Sanayi devriminin meşalesini yaktığı ticaret, günümüzde hızla artarak devam etmekte olup, bu durum ticari malların(emtiaların) satıcı ve alıcı arasında değişimini zorunlu kılmakta ve bu sebepten mütevellit emtialar kara, deniz demiryolu veya havayolu gibi yaygın kullanılan taşıma yöntemleri ile taşınmaktadır. Dünyada ve özellikle Avrupa’da taşıma sektörü ticaretteki yerini üst sıralarda almaktadır. Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre 2016 yılında 142.530.542 USD değerinde emtia taşınarak ihraç edilmiştir. Böylesine yoğun olan bir sektör olan taşıma sektöründe yaşanılan uluslararası uyuşmazlık ve sorunları çözebilmek amacıyla hükümetler bir araya gelerek CMR konvansiyonu, INCOTERMS gibi temel ilkeleri düzenleyen bazı uluslararası referans belgeler üzerinde uzlaşmışlardır.

Özellikle son 60-70 yılda teknolojik gelişmelerin ivme kazanması, Tehlikeli Madde başlığı altında toplanan insan yaşamına zarar verici nitelikte maddelerinde üretimini ve dolayısıyla ülkeler arası dolaşımını hızlandırmıştır. Temel kanunların yetersiz kalması nedeniyle, Tehlikeli Malların Karayolu ile Uluslararası Taşımacılığına İlişkin Avrupa Anlaşması yani ADR akdedilmiştir. Türkiye ADR anlaşmasına katılma yolu ile kendini bağıtlamış ve 2010 yılında ise iç hukuk hükümlerine göre onaylayarak yürürlüğe konulmuştur.

ADR anlaşması 17 maddelik bir anlaşma metninden ve ayrıca A ve B eklerinden oluşmaktadır. Ek-A ve Ek-B, anlaşma yürürlüğü girdiğinden bu yana düzenli olarak yenilenmektedirler, hatta en sonuncusu 2017’de yayınlanmıştır. Peki, Ek-A ve Ek- B neler içermektedirler?

EK-A Tehlikeli maddelere ilişkin kural ve organizasyonların nasıl oluşturulacağını ortaya koyarken, Ek-B Taşıma faaliyetlerine ilişkin temel ilkeleri ortaya koymaktadır.

Ayrıca, 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu ve ADR anlaşmasının yürütümünün ve kuralların uygulamasının açıklanması için Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığınca(Bundan sonra ‘Bakanlık’ olarak anılacaktır.) çıkarılmış olan TEHLİKELİ MADDELERİN KARAYOLUYLA TAŞINMASI HAKKINDA YÖNETMELİK, 24.10.2013 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Genellikle uygulamada yapılan yanlış, ADR mevzuatının yalnızca bahsedilen ADR yönetmeliğinden ibaret sanılmasıdır. Oysaki hukuk hiyerarşik kurallar bütünüdür, bu yüzden kanun ve uluslararası anlaşmanın nasıl uygulanacağını belirlemek için çıkarılmış olan bu yönetmelik ikincil bir kaynaktır. İkincil olmasının ne demek olduğu ve önemi yazının devamında açıklanacaktır.

Bunlara ilaveten,

  • 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu
  • 22.05.2014 yılında Resmi Gazetede yayımlanmış Tehlikeli Madde Güvenlik Danışmanlığı Hakkında Tebliğ
  • 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu
  • 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu kapsamında md.174,179,180

Ana hatlarıyla yukarıda bahsettiğim kurallar bütünü ADR mevzuatının omurgasını oluşturmaktadır. Tehlikeli Maddenin yüklenmesi, taşınması veya boşaltılması gibi prosedürlerde yaşanan herhangi bir uyuşmazlıkta bu kanunlar yekun olarak okunacak ve yorumlanacaktır. Öyle ki, usule aykırı olarak yapılan Tehlikeli Madde uygulamalarında, uygulayan sorumluluğunun yalnızca yönetmelikte yazılı idari para cezaları olacağını düşünmemelidir. Oluşan zarara veya zarar oluşmasa dahi bu husus/lar ayrıca Karayolları Trafik Kanunu, TCK gibi kanunlar nezdinde de dikkate alınacaktır. Yani ADR mevzuatına uygun şekilde paketlemesi ve etiketlenmesi yapılmaksızın yüklemesi yapılmış olan tehlikeli maddenin, tır konteynırında karayolunda seyir halindeyken kaza yapması olasılığında;

