gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği, bu karara karşı başvurucular tarafından Askeri Mahkemeye yapılan itirazın reddedildiği, akabinde AYİM’de açılan tam yargı davasında idarenin sorumluluğunun tespit edilerek tazminata hükmedildiği görülmektedir.

97.  Bütün bu hususlar dikkate alındığında, yaşanan intihar sonrasında yürütülen ceza soruşturmasında, yukarıda yer verilen ilkeler (§ 94–95) yönünden bir eksikliğin bulunduğu söylenemez. Mevcut başvuruda, gerçekleşen ölüme ilişkin başvurucuların ortaya koyduğu veya yürütülen idari ve ceza soruşturması kapsamında elde edilen bulgulardan müteveffanın ölümünün intihar sonucu gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Bunun aksine bir durumdan “şüphe”lenilmesini gerektiren bir olgu da bulunmamaktadır. Bu durumda yukarıdaki paragrafta (§ 77) yer verilen ilkeler karşısında başvuru konusu olay kapsamında yaşam hakkı açısından ön soruşturma aşamasını aşan ve yargılamayı da içeren bir ceza soruşturması yürütülmesi zorunluluğu bulunduğu sonucuna varılamaz.

98.  Dolayısıyla, yürütülen ceza soruşturmasında yaşam hakkının usuli boyutunun ihlaline neden olabilecek bir yön bulunmamaktadır. Bu durumda, başvuru konusu olayda yaşam hakkına ilişkin şikâyetler açısından, kapsamlı bir ceza soruşturmasını müteakip ihlali tespit eden ve makul bir tazminata hükmeden etkili bir idari dava yolu bulunmakta olup başvurucuların mağdur sıfatı ortadan kalkmıştır.

99.  Açıklanan nedenlerle, yaşam hakkı yönünden başvurucuların mağdur sıfatının kalktığı anlaşıldığından başvurunun bu bölümünün kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

 

b.      Başvurucuların Anayasa’nın 36.  ve 40. Maddeleri Kapsamında Vekâlet Ücretine İlişkin İleri Sürdüğü İddialar

100.          Başvurucuların aleyhlerine hükmedilen vekâlet ücretinin çok yüksek olduğu ve mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği yönündeki şikâyetleri açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi, başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmamaktadır. Bu şikâyetler yönünden başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

c.       Başvurucuların Anayasa’nın 36.  ve 40. Maddeleri Kapsamında İleri Sürdüğü Diğer İddialar

101.          Başvurucular, AYİM’in bağımsız ve tarafsız nitelikte olmadığını, AYİM’de görülen davada duruşma yapılmadığını, ilgililerin kusurlarının tespiti ve müteveffanın psikolojik durumunun tespiti için bilirkişi tayin edilmediğini, bilirkişiden sadece tazminat miktarına ilişkin olarak görüş alındığını, müteveffaya oranı ve kaynağı belli olmayan bir kusur izafe edildiğini, başvuruculardan bir kısmının tazminat talebinin cevapsız bırakıldığını belirterek adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmektedirler.

102.          Bakanlık görüşünde, başvurucuların bu bölümdeki şikâyetlerinin benzer başvurularda AİHM tarafından, Sözleşme’nin 2. maddesinin kapsamı altında incelenmekte olduğunu; benzer davalarda başvuranların yakınlarının öldüğü gün resen ceza soruşturması açıldığı ve bunun idari soruşturma ile tamamlandığı, mevcut veriler ışığında mahkemelerin olayların seyrini aydınlatmak istediğinden kuşku duymadığı, yürütülen soruşturmaların ölüm nedenlerini kesin olarak saptamaya imkân verdiği kanısına vardığı durumlarda, askerin ölümü konusunda yürütülen davaların ve soruşturmanın derinliği ve ciddi niteliği üzerinde etki gösterecek nitelikte hiçbir kusur bulunmadığına karar verdiğini, bunların yetersiz veya çelişkili oldukları iddia edilerek suçlanamayacaklarının belirtildiği ifade edilmiştir.

