Taksimde herkesin istediği gibi bir bayram kutlaması, meşru ve yasal bir hak. Güvenlikçi anlayışla, meseleye yaklaşımla Taksim'e çıkışı yasaklamak, kararı verenler için suç oluşturur. Uluslararası hukukun koruma altına aldığı, gösteri ve yürüyüş hakkının devlet eliyle işçilerin ellerinden alınmış olması, AİHM tarafından daha önce mahkum edilmiş bir karardır.

2008 yılında, DİSK ve KESK'in, Taksim'de 1 Mayıs'ı kutlama talepleri, Valilik tarafından geri çevrilmişti. Daha sonra da sendikalar Taksim'e girmeye çalışırken polisler tarafından engellenmişti. Gerek polislerin engellemesi, gerekse Valiliğin gösteriye izin vermemesi, DİSK ve KESK tarafından AİHM'ne taşınmıştı. Mahkeme, 27 Kasım 2012 tarihinde davayı sonuçlandırdı.

AİHM Ne Diyor?

Mahkeme, başvuruyu şu şekilde özetliyor; Disk 30 Nisan 2008 tarihinde Beyoğlu Kaymakamlığı'na, Taksim Atatürk Anıtı önünde 1 Mayıs'ta toplanacaklarını bildirdi. Kaymakamlık, adı geçen yerde daha büyük ölçekli bir gösteriye izin verilemeyeceğini ancak sembolik bir kutlama için izin verilebileceğini belirtti.

Daha sonra İçişleri Bakanı ve Hükümet Sözcüsü, güvenlik gerekçeleriyle ellerinde, Taksim Meydanı'nda herhangi bir gösteriye izin vermekten alıkoyan istihbarat raporlarının bulunduğunu belirtti. Ayrıca yetkililer, 1 Mayıs 2008'de yapılacak gösterinin olası provakasyonlar, kamu düzeni ve trafiğin bozulması gerekçeleriyle hukuka ve Anayasa’ya aykırı olduğunu belirttiler.

İstanbul Valiliği gösteriler için Anadolu ve Avrupa Yakalarında alternatif mekanlar gösterdi. 1 Mayıs 2008'de DİSK ve KESK üyeleri, DİSK'in merkez binası önünde toplanmaya başladılar. Polis tarafından toplantı ve gösteri yürüyüşleri yasasının ihlal edildiği gerekçesiyle grup, tazyikli su, boya ve göz yaşartıcı gaz sıkılmak suretiyle dağıtılmaya çalışılmış. Gösterici grup, daha fazla şiddete maruz kalmamak için Taksim'de kutlama yapma kararından vazgeçtiği şeklinde olayları özetlemiş.

Mahkeme, şikayeti Türkiye’ye bildirip, Türkiye’nin savunmasını aldıktan sonra yaptığı yargılama sonunda Türkiye’yi mahkum etti.

Mahkeme gösteri ve yürüyüş hakkının özüne dokunulamayacağını çarpıcı bir şekilde ortaya koydu. Kararda hak ihlallerine ilişkin tespitler ise;

1- Sözleşmenin 11. maddesinde düzenlenen "herkes barışçıl toplanma özgürlüğü hakkına sahiptir" maddesinin ihlal edildiği,

2- Mahkeme, polis müdahalesinin sonucu olarak işçilerin barışçıl toplanma haklarını kullanamadıklarını, bu çerçevede haklarına sözleşmenin 11. maddesinde göre müdahale olduğunu,

3- Hükümetin, toplantının hukuka aykırı olarak düzenlendiği yönündeki savunmasının yerine olmadığını,

4- Müdahalenin, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 22. ve 24.maddelerinin ihlali olduğunu,

5- Müdahalenin "demokratik bir toplum için gerekli" olup olmadığı sorusuna ise; hukuka uygun gösteriler bakımından, bunların barışçıl biçimde sürmesini ve bütün vatandaşların güvenliğinin temini için uygun önlemeleri alma yükümlülüğünün var olduğunu belirtiyor.

6- Mahkeme, "devletlerin yalnız barışçıl toplanma özgürlüğünü korumak zorunluluğunu değil ayrıca bu hakka ilişkin makul olmayan dolaylı sınırlamalar uygulamaktan kaçınmalarının zorunluluğunu kaydeder" diyerek devletin gösteri ve yürüyüş hakkının dolaylı olarak da olsa sınırlanamayacağını net bir şekilde ortaya koyuyor.

7- Sözleşmenin 11. maddesinin temel amacının hem korunan hakların kullanılmasını hem de bu hakların birey tarafından etkili kullanımının güvence altına alınmasında devletin pozitif yükümlülüklerinin bulunduğunu söylüyor.

8- Kamuya ait bir mekandaki trafikte düzensizlik de dahil olmak üzere günlük hayatta bazı kesintilere yol açabilecek olsa bile, barışçıl toplanmalara yönelik olarak belirli ölçüde hoşgörü göstermek kamu otoriteleri için önemlidir.