  1. Şoförün kusuruyla bağlantılı olarak TCK kapsamındaki ceza sorumluluğunun ve haksız fiili kaynaklı olarak verdiği zararlar için tazminat sorumluluğunun yanı sıra,
  2. Şoförü çalıştıran bakımından ise KTK md.85 çerçevesinde tazminat sorumluluğu,
  3. Ayrıca, söz konusu malların yüklenmesi ve boşaltılması sırasındaki iş sahipleri için ADR yönetmeliğinde belirtilen idari para cezaları ve ayrıca taşıma sırasındaki iş sahibi ise TCK md. 174’te belirtilen Tehlikeli Maddelerin İzinsiz olarak bulundurulması ve El Değiştirilmesi başlıklı maddesine göre dört yıldan sekiz yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılabilecektir.

TEHLİKELİ MADDE YÖNETİMİ TÜRKİYE’DE YENİ BİR ALAN, BU YÜZDEN ADR ANLAŞMASINA KOŞUT OLARAK YENİ KURALLAR, TEBLİĞLER İLE YÖNETMELİKLER İLE KURALLAR İHDAS EDİLİYOR. PEKİ BU YÖNETMELİK VEYA TEBLİĞLER İLE ADR ANLAŞMASI VEYA HERHANGİ BİR KANUN ÇATIŞTIĞINDA HANGİ KURAL KISTAS ALINACAK VEYA HANGİ YAPTIRIM UYGULANACAKTIR ?

Başlangıç olarak söylemek gerekir ki hukuk kuralları hiyerarşik bir yapıya sahiptir. Şöyle ki bu bir piramit gibi düşünülebilir. Bu durumda en üstte Anayasa yer alacak akabinde kanun ve usulüne uygun olarak kabul edilip onaylanmış uluslararası anlaşmalar daha sonra tüzük ve ardından da yönetmelikler gelir.

Tehlikeli Madde mevzuatımızda, herhangi bir yasaya aykırılık durumunda örneğin yönetmelikte veya tebliğde yazan bir madde ile kanunda veya uluslararası bir anlaşma olan ADR deki herhangi bir hüküm çatıştığında, kanun ve uluslararası anlaşma dikkate alınarak işlem yapılmalıdır. Çünkü hiçbir yönetmelik, tebliğ veya tüzük kanuna aykırı olamaz. Bunlar kanunun açıklamasını ve uygulamasını açıklamak amacıyla çıkarılırlar.

PEKİ YUKARIDA TCK SORUMLULUĞUNDAN BAHSEDİLDİ BURADA HEM PARA CEZASI HEM DE HAPİS CEZASI ÖNGÖRÜLMÜŞ, YÖNETMELİKTE DE PARA CEZASI ÖNGÖRÜLMÜŞ BU DURUMDA HANGİSİ UYGULANACAKTIR. BURADA BİR ÇATIŞMA YOK MU ?

Hukuk bir sosyal bilimdir ve bir metadolojisi bulunmaktadır. Farz edelim ki böyle bir durumla karşı karşıya kalındı ve her iki durumda da kanuna muhalefetten yaptırım uygulanması gerçekleşecek. İşte bu durumda şunu ayırt etmemiz gerekiyor. Burada her ne kadar iki adet aynı para cezası varmış gibi dursa da aslında burada nitelik bakımından ayrı iki adet para cezası bulunmaktadır. Şöyle ki yönetmelik kapsamında uygulanan para cezası idari nitelikte bir para cezasıdır. Oysaki Ceza kanunu kapsamında uygulanan para cezası adli nitelikte bir para cezasıdır. Biri mevzuata aykırılığı yaptırıma tabi tutarken diğeri hukuka aykırı gelmenin yaptırımını uygulamaktadır.