103.   Başvurucunun ihlal iddialarını kanıtlayamadığı, temel haklara yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir (B. No: 2012/1334, 17/9/2013, § 24).

                                  i. AYİM’in Bağımsız ve Tarafsız Olmadığı Yönündeki İddialar

104.          Başvurucuların AYİM’in bağımsız ve tarafsız olmadığı yönündeki iddialar daha önce Anayasa Mahkemesi tarafından incelenirken belirtildiği üzere, AYİM’in oluşumu, statüsü ve görevleri Anayasa ve ilgili Kanun’da hüküm altına alınmıştır. AYİM’e atanan askeri hâkimlerin bağımsızlığının Anayasa ve ilgili Kanun hükümleri ile garanti altına alındığı, atanma ve çalışma usulleri yönünden, askeri hâkimlerin bağımsızlıklarını zedeleyecek bir hususun olmadığı, kararlarından dolayı idareye hesap verme durumunda bulunmadıkları, disipline ilişkin konuların AYİM Yüksek Disiplin Kurulunca incelenip karara bağlandığı görülmektedir (B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 29).

105.   Bu karardan ayrılmayı gerektirecek herhangi bir yönü bulunmayan başvurucunun bu bölümdeki iddialarının, açıklanan nedenlerle, “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

                                ii. Duruşma Yapılmaması Nedeniyle Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği   İddiası

106.   Başvurucular AYİM’de görülen davada duruşma yapılmamak suretiyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmektedirler.

107.   Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının temel unsurlarından birisi de Anayasa’nın 141. maddesinde düzenlenen yargılamanın açık ve duruşmalı yapılması ilkesidir. Yargılamanın açıklığı ilkesinin amacı adli mekanizmanın işleyişini kamu denetimine açarak yargılama faaliyetinin saydamlığını güvence altına almak ve yargılamada keyfiliği önlemektir. Bu yönüyle hukuk devletinin en önemli gerçekleştirme araçlarından birisini oluşturur. Ancak bu her türlü yargılamanın mutlaka duruşmalı yapılması zorunluluğu anlamına gelmez. Adil yargılama ilkelerine uyulmak şartıyla usul ekonomisi ve iş yükünün azaltılması gibi amaçlarla bazı yargılamaların duruşmadan istisna tutulması ve duruşma yapılmaksızın karara bağlanması anayasal hakların ihlalini oluşturmaz (B. No: 2013/664, 17/9/2013).

108.   1602 sayılı Kanun’un “Duruşma” başlıklı 48. maddesinde,  Daireler ve Daireler Kurulunda incelemenin, evrak üzerinde yapılacağı, iptal davalarında ve miktarı ikiyüzbin lirayı aşan tam yargı davalarında taraflardan birinin isteği üzerine duruşma yapılacağı, duruşma talebinin dava dilekçesinde ve cevap layihalarında yapılabileceği, Daireler ve Daireler Kurulunun yukarıdaki kayıtlara bağlı olmaksızın duruşma yapılmasına kendiliğinden de karar verebileceği kurala bağlanmıştır.

109.          Somut olayda başvurucular vekili tarafından, 30/6/2011 tarihli dilekçe ile AYİM’de idare aleyhine tazminat davası açıldığı, davalı idare tarafından cevap dilekçesi sunulduğu, davacı başvurucular vekili tarafından 31/10/2011 tarihinde cevaba cevap dilekçesi sunulduğu görülmektedir. Bireysel başvuru dilekçesinde 1602 sayılı Kanun’un 48. maddesi gereğince duruşma talep edildiğine dair bir bilgi yer almamaktadır. Başvuru dilekçesinde yer alan AYİM’e sunulan karar düzeltme dilekçesinde de duruşma talep edilmesine rağmen AYİM 2. Dairesinin bu talebi karşılamadığına ilişkin bir iddia da ileri sürülmediği görülmektedir.