Mahkeme, bu hukuka aykırı tespitleri yaptıktan sonra davanın geneli hakkında daha çarpıcı bir değerlendirme yapıyor. Mahkeme, ‘’Mevcut davada, dava dosyasındaki belgelerden açıkça anlaşılmaktadır ki, yetkililer başvurucuların İşçi Bayramı’nı, Taksim Meydanı’nda kutlama niyetleri hakkında bilgi alır almaz, gösteriyi engellemek için kapsamlı önlemler almışlar ve Taksim Meydanı’nda gösteri yapmakta ısrar etmeleri halinde polisin göstericilere yönelik kuvvet kullanacağını belirten açıklamalar yapmışlardır.’’ Yetkili erkin zaten baştan itibaren hakkın kullanımını engellemek için tavır koyduklarını söylüyor. Türkiye bu karara itiraz etmiyor. Karar kesinleşiyor.

Bu hak ihlalarine ilişkin tespitler, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) 2008/38676 no.lu davasından, Türkiye aleyhine, 2008 yılındaki 1 Mayıs ile ilgili DİSK’in şikayeti üzerine vermiş olduğu karardan alınmıştır.

Mahkemenin kararı Türkiye açsından bağlayıcıdır. Bu karar aleyhine sonuçlar doğuracak şekilde düzenlemeler yapamaz. Ama buna rağmen bu yıl yapılanlara bakıldığında, karardan hiçbir ders çıkarmamışız. Mahkeme yasaklama yerine gösterinin güvenli bir şekilde yapılmasını sağlama görevi idareye aittir. İdare gösteriyi yapanın güvenliğini sağlamalı onu engellememeli bizimkiler kararı tersten okudukları için onlar güvenliği sağlamak işini engellemek olara uyguluyorlar.

Karar, uzun uzun Türkiye’nin gösteri ve yürüyüş hakkının nasıl ihlal ettiğini, yetkililerin prensip olarak halka karşı tavır koyduklarını anlatıyor. Polisin aşırı güç kullandığını söylüyor. Daha sonra güç kullanan polis ve gösteriye izin vermeyen idareciler hakkında yapılan şikâyetlerinde dikkate alınmamasını eleştiriyor. Suç işleyenlerin cezasız kaldığını belirtiyor. aslında bu karar Türkiye’nin temel hak ve özgürlükler konusundaki yerini ortaya koymuş.

Karar, bu yıl 1 Mayıs'ta yaşanan olayların da AİHM önüne götürüldüğünde, Türkiye aleyhine benzer şekilde bir kararın verileceğini işaretini veriyor.

2008 Mayıs olayları yaşandığı tarihte İstanbul valisi daha sonra içişleri bakanı oldu. Emniyet müdürü ise taltif edilerek vali yapıldı. Demek ki, yaptıklarını devlet takdire şayan görmüş ki onları daha yüksek görevlere getirdi.

Taksimde kazı yapıldı, kutlama yapılamaz gerekçesi yerinde değil. İdarenin görevi, hakkın kullanımını kolaylaştıracak tedbirler almak. Hakkın kullanımını engelleyecek şekilde önlemler alması, hukuka aykırıdır.

Malessef bu uygulamaların cezasını, toplum ödemek zorunda kalıyor. Türkiye aleyhine verilen tazminat kararları devlet tarafından ödeniyor. Taksim yasağı büyük bir hukuk aybıdır. Devletin hala vatandaşına güvenmediğinin ispatıdır. Devletin temel hak ve özgürlükleri içselleştiremediğinin göstergesidir. Hala, bizim 3. dünya ülkesi mantığı ile yönetildiğimizin yansımasıdır.

Adliye Önünde Basın Açıklamasına Getirilen Yasak

"Yasak" adı bile insanı ürkütüyor. Başsavcılık tarafından alınan kararı hayretle karşıladım. Başka bir kurum böyle bir karar alırsa normal karşılanabilir. Çünkü kararın kaldırılması için yargıya gider kararı kaldırtırsınız. Kararı verenler yasaları yanlış yorumlamış dersiniz.

Peki bu kararı Başsavcılık gibi bir kurum verirse buna ne denir? buna keyfilik denir . Karar apaçık bir şekilde bu hukuka aykırı olduğu kadar keyfidir de.

Basın açıklaması için izin alınmasına gerek yok. Hatta başsavcılık, basın açıklaması için gerekli ortamı hazırlamak yükümlülüğü altındadır. Kolaylık sağlamak yerine yasaklamış olması yanlış olduğu gibi ayrıca suçtur. Kanuna aykırı olarak verilmiş bu yasak kararına aykırı davranılması suç oluşturmaz. Onun için bu yasak kararının pratikte bir karşılığı yok.

Yeni bir tartışma yaratacağı belli olan böyle bir kararın hangi gerekçe ile alındığı sorgulanmalı. Kararı veren başsavcı çıkıp gerekçesini açıklamalı. Demek ki hukuku sadece idare hiçe saymıyor. Hukuku uygulamakla görevli olan yargının kendisi de hukuku takmıyor.

Kaynak: Cesim Parlak, http://www.internethaber.com/aihmin-taksim-karari-14442y.htm)