Ancak önemle belirtmek gerekir ki, her olay ve ihtilaf kendi özelinde yorumlanmak zorundadır. Bu şu demektir, yukarıda bahsedilene benzeyen bir durumla karşılaşıldığında olayın belirgin özelliklerini belirlemeksizin baştan şu ceza alınır, bu ceza alınmaz demek abesle iştigaldir. Çünkü her olay kendi içerisinde bazı anahtar özellikler barındırır. Bu anahtar özellikler önce iyi anlaşılmalı daha sonra uygulanacak hukuk kısmına geçilmelidir.

PEKİ KANUNLAR, YÖNETMELİKLER VE YAPTIRIMLARDAN BAHSETTİK, BU KONULARLA İLGİLİ DENETİM NASIL GERÇEKLİŞİYOR ?

İlk olarak, bu durumu ikiye ayırmak gerekir. Bu konu hakkındaki ceza sorumluluğunu soruşturmak ve burada suç var mı yok mu belirlemesini yapmak Cumhuriyet savcılarımızın yetki ve görevleri arasındadır.

İkinci olarak, ADR yönetmeliği olarak anılan yukarıda bahsettiğimiz yönetmeliğin yedinci bölümü denetime ayrılmıştır. Yönetmeliğin 23. Maddesine göre Bakanlık, Valilikler (kolluk kuvvetleri), Gümrük ve Ticaret Bakanlığının sınır kapılarındaki birimleri ve Belediye Başkanlıklarının denetimden sorumlu zabıta birimleri bu Yönetmelik kapsamındaki tehlikeli madde taşımaları konusunda denetimle görevli ve yetkililer.

Yine yönetmelikte, denetimleri aksatanlar hakkında yapılacak işlemler, denetimlerin hangi usul ve esaslar dikkate alınarak gerçekleştirileceği, hangi personelin bu konuda yetkilendirileceği yazılmıştır.  Aslında denetim mekanizmasının da oluşturulduğu görülüyor. Bu yüzden burada eksik olan denetim mekanizması değil mekanizmayı aktive edip faaliyete geçirecek bir yapının eksikliğidir.

Bu yapı meslektaşlar arası oluşturulabilecek sivil inisiyatif niteliğinde bir kuruluşla gerçekleştirilebileceği gibi 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu md. 42 de belirtildiği gibi Meslek Birliği şeklinde, hukuki zemininin gerekli yasal veya idari düzenleyici işlemlerle hükümetçe belirlendiği bir yapı olabilecektir.

Eğer sivil insiyatif şeklinde bir yapı oluşturulmak isteniyorsa bu bir dernek kurulmasıyla olabilir. İstenilen sonuçlar ve hedeflenen amaçlar dernek tüzüğünde belirtilir. Bu amaçlar nezdinde ortak hedefe yönelmiş meslektaşlar üye olup bu yapıyı oluşturabilirler.

Eğer meslek birliği şeklinde bir yapı oluşturulmak isteniyor ise öncelikle bu konu ile ilgili yasal düzenlemelerin yapılması elzemdir. Bunun içinse, bu yapının oturacağı hukuki temel meslektaşlarca mesleğe dönük istekler belirlenip, bir hukukçunun yardımı ile hukuki zemine oturtulup bakanlığın hukuk müşavirliğine teklifte bulunulabilir. Çünkü 655 sayılı ULAŞTIRMA, DENİZCİLİK VE HABERLEŞME BAKANLIĞININ TEŞKİLAT VE GÖREVLERİ HAKKINDA KANUN HÜKMÜNDE KARARNAME md.20 de hukuk müşavirliğinin görevleri arasında Bakanlığın amaçlarını daha iyi gerçekleştirmek, mevzuata, plan ve programa uygun çalışmalarını temin etmek amacıyla gerekli hukuki teklifleri hazırlayıp Bakana sunmak bulunmaktadır.

İşte bahsettiğim bu yapıların görevi yönetmelikte belirtilen denetim kuruluşlarını harekete geçirmek olacaktır. Haklarının korunmasını isteyen meslektaşlar bu yapılara üye veya kayıt olarak bu yapılara kendi adlarına yetki verecek ve bu yapıların haklarını korumalarını sağlayabileceklerdir.

Fikir ve Önerilerinizi beklemekteyiz:  [email protected]