110.          Başvurucuların AYİM’de gerçekleşen yargılama sürecinde, dava dilekçesi, cevaba cevap dilekçesinde iddialarını ileri sürebildiği, müteveffanın çalışma koşulları ve aldığı ücrete ilişkin mahkemenin istediği bilgi ve belgeleri sunabildiği, bilirkişi raporuna itiraz edebildiği anlaşılmaktadır. AYİM, Askeri Savcılık tarafından yürütülen soruşturma kapsamında elde edilen diğer delillerin yanı sıra aralarında başvuruculardan müteveffanın anne ve babasının da bulunduğu tanık beyanlarına istinaden intiharı salt şahsi sebeplere bağlamanın ve askerlik hizmetinden soyutlamanın mümkün olmadığını ifade ederek idarenin sorumluluğuna hükmetmiştir. Bu bilgiler ışığında, yargılamanın evrak üzerinden yapılacağı kurala bağlanan ve duruşma yapılması talebe veya Mahkemenin takdirine bağlı kılınan idari yargılama sürecinde, tarafların iddia veya savunmaları yazılı olarak alındıktan ve önceki ceza soruşturması sürecinde elde edilen deliller dikkate alındıktan sonra bir karara bağlanan yargılamanın salt dosya üzerinden yapılması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlaline yol açtığı söylenemez.

111.          Açıklanan nedenlerle, başvurunun bu kısmının bir ihlalin olmadığı açık olduğundan “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

                              iii.     Hükmedilen Tazminata İlişkin İddialar

112.           Yaşam hakkına bağlı olarak devletin sahip olduğu “etkili bir yargısal sistem kurma” yönündeki usul yükümlülüğü çerçevesinde, başvurucuların mağdur sıfatının ortadan kalkıp kalkmadığı hususlarında inceleme yapılırken başvurucuların bu bölümde hükmedilen tazminata ilişkin ileri sürdüğü iddiaları da içine alacak şekilde değerlendirmeler yapılmış ve başvurucuların mağdur sıfatının kalktığı sonucuna ulaşılmış olması nedeniyle, başvurucuların "hak arama hürriyeti" ile  "temel hak ve hürriyetlerin korunmasını isteme hakkı” kapsamında değerlendirip ileri sürdüğü aynı doğrultudaki iddialarının Anayasa’nın 36. ve 40. maddesi bağlamında yeniden incelenmesine gerek görülmemiştir.

2.        Esas Bakımından İnceleme

113.          Başvurucuların ilgili usul kanununun yanlış uygulanması sonucu kendilerine hükmedilen tazminattan daha yüksek miktarda avukatlık ücretine hükmedildiğini belirterek adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

114.          Bakanlık görüşünde, Sözleşme açısından mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığı ancak sınırlamalara tabi olduğu, niteliği gereği devletin bu konuda düzenleme yapması gerektiği için bu sınırlamalara üstü kapalı olarak müsaade ettiği, öte yandan, AİHM’nin, uygulanan sınırlamaların bireye tanınan mahkemeye erişim hakkının esasına zarar verecek ölçüde sınırlamaması ya da azaltmaması gerektiğine karar verdiği belirtilmiştir.

115.          Bakanlık görüşünde ayrıca, bu konuda haklı bir amaç gütmeyen ve başvurulan yollar ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi bulunmayan bir sınırlamanın, adil yargılanma hakkı ile uyumlu olmayacağı, AİHM’nin bir kimsenin mahkemeye erişim hakkından yararlanıp yararlanmadığını belirlemek için yargılama giderlerinin makullüğünün, başvuranın bu meblağı ödeme gücü, davanın özel koşulları ve bu sorumluluğun yüklendiği dava safhası ışığında değerlendirilmesi gerektiğine ve Sözleşme’ye taraf devletçe kişilerin mahkemeye erişim hakları kısıtlanırken, kamu yararının gerekleri ile bireylerin temel hakları arasında gözetilmesi gereken adil dengeyi bozan, başvuranlara çok yüksek bir külfet yükleyen düzenlemelerin sözleşmeye aykırı olacağına karar verdiğini ifade etmiştir.

116.          Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesi şöyledir:

Herkes, meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma (Değişik ibare: 3.10.2001-4709/14 md.) ile adil yargılanma hakkına sahiptir.   

Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.

