ABD “büyükelçilerimiz görevlerini yapmıştır” derken İçişleri Bakanı Atalay’ın hala “gayriciddi dedikodularla diplomasi yapmak” iddiası veya Cumhurbaşkanı Gül’ün “bilgileri İsrail’in sızdırdığını” ima eden sözleri konuyu hafife alma veya dikkat dağıtma gibi oluyor...

Ayrıca diplomasiyi, hele de Amerika’nın yön vermek istediği tüm ülkelerle ilgili istihbaratları her zaman topluyor olduğunu gayet iyi bilecek kişilerin “ABD’nin en gizli belgelerinin başka ülkeler tarafından sızdırıldığını” söylemesi de pek anlaşılır bir durum değildir. Ki bu noktada muhalefet partilerinin “kızmak ve kendilerine hesap sormak yerine ABD’ye hesap sorulması” konusundaki önerileri çok doğrudur. ABD bu kadar ciddi ithamlarda bulunurken nasıl olmuş da bu kadar iki yüzlü davranabilmiş ve her şeyi gizli saklı tutarak Türkiye’nin iç ve dış politikalarını onaylıyor görünmüş (iç politika üstüne vazife değildi ama hiç eksik kalmadı), medyasıyla destek vermiş, bunlar da başka sorular... Nasıl bir dost ülke, nasıl bir müttefiktir ki Türkiye’nin rejimiyle ilgili, medya gruplarına yapılacak Maliye baskılarının önceden Bakan tarafından yabancılara ifşasıyla ilgili önemli iddiaları gizi tutabiliyor?

Bunu yapmasının “Ortadoğu hakkındaki kendi gizli projeleri”yle mi bağlantısı var, bunlar hep soru işaretidir. Öte yanda bu belgelerde Rusya’nın PKK’ya silah sağlaması gibi başka önemli konulardan da söz ediliyor, “yalan olduğuna, iftira olduğuna” inanılacaksa bunun da mı araştırması yapılmayacak?

İSİMLİ VE İSİMSİZ!

Başbakan Erdoğan’ın İsviçre’de 8 ayrı hesabı olması konusunu zaten soruşturmak imkansız, İsviçre bankaları hesaplar hakkında bilgi vermediği için, gizliliğin kesin olması nedeniyle hep “tercih edilen” bankalardır, bu konuda tek seçenek kendisinin açıklamalarına güvenmektir ama doğrusu “geçmişte hesabında 1 milyar dolar olduğunu söyleyen gazetecinin şu anda Ergenekon’dan yattığını” söylemesi gerçekten talihsiz bir açıklamaydı...

Siyasetçilerin konuşmadan önce iyi düşünmesi gerektiğini bir kez daha gösteren bir açıklama... Çünkü bu sözler CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun da hemen söylediği gibi “Ergenekon tutuklamalarının darbe iddiası üzerine yapıldığı bildiriliyordu, Başbakan’ın kızdığı kişiler, aleyhine yazan gazeteciler de mi Ergenekon iddiası ile tutuklandı” sorusunu haklı olarak ortaya çıkarır.

Eğer kastettiği “Ergenekoncu olduğu için bana bu suçlamada bulundu” ise o zaman da aradan üç yıl geçti hala tek somut delilin çıkmadığı, imzasız ihbar mektuplarıyla yürütülen bir “çete iddiası”na bu kadar emin şekilde inanırken, ismi cismi belli ABD büyükelçilerinin raporlarına hiç inanmamak arasında çelişki olduğu görülür. Kısacası siyasetçilerin konuşurken iyi düşünmeleri gerekiyor. Şimdi üzerinde durulacak konu bu büyükelçi raporlarının detaylarının ABD’den istenip istenmeyeceğidir. Ülkelerin gündemini altüst eden, partilerini birbirine düşüren bu belgelerin hesabını vermek zorundalar.

Kaçırılmayacak bir film!

Türk filmi diye yine birileri burun kıvırabilir, hatta “New York’ta Beş Minare”ye yaptıkları gibi günlerce kusur aramaya çalışabilir, onunla da yetinmeyip beğenenlere burun kıvıran kompleksliler çıkabilir ama bunlar son yıllarda Türk sinemasının giderek çok iyi bir noktaya geldiği gerçeğini değiştiremez. Son iki üç yıldır uydurma yabancı filmlere gideceğime bunları keyifle izliyorum, Salı akşamı da Müjdat Gezen’in başrolünü oynadığı “Memlekette Demokrasi Var” filmini gala gecesinde izledim ve bugüne kadar hiç işlenmemiş, son derece zor bir konunun böylesine başarıyla beyaz perdeye aktarılmasına inanamadım. Bunda tabii ki Gezen gibi büyük bir ustanın büyük rolü var ama İlker Ayrık, Gülçin Kantarcıoğlu, Nejat Birecik, Sümer Tilmaç, konuk sanatçılar Tamer Karadağlı, Şafak Sezer ve inanın tüm kadronun oyunları da çok etkileyici.

“Memlekette Demokrasi Var” Adnan Menderes’in Yassıada’da olduğu ama idamının da yaklaştığı (sanıyorum 61 yılı olmalı) günlerde Yassıada’nın karşısına düşen bir köyde geçiyor. Köyün delisinin denizin altından adaya çıkan bir tünelden geçerek Menderes’i kurtarmaya, köy jandarmasının başçavuşunun da bunu önlemeye çalışmasını anlatan filmde Süleyman Nebioğlu’nun yazdığı senaryo son derece başarılı... Karakterler büyük bir ustalıkla seçilmiş, sanatçılar da müthiş bir doğallığı yakalamış olduğu için zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz. Hüzünlü bir konunun kahkahalarla izlenen esprili sahnelerle ustaca harmanlanarak verilmiş olması, yıllardır unutturulan Zeki Müren şarkılarının, TV yerine radyoların ve eksiksiz tüm detayların yarattığı hava sizi de içine çekiyor.

Köyün delisi Baradan’ın, başbakanlığı sırasında tesadüfen köyden geçen Menderes’e; “Adnan Bey, Adnan Bey bu ‘Vatan Cephesi’ filan fasa fiso” diye bağırdığı, Menderes’in şaşırarak “Benim arkamda millet var” cevabını vermesi üzerine “Sen bu milleti hala tanımadın mı? Seni sallandırdıkları zaman arkanda kimse olmayacak” dediği sahneler, Deniz Gezmiş’in idamı ile “demokrasi arayışı” arasında kurulan bağlantılar ve daha birçok dialog unutulmayacak şekilde zihinlere kazınıyor.

O günlerden yarım yüzyıl sonra hala demokrasiyi mumla aramakta olan bir ülkede mutlaka izlenmesi gereken bir film bu... “Keşke Baradan gibi başka deliler de çıksaydı da Türkiye o vahşeti yaşamasa, utancını taşımasaydı” dedirten bir film... Ve tabii; Baradan rolünü kim “yaşamı boyunca hiçbir baskıdan çekinmeden görüşlerini her zaman özgürce dile getirmekten çekinmeyen” Müjdat Gezen kadar içten ve doğal oynayabilirdi ki?

Bu filmi sakın kaçırmayın!