117.          AİHS’de tanınmış olan hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkesin, söz konusu ihlal resmi bir hizmetin ifasıyla görevli kişiler tarafından gerçekleştirilmiş olsa dahi, ulusal bir merci önünde etkili bir yola başvurma hakkına sahip olduğunu hükme bağlayan AİHS’nin 13. maddesinin asıl karşılığı olan Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesi şöyledir:

Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlâl edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.

(Ek fıkra: 3.10.2001-4709/16 md.)Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.

Kişinin, resmî görevliler tarafından vâki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır.”

118.          Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hale getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).

119.  Gereksiz başvuruların önlenerek dava sayısının azaltılması ve böylece mahkemelerin gereksiz yere meşgul edilmeksizin uyuşmazlıkları makul sürede bitirebilmesi amacıyla başvuruculara belli yükümlülükler öngörülebilir. Dava sonucundaki başarıya dayalı olarak taraflara vekâlet ücreti ödeme yükümlülüğü öngörülmesi de bu kapsamda mahkemeye erişim hakkına yönelik bir sınırlama oluşturur. Bu yükümlülüklerin kapsamını belirlemek kamu otoritelerinin takdir yetkisi içindedir. Öngörülen yükümlülükler dava açmayı imkânsız hale getirmedikçe ya da aşırı derece zorlaştırmadıkça mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği söylenemez. Dolayısıyla davayı kaybetmesi halinde başvurucuya yüklenecek olan vekâlet ücreti bu çerçevede değerlendirilmelidir (B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38 - 39).

120.  Buna karşılık bir hukuki uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyan başvurucuların, reddedilen dava konusu miktar üzerinden hesaplanan vekâlet ücretini karşı tarafa ödemeye mahkûm edilmeleri ihtimali veya olgusu, belirli dava koşulları çerçevesinde mahkemeye başvurmalarını engelleme ya da mahkemeye başvurmalarını anlamsız kılma riski taşımaktadır. Bu çerçevede, davanın özel koşulları çerçevesinde masrafların makullüğü ve orantılılığı, mahkemeye erişim hakkının asgari sınırını teşkil etmektedir (B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 54).

121.  Başvurucunun tam yargı (tazminat) davasını açtığı 31/5/2011 tarihi itibarıyla yürürlükteki usul hükümlerinde, dava dilekçesinde belirtilen talep konusu miktarın sonradan ıslah yoluyla değiştirilmesine veya dava sonucunda haksız çıkan davacının, her halükarda davalı idare lehine, reddedilen miktar üzerinden nispi vekâlet ücreti ödemesini öngören bir düzenleme bulunmamaktadır.

122.  Tazminat alacağının miktarı, ancak bilirkişi incelemesi ve benzeri araştırmalardan sonra mahkemenin takdir yetkisi çerçevesinde belirlenebilen bir olgudur. Tazminat müessesesinin bu özelliği gereği, hak kazanılan tazminat miktarının dava açılmadan önce tam olarak bilinmesi veya öngörülmesi mümkün değildir. Dava açılması aşamasında karşı karşıya kalınan bu belirsizliğin, talep miktarının sonradan düzeltilmesi (ıslah) yoluyla aşılması da 1602 sayılı Kanun gereği 2/11/2011 tarihi öncesinde mümkün olmadığından, hak kaybına uğramak istemeyen davacılar için, tazminat taleplerine ilişkin miktarları yüksek tutmaktan başka seçenek bulunmamaktadır.

123.          Başvuru konusu olayda, başvurucular AYİM’e açtıkları davada uğradıkları zarar için toplam 250.000 TL maddi ve 100.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır. AYİM tarafından başvurucular lehine toplam 12.100 TL maddi ve manevi tazminata hükmedilirken reddedilen tazminat miktarı esas alınarak başvurucular aleyhine 19.264 TL vekâlet ücretine hükmedilmiştir. Görüldüğü üzere başvurucular, hak kazandıkları 12.100 TL tazminatın çok üzerinde bir vekâlet ücreti ödeme yükümlülüğü altına girmişlerdir. Bu nedenle AYİM’in tazminata ilişkin bu kararının fiilen bir sonuç doğurmadığı, başvurucunun tazminat alacağının tamamından mahrum kaldığı ve bu durumun başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahale oluşturduğunda kuşku yoktur.

124.          Taraflardan birinin yargılamadaki başarı oranına göre kazanılan veya kaybedilen değer oranında lehine veya aleyhine mahkeme masraflarının hükmedilmesine yönelik düzenlemeler mahkemeye erişim hakkına müdahale oluşturmakta ise de abartılı, zorlama veya ciddiyetten yoksun talepleri disipline etmeye yönelik orantılı müdahaleler meşru görülebilir. Ancak, bu sınırlamaların hakkın özüne zarar vermeyecek nitelikte, meşru bir amaca dayalı ve kullanılan aracın sınırlama amacı ile orantılı olması, kamu yararının gerekleri ile bireyin hakları arasında kurulmaya çalışılan adil dengeyi bozacak şekilde birey aleyhine katlanılması zor külfetler yüklenmemiş olması gereklidir (B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 61-62).

125.           Somut olayın koşulları bir bütün halinde değerlendirildiğinde,  başvurucunun dava açtığı sırada ıslah imkânının olmaması nedeniyle hak kaybına uğramamak amacıyla talebini yüksek tuttuğu, hak kazandığı tazminatın çok üzerinde bir tutarı vekâlet ücreti adı altında davalı idareye geri ödemek zorunda bırakıldığı ve açılan tazminat davasının bu şekilde başvurucu açısından anlamsız hale geldiği dikkate alındığında yapılan müdahalenin ölçülü olduğu söylenemez

126.          Belirtilen nedenlerle, yapılan müdahale ölçüsüz olduğundan başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

V.        6216 SAYILI KANUN’UN 50. MADDESİNİN UYGULANMASI

127.           6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şu şekildedir:

“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

128.          Başvuruda, ölenin annesi için 110.000 TL, babası için 90.000 TL reşit olmayan kardeşlerin her biri için 10.000 TL olmak üzere toplam 250.000 TL maddi,  ölenin annesi için 35.000 TL, babası için 30.000 TL kardeşlerin her biri için 5.000 TL olmak üzere toplam 100.000 TL manevi tazminat talebinde bulunulmuştur.

129.          Hak arama özgürlüğü kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlali nedeniyle, başvuruculardan ölen Şaban Koçak’ın anne babası ve kardeşleri için takdiren toplam 25.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

130.          Başvurucular, vekâlet ücreti ve yargılama giderlerinin karşı tarafa tahmilini talep etmişlerdir. Başvurucular tarafından yapılan yargılama giderinin başvuruculara ödenmesine karar verilmiştir.

VI.   HÜKÜM

Açıklanan nedenlerle:

1. Başvurunun;

A.       Olayda yaşamını yitiren şahsın yakınları tarafından ileri sürülen Anayasa’nın 17. maddesinin ihlaline ilişkin şikâyetler yönünden “mağdur sıfatının kalkması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B.       Adil yargılanma hakkı kapsamında vekâlet ücretine ilişkin iddialar yönünden KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

C.       AYİM’in bağımsız ve tarafsız olmadığı yönündeki iddialar ile duruşma yapılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddialar yönünden “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

D.       Başvurucuların AYİM tarafından hükmedilen tazminata ilişkin Anayasa’nın 36. ve 40. maddelerinin ihlali yönündeki şikâyetlerinin ayrıca İNCELENMESİNE GEREK OLMADIĞINA,

2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

3. Anayasa’nın 36. maddesi ve 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası gereğince, başvuruculara müştereken ve takdiren toplam 25.000 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE,

4. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Hazinesine başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

5. Başvurucuların fazlaya ilişkin tazminat taleplerinin REDDİNE,

6. Başvurucular tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.618,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA ÖDENMESİNE,

23/1/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

 

 

Başkan

Alparslan ALTAN

Üye

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

Üye

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Üye

Engin YILDIRIM

Üye

Celal Mümtaz AKINCI